Esaretten Hürriyete Trapzon
Yeşilin kırk tonunu görme imkânı sunan kaç şehir vardır dünyada? Bunlar sanıldığı kadar çok değildir. Bu şehirlerden birisi de güzel ilimiz Trabzon’dur. Doğanın yeşili, göğün ve denizin mavisi birbirini kucaklar bu güzide şehirde. Yaylalarının havası ve suyu dillere destandır. İnsanları biraz tez canlı ve asabi olsa da hakikatte kıpır kıpır ve bir o kadar da sevecendir. Tarihî İpek Yolu’nun Karadeniz’e ulaşan ana kollarından birinin de geçtiği Trabzon anlatılmaz, yaşanır. Bu şehir ekonomik ve sosyal açıdan bölgenin en dinamik merkezlerinden biridir. Geçmişte bu liman şehri, ticaretin kalbinin attığı önemli bir merkezdi. Fakat son yıllarda bu güzel şehir dışarıya büyük oranda göç vererek büyük ölçüde küçülmüştür. Bu şehrin sakinleri, ailelerini geçindirmek için çok sevdikleri şehri terk etmek zorunda kalmışlardır. Bu kentin kara sevdalıları “Trabzon bizim vatan Kâbe’mizdir” derler. Dünyaya gelip de Trabzon’u görmeden ölmek büyük bir talihsizliktir. Gelin Karadeniz’i ve bu güzel şehri bir de şair ve yazar Niyazi Tarakçıoğlu’dan dinleyelim:
“Karadeniz dalgalı, toprağı, dağı gibi
Yeşil olur suları, bahçesi, bağı gibi
Dehşet verir karayel, munis olur poyrazı,
Kışı serin geçse de cennet gibidir yazı.
Bazen uyur sedasız sanki uysal bir peri
Bazen çok hırçınlaşır inletir göğü yeri
Birdenbire dalgalar sahile köpük taşır
Balıkçılarla oynar, kumsalla şakalaşır.”
Karadeniz’in doğudaki incisi olarak kabul edilen Trabzon, tarihî bir şehirdir. Trabzon'un kuruluşunu M.Ö.2000 yıllarına kadar indirmek mümkündür. Bazı tarihçiler bunu çok daha eskilere dayandırır. O günden bugüne kadar pek çok milletler bu güzel topraklarda köklü medeniyetler kurmuşlardır. Fakat bu şehrin ilk kurucuları Turanî kavimlerdir. On birinci yüzyılda Müslüman Türkler Anadolu’ya akın etmeye başlamışlardı. 1048 yılında İbrahim Yınal, Hasankale zaferini kazandıktan sonra Türkmenler, Trabzon’a kadar ilerleyerek bu şehrin Müslüman kimliğe bürünmesine zemin hazırlamışlardır. Fakat bu ilk deneme başarıya ulaşamamıştır. 1071 Malazgirt Zaferi’yle Anadolu’nun mutlak hâkimi olan şanlı ecdadımız, Trabzon’u her zaman önemsemiş ve elde etmek için olağanüstü çaba harcamıştır. Fakat bu sanıldığı kadar kolay olmamıştır. Büyük Fatih, Trabzon’u fethetmeden İstanbul’un fethinin tamamlanamayacağını düşünmüştür. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sekiz yıl sonra, ancak 1461 tarihinde Trabzon’u fethederek Türk topraklarına katmıştır.
Trabzon Birinci Dünya Savaşı sırasında Ruslar tarafından işgal edildi. Rus savaş gemileri Karadeniz limanlarını bombardımana tutarak çember altına aldı. Şehir harabeye çevrilerek yüzlerce insan yaralandı, öldürüldü. Türk birlikleri karşılık verse de netice alamadı. Askerlerimiz ve yerli halk bu savaşlarda büyük kahramanlıklar ve fedakârlıklar gösterdi. Fakat yeterli destek göremeyen birliklerimiz şehri işgalden koruyamadı. Sırasıyla Of ve Sürmene ilçeleri düşmana kaptırıldı. Of’un Baltacı Deresi mevkiinde yerli halk ve düzenli birliklerimiz düşmanla göğüs göğüse savaşarak Ruslar’ı yirmi gün oyaladı. Bu durum şehrin işgalini geciktirse de elden çıkmasına engel olamadı. Rus birlikleri şehre ilk adımını attı. Bundan sonra acı hikâyelerle dolu muhacirlik günleri de başlamış oldu. Göç etmeyenler de büyük zulüm ve işkencelere maruz kaldı. Osmanlı’nın devamı olarak gördükleri Türkler’i her halükârda tarihten silmeyi amaçlayan Ruslar ve onların yerli işbirlikçileri fırsatı kaza etmemenin mücadelesini verdiler. O yıllarda en büyük hıyaneti yerli halktan olan Rumlar ve Ermeniler gerçekleştirdi. Bunlar ne varsa yağmaladılar. Ruslarla işbirliği yaptılar. Yıllarca iç içe yaşadıkları halkı arkadan hançerlediler. Bu onların karakterinin tabiî yansımasıydı. Onlardan da bu beklenirdi. Her zaman olduğu gibi o gün de gerçek yüzlerini gösterdiler.
Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez derler ya doğrudur. Birinci Dünya Savaşı olanca şiddetiyle devam ederken Rusya’da Bolşevik ihtilâli oldu. Başımıza felâket gibi çöken Ruslar, kendi dertlerine düşerek şehrimizden çekilmek zorunda kaldılar. Fakat son ana kadar mücadele etmekten de geri durmadılar. Geri çekilirken yapacaklarını yapıp kötü izler bırakarak çekip gittiler. Ruslarla, 18 Aralık 1917'de Erzincan Antlaşması yapıldıysa da Ermeniler bu antlaşmaya uymadı. Türkler aleyhinde katliamlara giriştiler. Ruslar, bu güzel coğrafyada Ermenileri bir maşa olarak kullandı. Ordu Komutanı Vehip Paşa'ya ileri harekât emri verildi. 11 Şubat 1918'de genel hareket emrini alan ordumuz, bir koldan Kafkasya üzerine ilerlerken, diğer koldan Trabzonlu Albay Hamdi Bey (Pirselimoğlu) komutasındaki 37. Tümen; Giresun'dan 123. alay ile takviye edilerek Trabzon üzerine yola çıktı. Bölgedeki çeteleri de temizleyerek ilerleyen birliklerimiz 15 Şubat 1918’de Vakfıkebir’i, 17 Şubat 1918’de Akçaabat'ı geri aldı. Birkaç gün içinde çevreyi düşmanlardan temizleyen birliklerimiz 24 Şubat 1918 tarihinde de Trabzon'a girdi. Trabzon'un ve Trabzonlunun iki yıla yaklaşan esaret ve muhacirlik sıkıntısı bitmiş oldu. Trabzon’un o yıllardaki durumunu ve mücadelesini Araştırmacı-Yazar Cevat Dursunoğlu şöyle ifade ediyor:
“Mondros Mütarekesi’nde "Vilayet-i Sitte" adı altında Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır, Sivas vilayetlerinin mukadderatı birleştirilmiş. İtilaf Devletleri buralarını Büyük Ermenistan'a vaat etmiş, üstelik Trabzon vilayetini de Pontusçu Rumlara bağışlamıştı. Trabzon'un bu konulardaki hazırlığı ve çalışmaları sonucunda Erzurum Kongresi’nin yapılması gerçekleşmiştir. Çalışmalar Kurtuluş Savaşı boyunca devam etmiş ve zaferin kazanılmasında Trabzon'un ve Trabzonlular’ın çok büyük payı olmuştur.
Bu vilayetlerden Trabzon zaten kendi teşkilatını yapmış ve çok kuvvetli çalışmağa başlamış olduğu gibi, bizi de teşvik ediyordu. Bu karanlıklar içinde bazı aydınlık noktalar eksik değildi. Trabzon'da çıkan “İstikbal Gazetesi” nde Faik Ahmet Barutçu, bu bölgede türeyen Pontusçularla yiğitçe döğüşüyor. Muhaza-i Hukuk Cemiyeti, Karadeniz sahillerinde fikirleri bir araya topluyor ve tesir alanını her gün biraz daha genişletiyordu”. (Cevat Dursunoğlu, Milli Mücadele'de Erzurum, Ankara 1946)
Trabzon’un kurtuluşunda çok büyük bir pay sahibi olan Trabzonlu Albay Hacı Hamdi Bey (Pirselimoğlu)’i unutmamak gerekir. Trabzon Kurtuluş Kuvvetleri Komutanı olan Albay Hamdi Bey tam bir kahramanlık örneği gösterek düşmanın gözünü korkutmuştur. Bu büyük yiğit asker, maalesef hemşehrileri tarafından bile doğru dürüst tanınmamaktadır. Mezarı Değirmendere Sülüklü Kabristanı’nda bulunmaktadır. Trabzon’un kurtuluş gününde öğrencilerin bu önemli simaların mezarlarına götürülmesi, onların yaptığı destansı mücadelenin bu mekânlarda öğrencilere anlatılması daha etkili ve kalıcı olur. Bu arada vefa duygumuzu da göstermiş oluruz. Günümüzdeki gençlere o güzel insanları ‘model insan’ olarak anlatmalıyız. Kuru ve birbirinin tekrarı niteliğindeki konuşmalarla onları ancak bıktırır, tarihten soğuturuz. Bence tarih dersi bizzat tarihi mekânlarda anlatılmalıdır.
Trabzonlu Albay Hacı Hamdi Bey (Pirselimoğlu) gibi isimleri unutursak o destansı mücadeleleri de zamanla unuturuz. Oysa tarih tekerrürden ibarettir. Tarihin tekerrür etmemesi için geçmişte yaşanmış acı hadiselerden payımıza düşen dersi almalıyız. Son zamanlarda Araştırmacı-Yazar Mustafa Yazıcı, bu büyük kahramanımızla ilgili küçük fakat çok mühim bir biyografi kitabı yayınlamıştır. Alanında ilk ve tek olan bu kitabı Trabzonlu her gencin okuyup söz konusu kahramanını tanıması ve ondan ilham alması gerekir. Bu abide şahsiyetleri tanıyıp onlardan hız almakla yarınlarımız daha güzel ve aydınlık olacaktır.
Trabzon’da dünle bugün iç içe, kol kola, barışık yaşamaktadır. Güzel Trabzon’umuz geçmişini hiç unutmadı; unutmayacak da… Çünkü bu şehrin insanları biliyor ki tarih tekerrürden ibarettir. Tarihin tekrar etmemesi için ondan ibret almak gerekir. Trabzon’un kurtuluşunun 95. yıldönümünü kutluyor, bu şehrin zeki ve gayretli insanlarını, o günlerin tekrar yaşanmaması için gece gündüz çalışmaya ve uyanık olmaya davet ediyorum.
- See more at: http://www.61haber.com/yazi/390-esaretten-hurriyete-trabzon.html#sthash.PJA7tgqC.dpuf