Entelektüellik ile Zenginlik Karşılaştırması
Murat Belge, aydın ile entelektüel arasında illaki bir farktan söz edilecekse, aydının bazen iktidar/sistem yanlısı olduğunu, entelektüelin ise, her koşulda iktidara/sisteme muhalif bir duruşu olduğunu söyler. Bu önemli bir tespittir ve başta Fransa tarihi, Türkiye tarihi ve Sovyetler tarihi açısından büyük önem arzeder. Ancak yazımın konusu bu değil. Entelektüel başlığı altına aydınları da dâhil ederek, entelektüellerin varoluşu ile zenginlerin (burjuvaların değil) varoluşu arasında bir karşılaştırma yapmak istiyorum.
Türkiye’de yakın geçmişte olsun, bugün olsun, yazar-çizer kesiminin nasıl bir aile ve çevre ortamından çıktığını hep merak etmişimdir. Bunun üzerinde durmayı önemsiyorum.
Bir kere entelektüellik, zorlu ve uzun bir sürecin ürünüdür.
Ülkemizdeki zenginlik ise (burjuvalığı kastetmiyorum), birtakım fırsatların iyi kullanılmasıyla, iktidar ilişkileri/siyaset yoluyla, bürokratik dümenlerle, volelerle veya çalma çırpmayla kısa sürede sağlanabilir. Kısa sürede dürüstçe çalışanın zengin olması mümkün değildir; özgün projeler, bilgiler taşımıyorsa. Ülkemiz bu konuda verimli bir hıyar tarlasıdır! Gerisi laf-ı güzaftır!
Entelektüellik bir veya birkaç kuşak ilişkisini zorunlu kılarken, zenginlik, pekâlâ kısa bir zamanda elde edilebilir.
Ülkemizde zenginleşmenin büyük ölçüde köklü aile olmakla bir ilişkisi yoktur. Entelektüelliğin ise, büyük ölçüde köklü aileyle ilişkisi vardır.
İpek Çalışlar’ın “Halide” kitabını okurken, epeyidir merak ettiğim bu konuyu yazma ihtiyacı duydum. Ülkenin anasını ağlatan İttihatçılara da, Cumhuriyeti kuranlara da baktığınızda, bu süreçte işçinin/köylünün, Kara Kemal zengini esnafın da hiçbir etkisi yoktur, olamaz da! Marks, işte bu temel gerçeği çok iyi bildiğinden, işçi sınıfının kendiliğinden sınıf yerine kendisi için sınıf olması, yani devrim yapabilmesi için bir partiye ihtiyaç duyar ve devrimi de parti aracılığıyla aydınlara ihale eder!
Osmanlı ve erken cumhuriyet dönemi münevverlerine (aydınlarına) baktığımızda, çok büyük bir bölümünün birkaç kuşak ötesinden gelen bir okur/yazar yapıya sahip olduğunu görürüz.
Bugün bile çok az sayıda yazar/çizerin ailesi memur, köylü, işçidir. Örneğin Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Rıfat Ilgaz gibi az sayıda aydınlarımız böyledir.
Aydınların çok büyük bir bölümünün aileleri büyük bürokrat, birkaç kuşak aydın, asker veya mali durumları iyi olan kesimlerdir. Osmanlı’dan beri paşa sülalesinden olanların, sarayda veya Babıâli’de yüksek görev yapanların ailelerinden yetişen kimi çocuklar, cumhuriyet döneminin de aydınlarını oluşturmuşlardır.
Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Yahya Kemal, Halide Edip, Yakup Kadri, Halid Ziya, Çetin Altan, Can Yücel, Orhan Pamuk, Murat Belge ve daha bir yığın yazar, sanatçı; daha baştan ‘şanslıdırlar’.
Doğdukları ortamda sanat, edebiyat ve siyaset konuşuluyor, evde bir müzik aleti (genelde piyano) oluyor. Ailenin üyelerinden resim, müzik, heykel gibi sanat dallarıyla uğraşanlar oluyor. Böyle bir ortamın içine doğan çocukların çoğu da, öğrenme, bilme ve üretme faaliyetine giriyorlar. Genel olarak bu entelektüel faaliyetin, maddi zenginleşme faaliyetiyle pek bir ilişkisi ve benzerliği yoktur.
Beyinsel faaliyet, gerçekten uzun süreli ve zahmetli bir faaliyettir.
Böyle bir ortamda doğmayanlar için entelektüel olmak çok daha zor ve alabildiğine sınırlıdır.
Böyle olduğu içindir ki, gerek ülkemizde ve gerekse diğer ülkelerdeki entelektüel hayatın taşıyıcıları belli bir maddi refaha sahip, eğitim hayatı giderlerinin karşılanabildiği, bir veya birkaç kuşaktan beri yazar/çizer bir aileye mensupturlar. Klasik Rus edebiyatının şahsiyetleri ile Osmanlı/Türk edebiyatının şahsiyetleri bu açıdan birbirine çok benzerler.
Zenginlik mi?
Bakın çevrenize; daha dün İstanbul’a gelip de, bugün rezidence dikenlere bakın!
Burjuvaziyle entelektüellik arasında dinamik bir ilişki varken, bu türedi zenginlikle entelektüellik arasında hiçbir ilişki yoktur, olamazda!
Kim ki bir entelektüeli, sanatçıyı hor görüyor ve kültürsüz zenginliği hoş görüyor ise, ondan tiksiniyorum!