content
09 Nis

Elimin Hamuruyla mı? Evet!

Kaçınız elle tutulur teoriler savurdu, nefret tümcelerinden başka ne gibi mamuller üretebildiniz? Peki, elinizin hamuru var mı?Son yazıdan sonra birçok mail aldım. Neden bilmediğim konularda ahkâm kestiğime dair... Sosyolojik konulara müdahil olmamam, alanım olan edebiyatla ilgilenmem konusunda yorumlara bir anlam veremedim. Alanımın sosyoloji buradan belirteyim. Lakin ondan ziyade beni edebiyatçı zannetmelerine şaşkınlığım. O kadar imla ve kelime hataları ile yazılarımı süslerken, bul karayı al parayı formunda yazım hataları ile hata aramaya meyyal genetik kodumuzun tezahürü okuru sevindirik edecek malzeme verirken, beni edebiyatçı sanmaları paradoksal bir durum değil mi?

Geçen Haftaki Yazımı Tekzip Ediyorum!

Buradan tekzip etmem isteniyor, buyurun geçen haftaki yazımı tekzip ediyorum: Ziya Gökalp milletin başına ördüğü “HARS” ideali ile hala cebelleştiğimiz bir kal-u belayı bize musallat etmiştir. Bakmıştır batı milliyetçilikle dağılmadan büyüyor da büyüyor. Biz de ne yapalım, alalım adamların teknolojisini ama lütfen istirham ederim kültürüne bulaşmayalım demiştir. Ama pabuç pahalıdır, işler hiç de umduğu, tasarladığı gibi olmayacaktır. Hoppala, tekzip bunun neresinde diyenlere, az bile söylemişim düzeltmek istedim diyorum.

Bir Diğer Sosyolojik Öngörü!

Bir zamanlar Herbert Spenser da “Sanayi ve sanayileşme, insanların bütün dertlerine derman olacak, seri üretimle insanlar refah seviyesine, eşit tüketim hakkına kavuşacak.” demiştir. Peki, öngörüsü nasıl olmuştur da elinde patlamıştır? Seri üretim bir hammadde ihtiyacı doğurmuştur. Bu hammaddenin temini için Dünya çapında birçok ülke emperyalizmin pençesi arasında can vermiştir. Ya kendi insanları? Seri üretim bantlarında kadınları, ufacık çocukları günde 16 saatlik ağır çalışma koşullarında hunharca can vermiştir.

Türk Milletindenim, İslam Ümmetindenim, Garp Medeniyetindenim

Ziya Gökalp’ı bilmiyorum öyle mi? Ben onun tutkusundan kör olacak kadar davasına kendini adamış bir adam olduğunu biliyorum. Bir davette kendisine sırf dalga geçmek için: “Nedir bu hars dediğiniz, ben hiç bir şey anlamadım kuzum” diyen şımarık genç kadına saatlerce onun dinlememesine aldırmadan harsi medeniyeti anlatacak kadar fikriyatına meftun bir adam. Samimi, adanmış, düşünen, didinen, aydın lakin kimse kusura bakmasın yolu yanlış, açtığı derin yaranın içinde debelenenlerden olduğumdan biliyorum.

Zaten Ziya Gökalp’in “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, garp medeniyetindenim.” diyerek her bir tarafa dağıttığı mavi boncuklar birçok insanın ayağına takılmış alaşağı etmiştir. Biz Alman değiliz. Irka dayalı bir sosyal tutkalla bağlanmadık birbirimize. Milliyetçilik DNA’mızda olmadığından bizde sakil duruyor. Birçok kültürün bir arada yaşayabildiği köklü medeniyetimizin tutkalı, yani üst kimliği İslam diniydi. Ne zamanki üst kimliğe ulusal statümüzü oturtarak toplum mühendisliğine savunan Ziya Gökalp gibilerinin yanlış teorilerine uyduk, yahut kızıp karşı atak geliştirdik ve yine uyduk; ol vakit ayran içtik, ayrı düştük, selam verdik borçlu çıktık.

Kardeşim Evden Kaçtı, Vurayım Mı?

Kürt milletini evinde kötü muamele gören, dayak yiyen ve evden kaçan bir çocuk kabul edelim. Şimdi onu eve döndürmenin, tekrar bir aile olabilmenin yolu, tehdit, kan ve gözyaşı mıdır? Kürt milleti ailesine güvenini kaybetmiştir, kabul edelim. Kendi çocuğunuz olsa hakkında vur emri mi çıkarırsınız? Evine dön, ben hatamı anladım demek, onun dışarıda yaptığı hatalar, işlediği suçlara rağmen barına basabilmek, bir aile olmanın gereği değil midir? Kürt milleti evin dışında, küskün, kızgın ve tehlike içersinde. Kötü insanların oyunlarına gelebilir, kötü insanlar canını ve canımı yakabilir.

Öfkeni Yut, Dilini Tut!

Hamasete soyunma! Unut onun ve senin yaptıklarını. Hata hatayı doğurmuştur kabul et ve sürdürme. Bırak evine dönsün. O dışarıda oldukça sen ve ben ve o ve biz tehlikedeyiz. Çağır onu gelmezse hatalı olan o olsun. Sen kin gütme, kin güden kendi dehlizinde boğulsun. Bırak evine dönsün. Kimin paftasını kimin parselini vermemektesin? Unutma! O ev senin olduğu kadar onun da evi. Tapusu sende değil, onun, senin topyekûn bir medeniyetin evi.

Onu içeri al. Sen de çıkma dışarı. Aklın onda olduğu sürece işin gücün rast gitmiyor. Gelirin artmıyor, zarar telafisinde heder oluyor tüm emeklerin. Kabul et. Sen ona kötü davrandın ve o evden kaçtı. O dışarıda belki de çok hatalar yaptı. Bırak onun günahını dillendirmeyi, kendine dön, kendinle ilgilen. Affet, af dile. Sıkı sıkı kilitlediğin kapılarını aç, rüzgâra karşı gözlerini kapat derince bir nefes al. Özür dile ve çağır. Çığırından çıkan bu amansız ayrılığın pençesinden çek ve çıkar, kendinde sıyrıl.

Elimin Hamura Bulaşmışlığı Var Kabul!

Şimdi ben elimin hamuruyla erkek işine mi karışıyorum? Erkek işi de neyse! Peki, siz çayınızın buharıyla sigaranızın dumanını eşleştirirken ettiğiniz lakırdılarla ne gibi sonuçlar elde ediyorsunuz? Kaçınız elle tutulur teoriler savurdu, nefret tümcelerinden başka ne gibi mamuller üretebildiniz? Peki, elinizin hamuru var mı? Ne elinizin ne dilinizin olmayan ayarıyla ayarını tutturamadığınız hamuru ben yoğurabilirim evet, belki sizin kelam namına gönderdiğiniz maillerle yoruladabilirim. Ama yılmam, hiç ümitlenmeyin. Elimin hamuruyla, erkek işi değil insanlık işi olan aktivist eylemliliğe soyunur, elimin geldiğini dilimin elverdiğine katık eder yoluma kaldığım yerden devam ederim. Saygılar bizden olsun, barış olsun, barış olsun…

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank