Ceylanları avlamakta güçlük çektiklerinden, bu soruna bir çözüm bulmak için gizli toplantılar tertip etm
işler, kongreler toplamışlar ve sonunda aralarından bir heyet seçip, ceylanlara elçi olarak göndermişler.
Elçi sırtlanlar, görenleri hayran bırakan ceylanlara gelip, “Herkese yetecek kadar nimetin olduğu şu koskoca dünyada huzur istiyoruz. Bu yüzden biz tüm türleri ziyaret edip, sulh içinde yaşama arzumuzu iletmek için geldik. Aslına bakarsanız, biz bugüne kadar sizden hiçbir kötülük görmedik…” diye sözlerine devam ederken, narin ceylanlardan biri söze grip, “iyi ama biz sizden çok çektik, dünyadaki huzur sizler yüzünden bozuluyor, bu sulh nasıl sağlanacak” demiş.
“Haklısın sevgili dostum, geçmişte böyle şeyler yaşandı, ama sırtlan sürüsü olarak şu dünyada birlikte mutlu mesut yaşayıp gitmememiz için hiçbir neden yok. Biz de huzur istiyoruz. Bu yüzden sizinle bir saldırmazlık anlaşması yapma teklifi ile geldik. Sadece sizinle değil, konu komşu herkesle aynı sulh anlaşmasını yapmak istiyoruz. Bundan dolayı tüm sırtlanlar adına özür dileriz” diye tamamlamış sözlerini…
İkram izzet faslına geçilmiş. Misafirperver ceylanlar türlü türlü meyve, sebze ve türüm türüm kokan otlar ikram etmişler sırtlanlara. Su ikramlarını kabul edip, “tokuz” diyerek tadına bile bakmamışlar yiyeceklerin, sadece kandan beslenen sırtlanlar.
“Eyvallah, anlaştık o halde” demişler herkesi kendileri gibi dürüst ve vefalı sanan ceylanlar. Bu sırada kuzu görünümlü sırtlanlardan biri “ancak” demiş, “küçücük bir ricamız olacak...”
Şeytanlık nedir bilmeyen ceylanların “estağfirullah”ı üzerine kurtlardan biri söze girmiş, “biz yakışıklı, şık giyimli, varlıklı entelektüel sırtlanlar sürüsü olarak size bir daha asla saldırmayacağız, ancak bu ahdi bozacağına inandığımız biri var aranızda. Onu bize vermeniz şartıyla geçerli olacak bu anlaşma…” demiş.
Daha dün İber ve Prusya’dan sürüldüklerinde ‘bu sırtlanlar bizi içten çökertmeye dönük bir hinlik yapar mı’ diye düşünmeden onlarla yerlerini yurtlarını paylaşan ve fitne, fesat nedir bilmeyen ceylanlar “kimi” demişler.
İçlerinden basiret sahibi bazı ceylanlar “etmeyin ağalar, bunlar hindir, bunların Allah birdir demelerinden gayrısına inanılmaz” dese de, içerideki hainler, saflar, çekememezlik hastalığı olanlar “bir kişiden ne olacak, verelim kurtulalım” diye tutturmuşlar. Oylamaya geçilmiş, “verelim” diyenler, karasız kalanlar ile “vermeyelim” diyenlere baskın gelmişler.
Hinoğlu hin sırtlanlar heyetine, içlerinde liderlik yönü en güçlü, en aklı başında olanlardan birini vermişler ve bir de sözde anlaşma imzalamışlar...
Aç gözlü sırtlan sürüsü verilen kıymetli ceylanı, param parça edip yemişler.
Aradan kısa bir süre geçmiş ve sırtlanlar yine gelmiş ceylanlara. Demişler ki, gördüğünüz gibi antlaşmamıza sadığız. Ancak bunun devam edebilmesi için, aranızdan birini daha vermeniz gerekiyor. Ceylanlar yine toplanmış ve verelim diyenler baskın gelince, birini daha teslim etmişler kurnaz mı kurnaz sırtlanlara.
