Eleştirir Ama Eleştirilemez!
Adam, kargadan başka kuş, kendinden başka gazeteci tanımaz, bilmez, kabul etmez.
Eleştirir, ama asla eleştiriye tahammül edemez.
“Ben merkezciliği” megalomaniyle birleşince, kendinden başka büyük tanımaz oldu.
Bugüne kadar gazeteciliğini hep vitrinlere oynadı. Derdi amacı, kendinden başkalarına sataşmak, onları aklınca rencide etmekti.
Hele, genç gazetecilere karşı özel bir husumeti yadsınamaz boyutlara ulaştı.
Kaleme aldığı her yazıda, mutlaka ama mutlaka genç gazetecilere yönelik bırakın eleştiri yapmayı, aşağılamaya yönelik cümleler bulunuyordu.
Yetişmelerinde en küçük bir katkısı olmayan insanlara karşı yazdığı yazılarda, onların ne kadar bilgisiz, ne kadar beceriksiz, ne kadar cahil olduklarını sürekli dile getirerek, kendisinin ne kadar çok okumuşluğunu ön plana çıkarmaya özel bir gayret sarfetmesi de, megalomanlığının bir başka noktasından kaynaklanıyordu.
“Vermeden almak Allah’a mahsustur” sözünü aklına bile getirmez. Hatta, gençlerin yetişmemesi için büyük gayret sarfeder, nedeni sorulduğunda da “kendime neden rakip yetiştireyim?” yaklaşımı sergiler.
Sonra da, “genç gazeteci arkadaşlarımdan utanıyorum” yollu yazıları kaleme almaya bayılır.
Hele hele davet edildiği toplantılarda, kendinin ne kadar büyük, diğerlerinin ne kadar küçük gazeteciler olduğunu anlatmaktan özel bir zevk duyar.
Bir de işadamları ya da sosyal kulüp toplantılarındaysa, coştukça coşar, gemi azıya almış gibi, oradaki işadamlarına methiyeler düzerken, yerel gazeteleri ve yerel gazetecileri aşağılamayı kendince bir hüner sayar.
Kendi gibi düşünmeyenler, yanlış düşünenler sınıfındandır. Çünkü, en doğrusunu o düşünür.
Sanki, MFÖ’nün seslendirdiği “Sen neymişsin be abi?” onun için yazılmıştır.
Bir zamanlar Balıkesir’de yaşanan bir fikir işçisi gazeteci ile patronu arasındaki tazminat olayını, yıllarca diline dolayıp, patrondan yana tavır alırken, gazetecinin kanuni hakkı olan tazminatını alamayınca yargıya müracaat etmesini defalarca kalemine konu yapmış ve en ağır cümlelerle eleştirmiştir.
Hatta bırakın eleştirmeyi, gazeteci arkadaşını neredeyse hainlikle suçlamıştır. Ne çare ki, aynı durum kendi başına gelince, aynı hainliği(!) kendisi sergilemekten kaçınmamıştır.
Öyle ya, başkası yapınca hainlik, kendisi yapınca kanuni hak oluyordu!..
Yazılarında zaman zaman yerel medyanın, yolsuzlukları, yanlışlıkları açıkça ortada olan birçok bürokrat, daire müdürü ve amirini eleştirmemeye özen gösterdiğini öne sürüp, ilan, reklam, abone gibi özel nedenlerle üstüne gidememekle suçlarken, her nedense bugüne kadar kendisinin belge, bilgi ortaya koyarak, herhangi somut bir olayı ortaya çıkarttığına da hiç kimse tanık olmamıştır.
Duayen gazeteci olarak kendini lanse etmeye çalışır da, kendinden başka hiç bir köşe yazarını okumadığını yazmakla övünür.
Yazılarının büyük çoğunluğunda “editoryal bağımsızlık”tan dem vurur, ama çalıştığı gazetede patronunun onaylamadığı hiçbir yazıyı, yorumu her ne hikmetse kaleme dahi almaya cesaret edemez.
Kendisi hakkında ağır yazılar yazanları mahkemeye verir, sonrasında da gelen bir telefon üzerine tırstığı için, koştura koştura gittiği adliyeden, şikayetini geri çekmesiyle bilinir.
Suya sabuna dokunmayan bir eleştiri yazdığı bir kamu kurumunda çalışan bir yakını “aman ne yaptın, şimdi benim ipimi çekerler” deyince, basılmış gazetedeki köşe yazısını yalvar yakar çıkarttırır, o köşenin bomboş çıkmasını sağlar.
Öyle ya, bir gazetede bir köşenin boş çıkması onun umurunda bile değildir, o sadece kendini kurtarma derdindedir. Gazeteye gelecek eleştiri, ilgi alanının dışında kalmaktadır.
Daha yüzlerce örneğini verebileceğimiz tutarsızlıklarını bir kitabı dolduracak kadar olan bu duayen(!) gazetecinin adı bu kez burada zikretmeyeceğim. Artık herkes onun kim olduğunu zaten biliyor.
İşte bu duayen gazeteci arkadaşımız, şimdi de yazdığı bir yazı ile bir kamu yöneticisini diline dolarken, dolaylı olarak bana da aklınca laf atmış.
Gerçi, aklınca isim falan vermemiş, ama “arif olan anlar” demeye getirmiş. Yazısında bahsettiği kişinin kim olduğu da açıkça anlaşılıyor.
Aklınca, beni bu kamu yöneticisinin avukatlığına soyunmakla itham ederken, “kraldan çok kralcı olmakla” da suçluyor.
Gerçeklerin ortaya çıkmasından sanki rahatsızlık duyuyormuşum gibi bir hava yaratıp, “bu olayda kim mahçup olacak?” diye de soruyor.
Sanki, diline pardon kalemine doladığı kamu yönetici benim babamın oğlu da ben de ona arka çıkacağım.
Sen bilmiyor musun ki, her koyun kendi bacağından asılır? Eğer, o dediğin kişi gerçekten senin dediğin gibi biriyse, merak etme senden önce ben onun üstüne giderim.
Örnekleri arşivimizde çokça var. Ama sen bana bir tane kendin için gösterebilir misin?
Kaldı ki, kalemine doladığın konu ile ilgili olarak bana da çok kişi geldi gitti ve o kişiyle ilgili bir sürü şey anlattı.
Fakat, ne yazık ki hiç biri de “Şu anlattıklarını, kameraya ya da teybe konuş” dediğim zaman “Aman yapamam, sonra yanarım” diyerek, topu bana attı.
Somut belge sorduğum zaman ise bir tek belge önüme sunamadı.
Eee, bu durumda onların bana söylediklerinin doğru olduğuna nereden inanayım?
Devlet memurluğu kılıfının arkasına saklanan o zavallılar, kendi haklarını koruyup, kollamaktan acizlerse, ben ne yapayım?
657 sayılı Kanun, “amirler memurlarına hakaret edebilirler, memurlar da amirlerinin bu hakaretlerine ve haksızlıklarına kayıtsız şartsız katlanmak zorundadır” diye bir madde mi içeriyor?
Hukuk devletinde yaşıyorsak, herkes kanunlar önünde eşitse, herkes da hakkını sonuna kadar arayabilir. Ama dedikoduyla, iftirayla değil, gerçeklere dayanarak.
Onlar, anlattıklarını sağlam temellere dayandıramayıp belge, bilgi olmasından korkarak, ne yazılı bir ifade vermeyi, ne bir kamera kaydını, ne de bir teyp kaydını istemiyorlarsa, ben onların Don Kişotluğuna mı soyunmalıyım sence?
Hadi, ben korktum, tırstım diyeyim, madem sana gelmişler de, sen niye onların anlattıklarını yazmıyorsun da, sadece yüzeysel olarak, şunlar şunlar konuşuluyor diye geçiştiriyorsun, o zaman?
Duayen gazetecisin ya!.. Eminim ki, bana anlattıklarını aynen sana da anlatmışlardır. Her nedense, ben senin hiçbir yazında onları göremedim.
Eğer varsa elinde bahsettiğin konuyla ilgili somut deliller, belgeler gönder bakalım kullanıyor muyum, kullanmıyor muyum?
O dediğin şahıs için bana iki ayrı makamdan müfettişler gelip, soruşturma kapsamında onlarca soru yöneltti.
Ya bu devletin müfettişleri görevlerini yapmıyor, o şahsı görevinden alamıyor, ya da anlatılanların hiç biri doğru değil.
Ayrıca, o şahıs Allah korkusunu en iyi bilmesi gereken kişilerden biri. Ola ki, senin dediğin, iddia ettiğin olayları yaptıysa, içinde bulunduğu kurum itibariyle böylesine büyük bir vebalin hesabını Allah katında vereceğinin de hesabını yapmıştır sanırım.
Peki, anlatılanlar ya iftiraysa!.. O takdirde, senin yaptıkların da iftira atmak, günaha girmekle eş değer kazanmıyor mu? Sen böyle bir günahın böyle bir iftiranın hesabını nasıl vereceksin?
10 yıldır Bandırma’dayım. Sen de buradasın, ben de buradayım. Sor bakalım, bir kuruşluk bir maddi ya da manevi menfaat uğruna. tek bir satır kaleme almış mıyım? Peki ya sen?
Sakın şunu unutma; kendimce doğru bulmadığım hiçbir şeyi hiç kimse bana kaleme aldıramaz. Tövbe haşa, mezardan babam çıksa dahi. Bunu böyle bil.
Yazdıklarım, beğenilir ya da beğenilmez. O ayrı konu. Ama bir Allah’ın kulu da, benim için yalan yazıyor, yanlış yazıyor, menfaat karşılığı yazıyor diyemez. Varsa, gelsin yüzüme söylesin... Cevabını alır.
Merak etme, hiçbir rahatsızlık da duymuyorum üstelik. Kanunun kestiği parmak acımaz derler. Suç işlemesini bilen, cezasına da katlanmayı bilmeli.
Bunu da senden önce ben yazarım. Tamam mı?