Evet Islak
Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek imzasıyla hazırlandığı iddia edilen “İrtica Ve Bölücülükle Mücadele Eylem Planı” gerçekte yoksa yapılacak şey bu ordu mensubunu askeri mahkemeye vererek yargılamaktır.
Yapması gereken işi yapmadığı gerekçesi ile. Yasa ile orduya cumhuriyetin temel niteliklerini koruma ve kollama görevi verildiği halde Genelkurmay Başkanı, askeri savcılar çıkıyor açıklama yapıyorlar; şöyleyken böyle oldu babından. Aynı ilköğretim öğrencisinin işlediğibir kabahat sonucu öğretmenin karşısına çıkıp hesap veren öğrencisiymiş gibi.
“Ülke tehdit altındadır. Bir yanda laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmuş bir parti iktidardadır ve ülkeyi İran benzeri bir rejime evirmenin çalışması içindedir. Bunu gerçekleştirebilmek için de büyük emperyalist güçlere yaranmak ve onların çıkarları doğrultusunda hareket etmeyi görev saymaktadır.
Öbür yandan yine aynı amaca ulaşabilmek için bölücü odaklarla iş birliği içine girmeyi topluma da demokratik açılım olarak servis etmektedir.
Bu gidişe karşı TSK, kendisine Anayasa ve yasalarla verilen görevleri yerine getirebilmek için de her türlü çalışmayı yapar. Bundan daha doğal, bundan daha hukuki bir şey de olamaz.”
Beklediğimiz basın açıklaması bu ama bu açıklamayı yapacak cesareti kim gösterecek ya da biri gösterebilecek mi? hep birlikte göreceğiz.
Gerek Ergenekon soruşturmaları ve ardından yargılamalar, gerekse İrticayla Mücadele Eylem Planı konusunda yapılan tartışmaların bir tek amacı var: TSK yapılanmasını pasifize ederek, sindirerek İran ordusu benzeri bir yapılanmaya itmek.
Bilindiği gibi İran ordusunun tek bir görevi vardır o da: ülkeyi dış tehditlere karşı korumaktır. Yoksa ülkedeki rejim ile hiçbir alakası yoktur. Şah da gelse, Humeyni de gelse, Musaddık da gelse onlar için fark etmez. Onlar "Gözlerini kapar vazifesini yapar".
Geçmişte, Şah Rejimini korumak için de kılını kıpırdatmadı, bu gün molla rejimini korumak için de kılını kıpırdatmaz. Onlar için gelen ağam giden paşam mantığı geçerlidir.
ABD’nin Ortadoğu'daki çıkarlarını gerçekleştirebilmesi için bu ülke, bu millet ve bu ordunun feda edilmesi gerekmektedir ve bu günkü iktidarın da yaptığı budur.
Gereksiz demokratçılık rolü oynamak da ancak bu projenin gerçekleşmesine katkı sağlar.
Yıl 2003. AKP tek başına iktidar. Tıpkı Refahyol zamanı gibi, iktidar ama muktedir değil.
Yıl 2007. AKP yine tek başına iktidar. Sayıca azalsa da yine adamakıllı iktidar.
Yıl 2008. AKP yine tek başına iktidar ve de AKP den çıkan CUMHURBAŞKANI birinci yılını dolduracak.
AKP yine iktidar. Bu sefer hem iktidar hem MUKTEDİR.
Yıl 2009. AKP hala iktidar ve muktedir. Bürokrasideki atamalar, üst kuruluşlardaki sayılar neredeyse tamamen ele geçirilmiş durumda.
ŞİMDİİİ.
Allah aşkına bu AKP bunca yıldır tek başına iktidar ve HALA İRAN REJİMİNE DÖNMEDİK.
Yahu Allahın aşkına, şunu iyice beyninize yerleştirin. İran miran olmak isteyen yok. Benzemek isteyen hiç yok. Bunu en başte AKP istemez. İstememektedir de.
Argümanlarımızı güncelleyelim. 30 seneden beri kullanılan İRTİACA tehdidi artık son derece demode oldu.
