Eski Sosyalistleri Ne Yaparlar?
Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde müsaadenizle bizim eski 'sosyalist' yeni 'liberal' yazarlara birazcık takılmak istiyorum. Sakın yanlış anlamayınız; niyetim polemik yapmak değil. Bu sebeple hiçbirinin isminden bahsetmeyeceğim. Ayrıca, aralarında bulunan yakın dostlarımı da üzmek istemem.
Eski sosyalistleri ne yaparlar?
Efendim, eğer Nasreddin Hoca hayatta olsaydı, bu sorumuza 'Kırpıp kırpıp liberal yaparlar' cevabını verirdi. Kimsecikler kusura bakmasın ama 1960 sonrasında 'Soğuk Savaş'ın bütün yükünü çeken aykırı bir '1968 Kuşağı' mensubu sıfatıyla bu târizlerde bulunmaya hakkım var.
Düşünebiliyor musunuz? 'Tek gerçek fikir Marksizm'dir diyerek sizi 'Fikir Kulübü'nden atıyorlar. Liberal hürriyetleri, demokrasiyi ve piyasa ekonomisini savunduğunuz için size 'karşı devrimci' diyorlar. Vatan, millet, bayrak, din, iman deyince, ya 'faşist' ya da 'gerici' ilân ediliyorsunuz...
Koskoca 60'lı yılları bu ideolojik travmalarla heba ettik. En çok neye üzülüyorum biliyor musunuz?
Yüzlercesini okuduğum o beş para etmez sosyalist kitaplara ayırdığım vakte... Zihinleri bir fasiküllük 'Komünist Manifesto' ile köreltilmiş diyalektik materyalizmin papağanları, o güzelim yılları Lenin, Stalin ve Mao arasında gezinerek harcadılar.
Sosyalistlerin vârisleri
Efendim, bizim 27 Mayıs sonrasındaki sosyalistlerin büyük çoğunluğu günümüzde sıkı birer 'liberal' kesildiler ve medyanın en etkili köşelerine kuruldular.
Sosyalistlerin bir kısmı 'ulusalcı'ya dönüşüp tepeden inmeci jakoben devletçi felsefeye iltica etti. Bir zamanlar 'Burjuva Kemal' diye alay ettikleri Atatürk'ün ticaretini yapmaya başladılar. Fırsatını bulduklarında da CHP'de arz-ı endâm etmeyi unutmadılar.
Sosyalistlerin küçük bir kısmı ise 'Kürtçülüğü' tercih etti. TİP döneminden beri kışkırttıkları Kürtçülere ve doktrine ettikleri Stalinist PKK'ya destek oldular.
Nihayet, sosyalistlerin son kısmı da Marksizm'in müzesinde 'komünist cennet' rüyaları görmeye devam ediyor.
Bu arada şunu belirteyim ki, ben gerçek liberale, sebatkâr sosyaliste ve samimî ulusalcıya da saygı duyarım.
Hangi liberal?
Efendim, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye'de de 'liberal' sözü iyi anlaşılmış değildir. Kırk yıldır demokrasiyi, insan hak ve hürriyetlerini, piyasa ekonomisini hiç yalpalamadan savunan bendeniz için ne düşündüklerini sorsanız, bu arkadaşların kimi 'faşist', kimi 'gerici' diyebileceklerdir. Zira onların lügatlerinde 'milliyetçi' ve 'muhafazakâr'ın çevirisi böyledir.
Gerek DP, gerek AP, gerekse ANAP, kendilerini 'milliyetçi-muhafazakâr' olarak vasıflandırmıştır. AK Parti'nin kendisini tarifi ise 'muhafazakâr demokrat'tır. İşin en ilgi çekici olan tarafı, Cumhuriyet tarihimizdeki bütün hürriyetçi ve liberal uygulamaların, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan siyasî iktidarlar tarafından gerçekleştirilmiş olmasıdır. Rahmetli Özal, Cumhurbaşkanlığına seçildiği gün yaptığı konuşmayla Türk liberalizminin esaslarını vaz etmişti.
Bizdeki liberal olduğunu savunan bazı aydınları incelerseniz, teoride bol lâf üreten, pratikte ise 'ver kurtul' sathîliği içinde bulanan eski sosyalistleri andırdıklarını görürsünüz.
'Devletçi' değiliz ama...
Efendim, merhum Menderes, Merhum Özal ve Başbakan Erdoğan, Türkiye'de 'devletçilik' doktriniyle hep mücadele hâlinde olmuşlardır. CHP ise bu doktrini, ana ilkelerini gösteren altı okundan biri olarak muhafaza etmeye devam etmektedir.
Benim naçizane ömrüm de zorba/ ceberrut devletle mücadeleyle geçti. Elbette 'devletçilik' ve jakoben elitizm Türkiye için çok zararlıdır. Lâkin ceberrut devletçiliği tasfiye etmek için 'devlet düzeni'ni tümüyle ortadan kaldırmak düşünülemez. Ütopyalara karnımız toktur. Şekli ve işlevi değişse de 'ulus-devlet' gerçeğini unutamayız.
Liberal Hobbes'un 'leviathan' (ejderha) devletini tasfiye ederken, Bakunin'in anarşizmini/ nihilizmini benimseyemeyiz. Liberal devlet anlayışı elbette devletçiliğe karşıdır fakat 'devlet düşmanlığı' da değildir.
Kim ne derse desin, Başbakan Erdoğan bu dengeyi en iyi şekilde kurmuş görünüyor.