Emperyalizimin Ezeli-Ebedi Türk Düşmanlığı
Türk’ün aşı ile yaşamını sürdürdüğü halde; hiç utanmadan ve Allah’tan korkmadan baş ağrıtan bir güruh, "Kürt sorunu'na çözüm” derken, yeni sorunların kapıları açılmaktadır. Bu sorunlar ileride başka gerginlikler de yaratabilecektir. Bu hale gelişin yakın geçmişine iyi bakmak gerekir. Sovyetlerin çökmesi'nin ardından "Yenidünya düzeni" paranoyası gelmiştir.
Düzenin üzerine oturtulduğu iki temelden biri siyasi, diğeri ise iktisadi’dir.
Yeni düzenin "düzenleyicisi" sanayileşmiş devletler olarak ortaya çıkmıştı.
Ama aslında bu "yenidünya düzensizliğini" getirdi.
Menfur akım ile birlikte Balkanlar'dan başlayan, Akdeniz'e inerek Ortadoğu sınırlarını zorlayan istikrarsızlık kısa sürede Asya içlerine uzanmış; Kafkasya'yı etkisi altına almış; Buna paralel siyasi ve iktisadi nüfus arayışları, çatışmaları başlamış, Kafkasya kaynarken Ermeniler Azerbaycan’a çullandırılmıştır.
Bunlar rastlantı değil, bütünüyle plânlı ve programlıdır.
Türkiye'nin Güneyi'nde yeni harita değişiklikleri ciddi talepler biçiminde gündeme gelmeye başlamış; Balkanlar, Kafkasya, Akdeniz, Irak ve Suriye hattında Türkiye'nin hayatı çıkarlarının sarsılması için yıllardır sürdürülen entrikalar hız kazanmıştır. İşte, Irak'ın ABD ve İngiltere tarafından işgalinin yarattığı sorunlar. Yugoslav parçalanmasının yarattığı ekonomik ve sosyal travma, insanlık dışı savaş ve alçakça saldırılar, NATO ihanetleri ve nihayet Irak'ın Kuzeyi'ndeki tarihsel emperyalist haritanın çizilmesi ve uygulanmaya kalkışılması..
Türkiye'deki umumi manzara
Türkiye’de Ermeni, Rum-Yunan ve Yahudi diaspora’sı Kürt açılımını tartışıyor.
Adına “aydın” denilen ihanet şebekeleri buna “ortak diriliş” yaftasını yapıştırdı.
Böyle bir konjöktürde ortak dirilişi bu cümle ile anmak doğru mu?... Sözde "Kürt sorunu açılımı" acaba ortak diriliş midir? Bu zekâ düzeyi düşük, ihanet potansiyeli yüksek, hain şebekelerin başımıza açtığı belâ, acaba!.. Cumhuriyet'in kuruluş felsefesini de tahrip edecek gelişmelere yol mu açacaktır?
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!...
(Önemli Not: Bu vecizenin aslı ve orijinali şöyledir:
Türk demek: Türk’çe düşünmek, Türk’çe konuşmak ve Türk’çe yaşamaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene., Gazi Mareşâl Mustafa Kemâl ATATÜRK)
Şimdi "Kürt açılımı" denilirken ve siyasetler bunun üzerine konulurken, eğer "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözü yazılı olduğu yerlerden kaldırılır ve “Kürtçe’nin ikinci dil” olarak Anayasa girmesi dayatılırsa ise işte o zaman Türkiye tahmin edilemez sorunlar içine itilmiş olacaktır. Bunun getireceği sorun/sorumlulukları hiçbir omuz kaldıramaz. "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözünün kaldırılması "bir başka reddi miras" olur ki, o zaman bunun siyasal bilânçosu çok ağırdır.
BİR HATIRLATMA:
CLAMENCEAU VE TÜRKLER...
Birinci Dünya Savaşı öncesinde, sırasında ve sonrasında emperyalizm "Türklere karşı amansız bir kin ve derin bir düşmanlık içinde olmuştur. Çünkü binlerce yıllık tarihin mirasçısı olan Türk milleti vardır, diridir. Emperyalizm için adeta kâbus gibidir ve bu hedeflerinden hiç çıkmamıştır. Meselâ, Mustafa Kemal Paşa, Atatürk Anadolu'da Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali'ni başlattığında İstanbul Hükümeti ile Anadolu'nun İlişkilerini kesmiştir. O sıralarda zamanın Sadrazam'ı Damat Ferit, Paris Sulh Konferansı'na çağırılmıştı. O konferans sırasında Fransız Başvekili Clamenceau, Damat Ferit'e 19 Haziran 1919 tarihli, bir mektup verdi.
Clamenceau o zaman mektubunda en çirkin ifadelerle Türkleri suçlamıştır.
Mektuptaki şu ifadelere bakın: “Türkler... kabiliyetlerinin mahdut (sınırlı) olduğu bir, sahada vazife ifasına (yapmaya) kalkışmakta, neticede çok az başarı elde etmektedirler...
