Elli Beşinci Ordu…
Ben hınzır ve haset bir adamım… İşim, gücüm yapılanları kıskanmak.
Memleket kurtarıcılarımızın ardına düşüp ne güzel mal-ü hülyalara dalarken… Arabanın
tekerine çomak sokmanın ne âlemi var?
Geçen yıllardan birinde yönetim değişip hevesle yeni bir marka yaratmak heves ve
arzusunda olan Ünye Ticaret Odasına bir istekte bulunulmuştu.
İstek şu idi;
Bu yıl Ünye’de iş kapatan ticaret erbabı kaç tane ve hangi iş kolunda? Ve aynı zamanda
açanlar kaç tane ve hangi iş kolunda?
Cevap,
“Allah’ını seversen başka işin yok mu? Uzun ve zor iş… Cevabını ancak bir haftada
verebiliriz.”
Olsun, biz bekleriz dediğimizde… “Peki” demek zorunda kaldılar. Ama henüz bir hafta
bitmedi… Belki gelecek sene seçimlerden önce biter.
Burada Ticaret Odasını eleştirecek değilim. Zaten odaların işlevini ve “işleyiş mantığını”
(kendi odam olan Mimarlar Odası da dâhil) benimsemiş değilim.
İçimdeki ses odalar için, devletin vatandaşı “zaptur-u zap” altına almanın bir başka yolu
diyor.
Çünkü bu tür kuruluşlar… Ve hele de iktisadi kuruluşların işleri hep rakamlar ve istatistikler
yani veriler üzerine olmalıdır.
Yoksa geleceği planlamak bir kurtarıcının kuyruğuna takılmaktan öte gitmez.
Geçen hafta bir haber sitesinde Türkiye İstatistik Enstitüsünün verileri yayınlandı. Ordu
ilimiz seksen bir vilayet arasında ekonomik ve sosyal gelişmişlikte elli beşinci; Karadeniz Bölgesi
itibarıyla da sondan ikinci imiş.
Erinmedim “Gogol amcaya” başvurdum… “Gogol amca” karşıma İş Bankasının bir raporunu
çıkardı. Ordu ilimiz gelişmişlikte İki bin beş yılından itibaren elli üç ile elli dokuz arasında gidip
geliyor.
Sadece iki bin on iki yılından sonra iki yıl iktisadi gelişmişlikte yirmi dokuzuncu geliyor. O da
bankalarla alakalı kredi, mevduat gibi konularda… Belli ki artan fındık fiyatının etkisi olsa gerek.
Kısaca,
Kurtarıcıları ve haşmetlileri bol Ordu’muz gelişmişlikte alt sıralarda debelenmekte…
Birilerimiz… Olsun kefenin cebi mi var… Öbür tarafa fukara gitsek ne olur yani… Diyebilirler.
Lakin…
Öbür dünyayı ha bire hatırlatıp bize aba altından sopa gösterenlerin dünyalıkları arş-ı alayı
neden aşar?
Hani Nasrettin Hoca hikâyesinde… Hocanın ağaya “yahu biraz da biz ölelim…” Dediği gibi
fırsat tanısalar da biraz da biz nemalansak… Olmaz mı?
Öbür tarafta sorgu melekleri kazara “zenginlik nasıl bir şey?” Diye sorarlarsa ne olacak
halimiz?
Bütün bunlardan ziyade biz garip- gurabaların fakirlik canımıza tak etmemiş gibi aklımız,
fikrimiz teleferiklerde… Mekke’nin Fethinde Belediye Başkanının nasıl da endamlı namaz kıldırdığı…
Ya da Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanına hakaret iddiasının AKP’Lİ İlçe Başkanına dert olması
üzerine…
Galiba memleketin itibarı ve cennetin anahtarı bunlar üzerine… Öbür tarafta sorular
buralardan çıkacak.
İşin tuhaf tarafı bu denli dibe vurmuş bir ekonominin tek sebebinin fındık fiyatlarının düşük
veya yukarıda olmasına endekslenmesi…
Yani işimizin önce Allaha… Sonra da Fındık Tiranlarının insafına kalmış olması…
Kısaca,
Kurtarıcısı bol… AVM’si… Bankası… Cep telefonu… Ekmek arası, Ev yemekleri aşevleri bol bir
memleketin de üretiminin de bol olması gerekir… Değil mi?
Çünkü bütün bu saydıklarımız tüketim ekonomisi üzerine… Kazanacaksın ki… Bankaya, AVM’
ye, cep telefonu almaya ya da ev yemekleri dükkânına tıkınmaya gideceksin.
Ne yazık ki ne fındıkta… Ne sanayide… Ne de eğitimde… Üretim dibe vurmuş durumda…
Bu işte bir hınzırlık var ya… Ben de mi? Yoksa büyükbaşlarda mı?
Aptallığım üzerimde ki… Bir türlü kestiremiyorum…
Belki de… İmanımızda bir sıkıntı var… Nihat Hatipoğlunu mu getirsek acep…