El Sıkışmak ya da Sıkışmamak…
Güzel bir yazı okudum. Bir Hilâl Kaplan yazısı. Dik, diri, duru ve doğru bir uyarı levhası olarak yürüyor aramızda Hilâl Kaplan. Başörtülü yazarın, egzotik bir malzeme olarak menüye dahil edildiği-ve yazık ki, başörtülü yazarın da buna razı olduğu ve kabullendiği- kimi medya organlarının aksine, Taraf'ta bir özne olarak yazıyor Hilâl Kaplan. Rüşvet-i kelam vermeden, kınanmaktan korkmadan "hakikat"le bağını ince bir çizgi halinde sürdürüyor; yeni bağlar kurmaya çağırıyor. "Gelenek"ten "baba ocağındaki külleri karıştırmayı değil, közleri bulma"yı anlayan inceliğin sancısını çekiyor, hakkını veriyor. Güncelliğin kirlenmiş damarlarına alışkanlıktan uzak, klişelerden azade nefesler sunuyor.
Hilâl Kaplan'ın son okuduğum makalesinin konusu hayli "öcü": El sıkışmak ya da sıkışmamak Başörtülü hanım ablalarımızın bile beni mağdur ettiği bu konuda Hilâl Hanım ne yana düşüyordu acaba? Başlığı görünce, itiraf edeyim ki, işkillendim. Acaba konuyu esnetecek mi? Bir ara-yol mu arayacak? Pragmatik fetva mı çıkaracak? Modernliğin dokunulmaz "kutsalları" karşısında uysal bir Müslüman rolünü üstlenip hepimizi temiz çıkarma adına bir kurban daha mı sunacak?
Yazı eğip bükmüyor: "Karşı cinsin elini sıkmak, hem Yahudi hem de İslâm Şeriatı'nda izin verilmeyen durumlardan birisi." "Zaman bunu gerektiriyor"un karşısında, kesin bir dille "Dinim bunu gerektiriyor"u koyuyor.
Ne var ki, modernleşmenin bir "artı-değeri" olarak görülen "el sıkışmak" İslam'ın kodlarına göre yaşamaya çalışan insanların önünde bir tür "uygarlık" testidir. Hilâl Kaplan ya da Senai Demirci gibi her ortamda bulunmanız gerekiyorsa, test kaçınılmazdır. Ya "elimi havada bıraktı ayıbını" utanarak yüklenirsiniz ya da ezilerek "mağlubiyeti" kabul eder, el sıkışırsınız. Utanç duymaktan başka seçeneğiniz yoktur.
Hilâl Kaplan'ın "dokunduran" ifadeleriyle: "El sıkışma, asla sadece el sıkışma değildir; hele elini sıktığınız kişi başörtülü bir kadınsa..."
Başörtülü değilim ama erkeğim. Kardeşim Hilâl'in belki fark etmediği ilave bir eziklik vardır biz tokalaşmamaya niyetli erkekler için. Çünkü modernitenin ‘âdâb-ı muaşeret'i de der ki, "ham'fendiler el uzatmadan centilmenler uzatmaz." Bu durumda, başörtülü bir hanım, önce bir hanım olduğu için sonra da başörtülü olduğu için karşısındaki modern erkeğe mesaj gönderir: "Elini uzatma!" Ancak hem erkek ve hem de başörtüsüz olduğumuz için, el uzatma testi karşısında savunmasızız. Elimi uzatma yetkisi elimde değil. Erkeksen, gel de ezilme!
Aynı mağduriyetle tekrarlıyorum Hilâl'in cümlelerini: "Özellikle böyle bir durumda, elini uzatan kişi için bu bir nevi test mahiyetindedir. Karşısındakinin ne kadar ‘açık görüşlü' olduğunu anlamak için uyguladığı bir test. Testi uygulayan kişi bir an durup ‘Bu öğretmen rolünü nasıl oldu da hak ettim' diye kendine atfettiği hiyerarşik üstünlüğü sorgulamaz. Bu gibi durumlarda üstünlük, kerameti kendinden menkul verili bir gerçektir."
Hilâl Kaplan'ın yazısında eşi Suheyb'in başrolünü oynadığı ilginç bir hatıra var. Sözü asıl oraya getirmek istiyorum. El sıkışmaktan kaçınan benim gibilerinin yüzünü kızartan o "ağır suçlama"yı Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Ferhat Kentel de yıllar önceki bir yazısında tekrar eder: "El sıkışmada bile cinsellik arıyorsunuz; yazık size!"
Hilâl Kaplan anlatıyor: "Bunun üzerine o dönemde benim gibi Bilgi'de öğrenci olan eşim Suheyb Öğüt, bütün yazılarına hayran olduğu hocasının son yazısına bir itirazı olduğunu söyleyerek şunu sorar: ‘Hocam, cinsellik el sıkışmakla başlamaz diyorsunuz, değil mi?' Ferhat Hoca da ‘Evet, sanırım öyle diyorum' diye cevap verir. Eşim de şöyle devam eder: ‘O zaman sorum şu: Peki, nerede başlar?'
"Sorgulamak hususunda tanıdığım en titiz insanlardan birisi olan Ferhat Hoca bu soru üzerine uzun süre düşünür. Sonunda bityeniği anlaşılır: Hoca nereyi söylese, Suheyb ‘Neden orası da, burası değil' diye soracaktır çünkü; cinselliğin başlangıç noktasına dair bir belirleme yapmak mümkün değildir. İnsan, buna dair bir sınır koymaktan acizdir..."