Asıl tehlike, AKP nin AMERİKANLAŞMASI. Ya da batılımaşması sonucu inanılmaz bozulması. Ben buna bakarım. Yazının sonlarına doğru değindiğiniz gibi Amerikan emellerine karış hükümetin duşuru. Mayınlı Arazilerin temizlenmesi kararı kesinleştiği an bu esas fay hattıdır. Ne İranı, ne Arabistanı. Kim geriye döner.
Ordunun iç güvenlikle ve iç işleriyle ilgili fonksiyonu ise, zaten parlamenter sistemde, Emniyet Birimleri ve Jandarma birimleri tarafından organize edilmiştir. Bu düzeneğin olduğu gibi korunması zaten ideal olanıdır.
Kasım 8th, 2009 at 12:20...
Zaten sorunda TSK'nın rejimin bekçisi olarak görülmesinden kaynaklanıyor.Rejimin bekçisi asker değil en başka halk olmalıdır.Eğer halkın büyük bir çoğunluğu rejimin değişmesini istiyorsa, bu ancak askeri darbeyle durdurulabilir ki, bu da demokratik düzene açıkça müdehale etmektir; düşünmesi bile vahimdir.Zihniyetiniz dün darbeye ne kadar karşıysa bugünde aynı şekilde olmalıdır.Darbenin iyisi olmaz.İran halkının büyük bir çoğunluğu rejimin değişmesini istemiş bunu da başarmıştır.Bugün rejimi değiştirmek isterse yine başarabilir.Rejimi korumak askeri güçlendirmek ve her yaptığını onaylamakla değil,aynı konulu yazımda da belirttiğim üzere zihniyeti değiştirmekle mümkündür.Sonuçta herşey halkın iradesiyle gerçekleşir.Yazınızda sözünü ettiğiniz parti ne yazık ki %47 ile iktidara gelmiştir.Askermi başa getirdide asker temizlesin.Türk toplumu kendi iradesiyle hiç bir güce gerek kalmaksızın değerlerini de korur rejimini de,koruyamayacak kadar akıl-fikir yoksunu ise, darbe buna çare değildir.Olsaydı bugün bunu tartışıyor olmazdık zaten.Rejim elden gidiyor diye yapılan darbeler karşıt rejimi destekleyenleri güçlendirmekten öteye gitmemiş; bu günlere zemin hazırlamıştır.Şimdi yeniden aynı hataya düşmek abesle iştigaldir.Saygılarımla...
Kasım 8th, 2009 at 15:11Ordu rejimin değil devletin bekçisidir.
Kasım 8th, 2009 at 23:18Devletin genetiğinin değiştirilmeye çalışılan bir zamanda ben ordunun durumdan vazife çıkarmasını doğrusu hiç bir şekilde yadırgamıyorum.
O zaman lütfen faşizmlikten yakınmayınız. Bilakis kendisi gibi düşünmeyen bir iktidara dayanamayan, demokrasisini askere havale eden bir düşünceden daha faşist bir yapı olamaz.
Kasım 9th, 2009 at 11:34Türkiye’nin beyaz Türklerinin yıllardır devam eden bir korkusu var:Şeriat.
Türkiye’ye şeriatı getirmek isteyenlerin yarattığı ve yaşattığı varsayılan bir korku.
Bu korkuyu bertaraf etmek için türlü türlü yöntemlere başvuruyorlar.
Bu yöntemlerin en başında kayıtsız şartsız cuntacılara destek vermek geliyor.
Şeriat gelirse güdük donla denize girilmeyecek, kordon boylarında sevgililere el ele tutuşup yürüyemeyecek,meyhaneler kapanacak , içki üretimi ve içilmesi yasaklanacak vs vs.
Bu korkuyu modelledikleri ülkede komşumuz İran.
Şeriat gelmesinde ,emekli paşaların kanatları altında medya gücünü de kullanan bir çeşit zengin grubu bankaları boşaltsa da boşaltsın tavrını sergileyebiliyorlar.
Bankanın içi boşaltılmış,milletin kaynakları sayısı yirmiyi geçmeyen hortumculara gitmiş ,bunun getirdiği bir kriz yaşanmış ,binlerce kişi işini kaybetmiş bunu problem olarak göremeyebiliyorlar.
