Ete Kemiğe Bürünen İslam!
Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni açıkça duyur.(5/67)
Ey Peygamber Allah’tan Kork! Kafirlere ve iki yüzlülere itaat etme, Rabbinden sana indirilene uy! Allah’a dayan! Allah kuluna kafi değil mi? (33/1-2-3)
Kör ile gören, karanlık ile aydınlık, gölge ile hararet, ölüler ve diriler bir olmaz! sen mezardakilere işittirecek değilsin..35/
Değerli okur biz insanların konutuna mı? Kunutuna, duasına mı, vitrinine mi, Fitrine mi neyine bakacağız?! “Mehmet Akif: “İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin / Ne mezarlıklarda okunmak ne de fal bakmak için” dese de, Selefilik/Vahhabilik hareketleri şiddetle karşı çıksa da, bu topraklar bunlardan asla vazgeçmedi, vazgeçmez!
Acaba neden?
Bunların İslam’da sahici bir temeli olduğundan mı? Hayır. Çünkü bu topraklara ölülerle, atalarla ve ruhlarla bağ kuracak sulandırılmış bir “DİN” lazım.
Değerli okurlarım! Ülkemizde DİN’in; “Gök Tanrı”, “ölüler”, “atalar”, “ruhlar”, “kurban”, “kandil” vs kavramlarla karşılanan bir efsaneye, fenomene dönüştürülmesine ve bu nedenle de “gerçek hayat dini” olmaktan çıkartılıp müntesiplerini rahatlatan bir forma çevrilmesine neden itiraz etmiyoruz?
Dinin bu şekilde konumlandırılışı, Kur’an-Kerim’in temel prensipleriyle örtüşmüyor, çelişiyor. Onun için: “Tevrat ehli” yanlarındakiyle amel etsin. “İncil ehli” içinde yazanlara uysun. “Furkan ehli” gereğini yerine getirsin.” der. Kur’an-ı Kerim (Maide Suresi:5/ 66. ve 68. ayetler).
“Ey yeryüzünün dindarları! Bakın yer yüzüne! Neden Müslümanlar birbirini boğazlıyor? Neden Kitapları, peygamberleri, ibadet ettikleri Allah’ları Tek Bir olduğu halde kendileri paramparça!..” Hiç düşündünüz mü?
Kur’an “El-Kitap” tabiriyle Allah indindeki ilmi ve vurgulanan ana temayı kasteder. “El-Kitap”, yeryüzünün tozuna toprağına bulanınca “Tevrat”, “Zebur”, “İncil” ve “Kur’an” olur. Ete kemiğe bürününce “İbrahim”, “Musa”, “Davut”, “İsa”, “Muhammet Vs..(AVS) olur.
İnsanda ete kemiğe bürünüşü, arayışı, dramı, acısı, umudu, feryadı, korkusu, hırsı, hüznü, sevinci vb. demektir.”
"Yeryüzünde bir buçuk milyara varan Müslümanlar, Mağripten maşrıka, saraylar, hanlar, hamamlar. Mavi göğe yükselen minareler. Susmayan ezanlar, inmeyen bayraklar. Namazlar, cumalar, bayramlar, kurbanlar. Kabirler, türbeler, Fatiha’lar, Yasin’ler Vs..”
Bütün bunlar İslam’ın yeryüzünde gürül gürül yaşandığı, dimdik ayakta durduğu anlamına mı geliyor?
Eğer öyleyse; “Geçip giden varsa İslam’ın şu çiğnenmiş diyarından”, “ümmet-i merhume” (ölü ümmet) haline gelmiş ve “felc-i iradiye müptela olmuş” hal-i pürümelalimize (yerlerde sürünen acınacak halimize) ne diyeceğiz?