Bu hâl böyle devam edip gitmiş. Sonunda koca ceylan topluluğundan sadece iki ceylan kalmış. Benekli ceylan, beyaz ceylana sormuş: “Biz nerede hata ettik?”
Beyaz ceylan cevap vermiş, “galiba biz hatayı, liderimiz olan ilk ceylanı teslim ettiğimiz gün yaptık!”
Biz Müslüman halklar, başkalarının alın teri ve gözyaşından beslenmeyiz. Bazıları gibi kirli şeytani düzenler kurmayız. Bu nedenle gözümüz kimsenin aşında, namusunda ve huzurunda değildir. Hile, hurda, vahşilik ve şeytanlıkla işimiz olmaz bizim...
Zaman zaman aramızdan az da olsa fıtratına aykırı davranan, aklını ve vicdanını kiraya verenler çıkabilir. Zaten onlar bizden, bizde onlardan beriyiz. Lakin onların iş tuttukları hannasla birlikte çevirdikleri hile ve desiseler, zaman zaman Müslümanların bölünüp parçalanmalarına yol açabiliyor ve tarihin akışını menfi yönde etkileyebiliyor.
Galiba Müslümanlar olarak ilk hatayı, Sultan Abdülaziz Han’ı teslim ettiğimiz gün yaptık. Ardından Sultan Abdulhamid Han, Sultan Vahideddin, Ali Şükrü Bey, Adnan Menderes, Turgut Özal, Necmeddin Erbakan ve daha nicelerini teslim ettik bu sırtlanlara…
Ama yabancı sırtlanlar ve işbirlikçileri bir türlü doymadı. Şimdi de Recep Tayyip Erdoğan’ı istiyorlar. Ya O’nu da teslim edip, iddialarımızdan vazgeçeceğiz yahut dik durup, artık hiçbir kurban vermeyeceğiz!
Peki, Erdoğan’ı neden istiyorlar? Onlara göre pek çok neden var. Bir sebebini, uluslararası bir örgütte çalışan (güvenlik nedeniyle ismi bizde mahfuz) Somalili A’nın ağzından dinleyelim: “Somali’yi Tayyip Erdoğan öncesi ve sonrası diye ayırmamız gerekiyor!”
“Nasıl” dediğimizde; “Cehenneme çevrilen Somali’ye hiç kimse gelmez hatta Somalililer bile terk ederken, Erdoğan Somali’ye geldi. O geldikten sonra yurt dışındaki Somalililer, ‘hiçbir çıkarı olmadığı halde, Erdoğan bizim ülkemize gelip, bu kadar ilgileniyor ve elini taşın altına koyuyor da bunu biz neden yapmıyoruz’ diye hicap duyup, ülkeye dönmeye başladılar. Böylece beyin göçünün geri dönüşü hızlandı ve ülkeye sahiplenme başladı” diyerek cevap veriyor.
Tayyip Erdoğan’ın, Sahabe-i Kiram efendilerimize ev sahipliği yapan merhum Necaşi’nin emaneti Somali’ye sahip çıkması ve Somalililerin Türkiye’ye ilgi göstermesi, İngiltere’nin bölgedeki oyunlarını altüst eder.
Buna sinirlenen Başbakan David Cameron, İngiltere ziyareti sırasında Somali Devlet Başkanı Hasan Şeyh Mahmud’u karşılamak şöyle dursun, ders vermek için Downing Sokak 10 numaradaki resmi konutun kapısında yarım saat bekletir.
Bu yetmezmiş gibi kapıda beklettiği Mahmud’un görüntülerini medyaya servis ederek, hem mazlum Somalililerin, hem de tertemiz bir adam olan devlet başkanlarının izzetiyle oynar. Bunu göremeyen Türk medyası bile bu şeytanlığa alet olur. Erdoğan ise, Cumhurbaşkanı olunca yeniden gider Somali’ye...
Bize basiret ve ferasetli liderler gerek. Biz içimizden çıkmış yiğitleri bir daha kurtlara, çakallara, sırtlanlara teslim etmeyeceğiz. Bu böyle biline!
Kaynak ve devasmı için