Hakkını vermek üzere aldığım yeni unvanım "cinsel terapist" ve hak ederek aldığıma inandığım eski unvanım "tıp doktoru" olarak, Suheyb Öğüt'ün yerinde sorgulamasına "arka yüzünden" katılmak istiyorum: Cinsellik nerede başlamaz ki? El sıkışmayı cinsellik saymayı ayıplayanlar, asıl cinselliği ayıplı kılıyorlar. Çünkü el sıkışmayı cinselliğe dahil etmemek, cinselliğe el sıkışmayı dahil etmemeye denk gelir. İşte o zaman, cinselliği "göz göze gelme", "el ele tutuşma", "tatlı bir söz etme", "sıcak bir kucaklama" gibi insanî, ruhanî ve duygusal boyutlarından soyup, sadece mekanik bir faaliyete indirgemiş oluruz. El sıkışmayı cinsellikten kovmanın ilk bedeli, cinselliği "el sıkışma"sız yozluklara ve sığlıklara mahkûm etmektir.
Bilmem hâlâ aynı fikirde midir ama Ferhat Kentel'i CİSED (Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği) Genel Başkanı, hocam ve meslektaşım Dr. A. Cem Keçe ile tanıştırmak isterdim. Dr. A. Cem Keçe, duygulardan ve insanîlikten uzaklaştırılan cinselliği hak ettiği yerine oturtmak adına alkışlanası bir adanmışlık ortaya koymuş biri. Modern savrulmaların ve iç gıcıklayıcı magazinlerin malzemesi edilen cinsellik konusunda, yer yer taşlanmayı da göze alan hakkâni ve edepli bir söylem üretiyor. Her dersinde, cinselliğin "ruhanî bir armağan, mahrem bir ikram, kişiye özel bir deneyim" olarak, iki ten arasında değil, iki ruh arasında yaşanması gerektiğinin altını çiziyor. Eşine "eli sıkılacak", "sözü dinlenecek", "söz söylenecek", "gözlerinin içine bakılacak" insanî bir kişilik olarak muhatap olmayan bir erkek ya da kadının (ama çoğunlukla erkeğin!) Rahman'ın ikramı olan cinsellik sofrasından eli boş, yüreği öksüz, ruhu aç kalkacağı kesindir.
Hadi itiraf edelim. Özellikle ve öncelikle kadınlar şikayetçi değil mi kendilerine "hoyratça" ve neredeyse "hayvanca" yaklaşan erkeklerden? Kadınlar değil midir istediğini alınca arkasını dönüp yatan erkek umursamazlığından? Dövebilecek kadar aşağılayabildikleri kadınlarıyla aynı yatağı paylaşan erkeklere şaşan Rahmet Peygamberi[asm] değil midir? Cinselliğin paylaşıldığı eş, el kaldırmaktan utanacağın kadar asil ve haysiyetli biri olmalıdır Peygamber'e göre. Israrla "ön sevişme" tavsiye etmiyor mu hikmetin annesi Hz. Peygamber [asm]? Ön sevişebilmeniz için önceden sevmeniz gerekir eşinizi... Önceden sevebilmek için ise, öteden beri kişiliğiyle muhatap olmanız gerekir eşinize. Kişiliğiyle muhatap olduğunuza da sözünüzle, elinizle, gözünüzle hitap edersiniz, değil mi?
Cinselliğin namusu ve onuru adına "el sıkışma"yı ve benzer sözüm ona "olağanlıklar"ı elbette ki cinselliğe dahil ediyorum. Cinselliği sırf ‘cinsel organ teması' olmaktan tenzih ediyorum. Cinselliği duygusuz ve ruhsuz mekanikliğe hapsedenlere ve öyle sananlara acıyorum.
"El sıkışma"ların cinsellik dışına itilmesiyle bir bedel daha ödüyoruz aslında. Ki diğerinden daha ağırdır bu bedel. "Tatlı dille konuşma"dan "el sıkışma"ya, "göğüs çatalı görüntüsü"nden "yanaktan öpme"lere varıncaya kadar görsel, tensel ve duygusal temasları sıradanlaştırdığımızda, mahrem alana bir sürpriz bırakmıyoruz. İki özel insan arasındaki cinsel paylaşımı kuşatan ve süsleyen detayları, sokağa atıyor, "herhangi"leştiriyoruz, anonimleştiriyoruz. Sonuçta, özel bir kadının özeli bildiği bir erkeğe özelleştirerek sunacağı hiçbir şeyi kalmıyor. Zaten hepsi dışarıda var, zaten hepsine başkaları da kolayca erişebiliyor, zaten ortalıkta mebzul miktarda bulunuyor. İşte o zaman cinsellik yoksullaşıyor, ziynetlerini yitiriyor, heyecan uyandırıcı ince çizgilerini çaldırıyor. Kadın çekiciliğini yitiriyor, erkek çekiciliğin hakkını veremez oluyor. Geriye herhangi bir kadının herhangi bir erkekle paylaşabileceği kısım kalıyor. (Bu yüzden, Oktay Ekşi'lerin, eğer hâlâ acıma yetenekleri kaldıysa, örtülü güzel kızlara değil, güzelliğini herkesin zaten gördüğü, tattığı ve bildiği "açık" olmak zorunda kalan kızlara acıması gerek. Bu cümlemi, örtüsüz-örtülü ayırımı yaptığıma, örtüsüzleri namussuz saydığıma yoran varsa, buraya kadar boşuna yorulmuştur, bundan sonrası için de zahmet etmesin lütfen!)
Sözün özü: ‘Helâl dairesi'ni genişletmek adına, harama karşı hakkıyla direnme hatırına, bize ikram edilen bu Rahmanî sofradan hak ettiğimiz ‘doyum'la kalkabilmek için cinselliğin içine her türlü ‘ruhanî temas'ın ve ‘duygusal paylaşım'ın çağrılmasını tavsiye ediyorum.