Türk hâkimiyeti dünyaya zarar vermiştir..."
Mektupta çok dikkat çeken bir husus vardır: “Osmanlı İmparatorluğu” denilmemekte, “Türk İmparatorluğu” denmektedir. Zira tarihi gerçek budur.
Clamencau mektubunda "Türklerin kabiliyetlerinin sınırlı olduğunu söylemektedir.
Ama dönem emperyalizminin Anadolu ve Trakya'yı, işgali içinde Fransız orduları da vardı. Fakat Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali emperyalist işgali yenmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın, başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali bütün dünya düzenini de değiştirmiş emperyalist devletler sömürgelerini kaybetmeye başlamışlardır.
Türk düşmanlıklarının" bir nedeni de budur. Ve emperyalist siyaset Türkiye üzerinden elini hiç çekmemişlerdir. Şimdi Kürt açılımı denilirken, uluslararası konjonktür buna müsait" cümlesi bunun yanına konulmaktadır. Bu bir bakıma, "PKK terörünün arkasında uluslararası desteğin olduğunun" itirafıdır. AKP siyasi iktidarı iş başına geldiğinde emperyalizmin taşeron ve tetikçisi terör sınır noktasında idi. "uluslararası konjönktür" yeniden harekete geçmiştir.
Clamenceau o mektupta başka ne demiş:
"...Türkiye İmparatorluğu dâhilinde yaşayan gayrimütecanis (ayrı ayır) olan milletlerin kaderini tayin etmek müttefik ve galip devletlere yüklenmiş bulunmaktadır..."
TC kurulduğu günden bu yana vahşi kapitalizm ve emperyalizmin tehdidi altında...
Bu nedenle, yabancı güçlerle kol kola girmiş hükümetlerin, ülkemiz için hayırlı ve faydalı olması beklenemez. Bir de, Amerikan çıkarlarının Ortadoğu'daki taşeronluğundan pay almaya uğraşan, güdümlü ve uydu bir dış siyaset izleniyorsa vaziyet çok vahim demektir.
Dahası: TC'yi yönetmekte olan güçler, 11 Kasım 1938 karşıdevrim çapulcuları gibi ‘Atatürk ilkeleri ve Türk inkılâbı’nın ‘bertaraf edilmesi’ yönünde menfur bir süreç başlatmak emelinde iseler, felâket kapıya dayanmış demektir. Özellikle, bu güçlerin oluşturduğu siyasi parti, bütün usul ve unsurları ile “İslâmi” bir kurum olan laiklik karşıtı eylemlerin odağı ise; Buna eskilerin deyimi ile "malumu ilan" denir. Çünkü bu, zaten milletin malumdur!..
PEKİ, MALUM OLAN NEDİR?..
1281’den 1913’e kadar Batılıların hazırladıkları 100 projeyi hatırlayın; 1913 yılından bugüne olanları da asla unutmayın. Çünkü bugünkü terör, tedhiş, yalan, talan, gasp, irtikap, soygun-vurgun karşısında menfur Batı'nın davranışları ile AB kurulumunun Türk ve İslâm’a karşı nasıl bir koz ve tuzak olarak kullanıldığını değerlendirmemiz mümkün olabilsin.
1838 Balta Limanı antlaşması ile Türk Limanları İngilizlere ticaret amacıyla açılmış, gümrük kolaylıkları getirilmiş, misyonerlere hareket alanı kazandırılmış; Islahat ve Tanzimat fermanları ile Osmanlı tebaası gayrimüslimler üzerinde batının fiili vesayeti kabul edilmiş ve bu süreçte Yunanlı, Bulgar, Ermeni ve Araplar Osmanlı’dan koparılmıştır.
1918’de Sevr projesi yürürlüğe konulmak istenir. Netice alınmaz. Bu tarihten itibaren yapılan plan sayısı belirsizdir. İstanbul'da Romanya elçisi olarak görev yapan Trandafir G. Djuvara isminde bir diplomat 1914’de Cent projets de partage de la Turquie isimli bir kitap yazar. Kitapta 1281 -1913 yılları arasında “Türkleri Avrupa'ya sokmamak ve Türkiye'yi parçalamak” için hazırlanmış 100 proje anlatılır. Kitabın özetini, Yakup Üstün 1979 yılında tercüme etmiş. 1999’da E.B.Elçi P.Tacer'in tercümesiyle Gündoğan Yayınevi yayınlamış.
1914 yılında yazılan kitabın önsözünde deniliyor ki:
“Şark Meselesi (Doğu sorunu) Türklerin Avrupa'ya girmeleriyle başlamıştır.
O zamandan bu yana Türkleri Avrupa'dan atmak, Türkiye'yi parçalamak için planlar yapılmıştır. İstanbul'un fethi Batılıların müdahalesi için iyi bir vesile oldu.