Türkiye’de şeriatın gelmesine gönülden destek veren siyasal hareketlerin taban bulmaması ,siyaset içerisinde yer almaması onları rahatlatamıyor bir türlü.
Ne olursa olsun mutlu olmayan ,ikna edilmeyen ,huzura kavuşturulamayan korku değer insanlarımıza cankurtaran mesafesinde duran cuntacılarımızın durup dinlenmeksizin mesai yapıyorlar.
Bir cunta tam deşifre edilmeden başka bir cunta peydah oluyor.
Dağ başını duman alır almaz arkadaşlar yürümeğe başlıyorlar.
Günlük mesleki faaliyetlerinin bir kısmını cuntacılık meselesine ayırıyorlar.
Beyaz Türklerin uykularını kaçıran korkularını bu vesileyle ortadan kaldırmağı hedefliyorlar.
Cuntacılık bizde bir gelenek . İttihatçıların başlattığı Dursun Çiçeklerin yaşattığı bir gelenek.
Türkiye’de şeriat isteyenlerin sayısı konusunda somut bir çalışma olmamasına rağmen,
Sokakta ,cadde de ,mahalle de bir baskı yaşanmamasına rağmen bu fantastik tavrı bıkmadan usanmadan sürdürüyorlar.
Beyaz Türklerin korkularını besleyen kaynaklar ne hikmetse bir türlü yok edilemiyor.
Ben bu ülkede çok yakın zaman da ,cuntacılık gibi,şeriat korkusu gibi, kıyılarımız da yaşayan çoğunluğu sol bir partiye oy veren renksiz Türklerimiz gibi kavramların yok olup tozlu raflara kaldırılacağına inananlardanım.
İşte o zaman cuntacılarımızı hayırla yad edecek ,aziz ruhlarına birer fatiha okuyacak ,güzelim ülkemizin gökkuşağı renkliliğinin altında inatla beyaz kalmağı bir süre sürdüren insanlarımızla yaşadıkları metafizik ilişkiye göndermeler yapacak , bir yandan bu ne yaman çelişki anne naraları diğer yanda mehteran eşliğinde muhafazakarların metazori tavırlarıyla hak ile yeksan olan darbeci mantığın yerine ,güzel ülkenin bütün damarlarında dolaşmağa başlayan demokrasi heyacanını gümbür hissedeceğiz.
Kasım 9th, 2009 at 11:46Dipnot
Kasım 9th, 2009 at 20:08(1)
Faşizm: Finans kapitalinin en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür.
(2)
Kısa bir öykü:
Aziz Nesin`in eşeklerin neden anırdıklarına dair `Ah Biz Eşekler` öyküsünü bilmeyen var mıdır, bilmiyorum. Bilmeyenler için özetleyeyim: Eşekler eskiden insan gibi konuşurlarmış.
Eşek çayırda otlarken kurt kokusu almış ama aldırış etmemiş. `Yok kurt değildir` demiş.
Kurt kokusu gittikçe ağırlaşıyormuş. Eşek, `Yok kurt değildir` deyip otlamaya devam etmiş. Koku iyice artınca, bu defa hem korkmaya, hem de kendisini teselli etmek için `Kurt bana niye gelsin ki?` demeye başlamış. Kurdun kokusu iyice artınca, sesler de gelmeye başlamış ve eşek yine kendini teselli etmeye devam etmiş.
Kurt görünmüş, `Yok` demiş, `Kurt değil, başka bir şey`. Kurt koşarak kendine doğru gelmeye başlamış, eşek de halen teselli arıyor. Aralarında birkaç adım kalınca eşek, `Kurt değil ama birkaç adım uzaklaşsam iyi olacak` der. Hafiften koşmaya başlar, bir taraftan da `Yaban kedisini kurt sandım` diye düşünür.
Kurt sağ kabasına bir pençe atınca da, `Biliyorum sen kurt değilsin, gıdıklanıyorum, el şakasını hiç sevmem` der. Kurt büyük bir parça koparınca eşek gerçeği kabul eder, ama dili tutulur, konuşamaz olur. O günden sonra eşekler konuşmayı unutur, anırarak anlaşmaya başlarlar. Bir eşeğin cezasını bütün eşek soyu çeker.