Evlilikler ve İlişkiler Üzerine…
Kremalı bisküviyi bilirsiniz, iki bisküvi arasına kremanın sürülmesiyle oluşur. Çocukken en çok kremasını sevdiğim için alırdım. Kremasını yiyebilmek için bisküvileri ikiye ayırır, kremasını şöyle bir yalar, sonra sıra bisküvilere gelince de bisküvileri yememek için annemin göremeyeceği köşelere saklardım. Sonra gelsin yeni kremalı bisküvi… Ben büyüdüm, artık kremalı bisküviyi bütün olarak severek yiyebiliyorum. Ama eminim bir yerlerde hala kremalı bisküviyi benim gibi yiyen çocuklar var…
Neyse asıl bahsetmek istediğimiz şey kremalı bisküvinin nasıl yenmesi gerektiği değil elbette. Kim nasıl yemek istiyorsa öyle yesin… Ama bir başka gerçek var ki, bugünün yetişkin insanları ilişkilerinde de böyle davranıyorlar. Çoğu kere kremalı bisküvinin kremasında yaşıyorlar. Yalanacak krema kalmadığında da hoşça kal…
Çevrenizde birbirlerinden hoşlanan gençlere bakın; önce her şey iyi başlıyor. Karşılıklı bakışmalar, mesajlaşmalar, kafede buluşmalar, sinemaya gitmeler derken daha derin konulara temas etmeler… Bir süre sonra gel bu işin adını koyalım denildiğinde ise işin kreması bitmiş bir taraf için ayrılık vakti gelmiş oluyor çoğu kere…
Sorumluluk almaya yanaşmıyor insanlar. Hep sözlü kalalım, hep flört eldim, böyle iyiyiz işte, ne gerek var evlenmeye… Bağ yok, ad koymak yok, sorumluluk almak yok. Kimin kafası bozulur, kimin canı sıkılırsa elveda… Gelsin yeni ilişkiler… Yeni kremalı bisküviler…
Evliliklerde de durum pek farklı değil. Düğün dernekler... Balayı dönemleri… Evliliğin romantik dönemi bir ömür boyu sürsün, acılar sıkıntılar hiç olmasın, maddi durum hep daha iyiye doğru gitsin isteniyor… “ Evet ne var bunda, tabii böyle olmasını isteyeceğiz! Biz mazoşist miyiz, sadist miyiz” diyebilirsiniz? Ama söylemeye çalıştığım şu: evlilikte hep bahar rüzgarları esmez, ara sıra zor dönemler de olabilir. Ve bu dönemlerde eşlerin karşılıklı işbirliği ile aşılabilir. Ama krema yemeye alışmış bünyeler için bu hiç de kolay olmuyor. Krema bitince kavgalar ve çatışmalar da baş göstermeye başlıyor hemen…
Çocuk sahibi olmak isteyenlerde de durum şöyle bir manzaraya dönüşüyor: çocuk gelmeden önce her şey çok güzel ve heyecanlı. Her ay kontrollere gidiliyor. Aya göre vitaminler, minareler alınıyor. Odalar hazırlanıyor, oyuncaklar, zıbınlar, tulumlar… Sonra bebek geliyor… İlk birkaç ay fena sayılmaz. Ama bebeğin gaz sancıları sonrasındaki kronik ağlamalar derken işin krema kısmı bitirilmiş bisküvi kısmı gelmiş oluyor. Anne-baba olmaktan sıkılıp çocuğu dadılara, babaannelere, anneannelere paslayıp, hayata kalınan yerden devam etmek… Eğer zamanı ileriye sarabilsek, büyük bir heyecanla beklenen bebeğin sonrasında başına gelenleri görebilsek ne olurdu acaba? Hatta yıllar sonra o bebeğin büyüyüp okula gittiğinde, birçok anne babanın çocuğunun hangi sınıfta okuduğunu bilmediğini, en yakın arkadaşının adını asla sormadığını görsek şaşırıp kalırdık…
Hayatı köpük olarak yaşamak, kremada oyalanmak insanı olgunlaştırmıyor, sadece tatminsizleştiriyor. Kolay olanı seçmek, zor olandan kaçmak, sorumluluk almadan yaşamak…Canımız sıkılınca kaçmak; olmadı başka bir yerde, başka biriyle yeniden denemek yoruyor…
Hayatı iyi günde, kötü günde omuzlamayı göze alabiliyorsanız, insan olabiliyorsunuz. Aksi durumda hep çocuk kalmak söz konusu. Çocuklar tatlıdır ama büyüdüğü halde ısrarla büyümeye direnmek, tatlı olmadığı gibi iticidir de. Herkes kendi yükünü taşır ve taşımalıdır!
Hayatı sadece güzellikler sunarken değil, “sorumluluğu kabullenme ve rıza” makamında yaşamakla insanlaşıyoruz. Hoşumuza giden şeylerde memnun olmak, gitmeyenlerde hayata küsmek ve hep krema beklemek arasında çok ciddi farklar var diye düşünüyorum. Deneyen bilir bisküvide ayrıca güzeldir…