Ergenekon Çorbası
Ergenekon terör örgütünün 12. dalgasında Atatürk’ün adının geçmesi iddiaları Kemalistlerin sabrını taşırdı. Bir hiddet, bir celaldir gidiyor. Lakin anlam veremediğim nokta: avukatlığına soyundukları bu örgütün ‘ulu önder’lerine dayanması neden bu kadar rahatsız etti kendilerini? En sevdikleri parti liderleri, rektörler, yöneticiler, iş adamları, gazeteciler ve sanatçılar örgütün zanlıları zaten.
Yapılanmanın alt yapı, hedef, yöntem ve işleyişinde ittihat ve terakki zihniyetini görmemek imkânsız! Mustafa Kemal’den bir alıntıyla konuyu örneklendirelim:
“Görkemli padişahımız… Yücelerin yücesi Efendimiz… Yüreğimiz bağlılık ve kulluk duygusuyla dolu olarak tahtınızın çevresinde her zamandan daha sıkı bir bağlantı ile toplanmış bulunuyoruz. Düşmanlarımız saltanat ve hilafeti birbirinden ayırmak istiyorlar. Bizim amacımız bu iki makamı ayırmanın milli iradeye uygun olamadığını göstermek ve mukaddes makamı esaretten kurtarmaktır… Hilafet ve saltanatı kurtarmayı başardıktan sonra meclisimizin düzenleyeceği yasalar çerçevesinde padişahımız da yerini alacaktır.”
Pardon bu ilk darbecilik değil, ilk takiyyecilik örneği oldu. Şöyle düzeltelim: Büyük Millet Meclisi kurulumdan itibaren Birinci ve İkinci Meclis yapılanmalarında, farklılığa tahammülsüzlük, mutlak itaat, hak isteyene haksızlık etme, yok sayma, ekarte etme, ayağını kaydırma ve tabiî ki en önemli koz iftira etme alenen kullanılan yöntemlerdir. Akabinde kurulan istiklal mahkemeleriyle ise hizaya getirme kararlılığı son raddeye gelmiş ve ‘çürük elma’ olarak görülenler bir bir darağacına gönderilmiştir.
Mustafa Kemal’in önemli kararların çoğunu aldığı çilingir sofralarından birinde, kendisine: “çok şükür ki savaş bitti paşam,” diyen yakın silah arkadaşına: “asıl savaş şimdi başlıyor!” diyerek muhalif gördüğü halkını hedef görmesi halet-i ruhiyesini özetliyor. Cumhuriyet tarihi boyunca değişmeyen sorun; eğitimini ve donanımını savaşmak üzere almış şahısların ülke yönetiminde aktif rol almasının yanlışlığı.
Savaşta çatışmayı bitirme amaçlı anlaşmalar dışında konsensüs mecburiyeti yoktur; karşınızdaki her halükarda düşmanınızdır ve onu kandırmak ve yok etmek savaş taktiği olarak görülür; politika da ise (canları çekse dahi) adam ‘eks’ etme pek hoş karşılanmaz.
Küçümseyebilir, aşağılayabilir ve hatta soyup soğana çevirebilirsiniz halkı ama amaç yok etmek değildir; en azından bi-sıkımlık canını bırakmanız gerekir. Yani savaşçı düşmanını ikna etmek zorunda değildir, yöneticinin ise ikna edemediğinin kafasını uçurmak gibi bir lüksü yoktur. Anlayacağımız bu ülkede sorun roller karışması.
***
Zaman gazetesi yazarı İhsan Dağı’nın; “ ‘merkez sağ’a musallat olan bu askerler neyi anlatıyor Allah aşkına!” feryadına bilmukabele diyorum. Bana göre de, Menderes’in asıldığı darbe sonrası Demirel ordu tarafından göreve getirilmiş bir lider. Yüzde ellinin üzerinde oy alan bir partiye, oluşturdukları kaos ortamını da kullanarak, istedikleri bir lider atamaları, o cepheden bakıldığında gayet makul bir adım.“Merkez sağ darbecilerin arka bahçesi mi?” diye soruyor Dağı. Gerçekten de Mehmet Haberal’ı Ankara’dan uğurlayan Süleyman Demirel, hastanede ziyarete gidendenler Mesut Yılmaz ve Hüsamettin Cindoruk olunca kafalar karışıyor. Ben de devamına Kemalistleri, Deniz Baykal’ı, Doğu Perinçek’i, Şener Eruygur’a; “buyurun, emrinizdeyim paşam!” diyen Sinan Aygün’ü ve hatta destekledikleri PKK türü örgütlenmeleri de ekleyince anlayan varsa beri gelsin diyorum. Sosyologun kralı gelse bu kördüğümü çözemez, bunu da ben iddia ediyorum.
Darbecilerin mızıklanması, bu allak bullak süreçte taşların yerine oturmasını geçtik; hangi taşın ne vazifede olduğu bile belirsiz hengâmede, bir şekilde mantıklı bir görünüm kazanıyor.
Herkes korkar olmuş gözaltına alınmaktan… İyi ya biraz da siz korkun. Empatiyi hep kitaplardan okurdunuz, pratize etmiş olursunuz fena mı?
Malum medya emekçileri; yok sayma, görmezlikten gelme, kale almama taktikleri yemeyince son olarak ‘tiye’ alma metodunu şiar edindiler. Yaratıcılıkta son nokta, tutmazsa onu da diğer yarattıkları gibi oturur yerler ne tasa!
Varsa yoksa dalga… ‘Ergenekon da son dalga’ sözü çağrışım yapmış olacak ki kafalarında çakan şimşekle; “tabi ya… DALGA!” diyerek, dalga geçmeyi akledebildiler. Yakında andımızı okuyan çocukları da alacaklar içeri,” diyorlar ya, çok komik buluyorum. Nasıl da esprili olabiliyor laik jargon istediğinde.
Görünen o ki; bu Ergenekon çorbasında tuzu bulunanlar azımsanamayacak çoğunlukta. Ne diyelim, hastalığın yayılmasına göz yumanlar utansın. Hele bir de kendilerine yapılan sözde haksızlık için‘çamur at izi kalsın’ savunmaları var ki bana bir yerden tanıdık geliyor. Sanki dizinin bir bölümünde biz rolleri değiştirdik. Allah’ım günleri aramızda çeviriyor musun yoksa?
Laisizmin gayretkeş savunucuları, sobelendiğini kabullenmek neden bu kadar güç? Soğuk savaş taktikleriniz, içi boş projeleriniz, provokasyon dalavereleriniz, gizlediğiniz silahlar, katlettiğiniz ve katletmek üzere olduğunuz insanlar bir bir çıktı ortaya. Erken de değil üstelik geç bile kalındı. Nemalandığınız size yetmedi ama bize bayağı arttı.