Haçlı Seferleri kargaşasının yerini Türkiye'nin paylaşılması projeleri aldı. Bu plânları hazırlayanlar arasında ihtiraslı, becerikli olanlar yanında, hayalci ve ütopyacı olanlar da vardı. Çok sayıda papa paylaşım projesi yanında; Ünlü devlet adamları I. Fransuva, I. Maksimilyen, XIV. Louis, Büyük Petro, II. Katerina, II. Josef, I. Napolyon, I. Aleksandr, I. Nikola da paylaşma projeleri hazırladı. Orhan'ın oğlu Süleyman Gelibolu yakınındaki Çimpe Kalesi'ni aldı. Edirne 1360’de alındı. İşte o tarihten bu yana Avrupalılar Türkleri Avrupa'dan atmak, Türkiye'yi parçalamak ve paylaşmak için proje üzerine proje hazırladı." (*)
Kitapta: “Osmanlı devleti birden yok olmadı. Yavaş, yavaş parçalandı.
Yok oluşun ana nedeni ve temel sebebi, toprakların çok genişlemesi, ulus, din, dil farklılıkları, milliyetçiliğin güçlenmesi, askerin zayıflaması, disiplin ve otorite kaybının yanı sıra; Azınlıkları ayrılma ve ayrı devlet kurmaya yönelterek ayağa kaldıran en güçlü amil olan “dincilik” İslam ve İseviler arasında şiddetli bir düşmanlık ortamı yarattı.
Zira İslam dini maneviyatı yönetmenin yanında, devletin idaresine karışmak iddiasındadır” deniliyor.
Ki, bu iddia sübjektif, gerçek dışı, İslâm’a iftira, yalan ve uydurmadır.
Kitabı okuyalım.
Okuyalım ki, vahşi batı’nın Türk ve Müslümanlara karşı kin, nefret, menfur niyet ve düşmanca amaçlarını bilelim. Ama “batı bize ezelden beri düşman” diyerek, elbette küsüp kös oturacak halimiz yok. Ferasetle bakıp, gerçeği görerek, kendi politikamızı “mutlak mütekabiliyet esasına dayalı” ve her şeye rağmen egemenlik ve özgürlüğümüzü korumak üstüne kurmak gerek.
NETİCE OLARAK:
TC’ye iki dil dayatanların ülkelerinde, nasıl ki, “tek dil, tek vatan, tek millet, tek bayrak” kaidesi geçerli ve zorunlu ise; Kesinlikle ve mutlaka bizde de öyle kalacak ve sistem böyle kalacak!.. Ve nasıl ki; "Fransızlar ülkelerinde yaşayanlara Fransız, İspanyollar İspanyol diyorlarsa tabii ki Türkiye hepimizin ortak vatanıdır. O da tamamdır.
Ama birileri "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözünün kaldırılmasını ve “ikinci bir resmi dil konulmasını” istiyor diye bu ‘çözüm’ olarak telâffuz edilmez. Edilirse, bu aciz ve zayıf omuzları cürüm sorumluluğunu kaldıramaz.
TBMM, bugünkü varlığını Mareşal Mustafa Kemal Paşa’nın Atatürk'ün başlattığı Milli Mücadele ve Anadolu İhtilali Felsefesi'nden almaktadır. Ona dokunulamaz Sorumluluğu ağırdır. (*) Nurullah Aydın 5 Ocak 2011
Masum olan, ana dilde eğitimin alınabilmesi, ana dilin konuşulması, konuşulabilmesi.
Masum olmayan, içinde hainlik boyutları bunan argüman ise, ucu iki resmi dile varan talepler zinciri...
Biz Türkçe'yi dünyada yaygın ve geçerli hale getimeye çalıştıkça, Türkçe konuşulan coğrafyada ikili bir dil den bahsedilmesi bu kültürün değerlerini taşıyan metabolizmanın kimyalarında/mayalarında bozukluk olduğunu gösterir.
Ocak 15th, 2011 at 11:53Aziz ve kadim üstad; Sevgili ve değerli Hocam:
Ocak 15th, 2011 at 18:05Sözde Kürt sorunu, özerklik ve iki dil gibi, "Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası" insanlık ve yurttaşlık hakları, adalet ve hukuk bakımından son derece gerici, ihanet kokulu ve yobaz girişimlere sahiplik, yardım ve yataklık etmek de, mutlak bir metabolizma bozukluğuna; Daha açık bir ifade ile damarlarında "kirli kan" taşımaya delalettir. Ülkemizde, damarlarında "kirli kan" taşıyanlar ise;
Kürt kardeşlerimiz veya apaçık kendini ifade eden namuslu-dürüst, onurlu ve sorumlu vatandaşlarımız değil; Kendilerini özenle kamufle ederek, devletimiz ile saf ve samimi, iyi niyetli insanlarımızı sömüren Ermeni, Rum-Yunan ve Yahudi diyasporasıdır. Dikkat edin lütfen!.. "Kürt sorunu diye yırtınan, iki dil ve özerklik isteyenler" arasında bir tane bile Kürt yok. Selâm ve saygılar. MNS