Ekonomik Bağımsızlık ve Özgürlük
Yılanın yaratılışında sokmak vardır. O vakit birini soktuğunda yaratılışının gereğini yerine getirdiği için yılan ayıplanmamalı, aksine buna karşı tedbir almayan kişi ayıplanmalıdır. Kendini kontrol etmeye çalış, yoksa başkasının kontrolüne geçebilirsin!
Medresede okuduğumuzda, seleflerimiz bize şöyle bir rivayette bulunuyorlardı:
Cizîra Bota bölgesinde namı duyulan bir Seyda varmış. Namı o kadar yayılmış ki Mîr’in kulağına da gelmiş. Mîrê Cizîra Bota da bu Seyda’yı görmek istemiş.
Mîr medreseye gelince, Seyda rehle-î tedrisata oturmuş haldeymiş. Hikmeti bilinmez ama birçok öğrenciye ders vermiş olduğundan yorgun düşmüş olacağından o anda Seyda bir ayağını uzatmış şekilde ders veriyormuş. Mîr selam verir ve içeri girer. Seyda, Mîr’in selamını alır, buyur eder ve istifini bozmadan dersine devam eder... Ders biter, feqe-öğrenci kitapları toplar… Seyda ayağını çeker ve Mîr’e hoş geldiniz der. Sohbet edilir, Mîr izin ister ve gider.
Mîr, Seyda’dan etkilenmiştir. Bir o kadar da beğenmiş ve sevmiştir. Medreseden biraz uzaklaştıktan sonra, Seyda’ya vermesi için yaverine-kâhyasına biraz altın-gümüş verir ve geri gönderir. Kâhya altın torbasını Seyda’ya uzatınca, Seyda şunu söyler; git, Mîr’ine söyle, ayağını uzatan elini uzatmaz.
Seyda’nın söylediği o söz, gerçek manada tam bir özgürlük için “Ekonomik Bağımsızlığın” ne kadar önemli ve gerekli olduğunu vurguladığı gibi ayrıca bir kural niteliğindedir. O kurala göre davranılmadığı için de maalesef bugün İslam âleminde büyük problemlerle karşı karşıya kalmış bulunmaktayız. Ve maalesef bugün İslam âlemi olarak; o mezkûr Seyda gibi şahsiyetimizi koruyamadığımızdan olacak ki; omurgalı bir duruş sergileyemiyor ve yardım ayağımızı geri çekiyor, uzatamıyoruz. Elimizi uzattığımızdan olacak ki ayağımızı uzatamıyor, dindaşlarımıza ve insanlığa yapılan kıyımlara sessiz kalıyoruz.
Ekonomik bağımlılık birçok kötülüğü beraberinde getirir. Hele bir de karşıt kültürden birilerine bağımlıysanız; bu bağımlılık kötülüğün ve yozlaşmanın anası oluverir. Bu bağlamda ekonomik bağımsızlık ve “sınırların” bir biriyle doğrudan ilişkisi vardır.
Ekonomik bağımsızlığa sahip ol(a)mayanlar, “sınırlarını” da koruyamazlar. “Sınırlarını” koruyamayanların, ahlaki, iktisadi ve tüm erdem ilkeleri işgal ve tehlike altına girer. Bağımlı oldukları kişi, kurum ve devletler tarafından her an müdahale ile karşı karşıya kalırlar. Bu korku en büyük cezadır. Ayrıca bağımlı bulundukları dış güçlerin, sınırlarını koruyamayanların iç meselelerine de müdahil olması ve birçok konuda hüküm veren, sınır çizen olması kaçınılmaz olur.
Bugün İslam dünyasında gelişen olumsuzlukları bu konudan bağımsız değerlendirmek, yanlış veya eksik olacağından; çözüm konusunda da kısır bir döngü oluşacaktır.
Bu konuda mü’minlerin şanını dile getiren bir ayete dikkat çekmek istiyorum: “Onlar ki zekât veririler. 23/4” diye tercüme edilen ve yorumlanan bu ayette sanki başka bir şey var. Bunun ekonomik bağımsızlıkla oluşacak özgür ve bağımsız bir kişiliğe de dikkat çektiğine inanıyorum. Bu ayetin Arapça metni olan; “Liz - Zekatî fa’îlûn” cümlesi üzerinde düşündüm. “Liz -Zekatî” yani; zekât için, “Fa’îlûn” yani; çalışan, kanaatine vardım.
Zekât alan kişi ekonomik yönden bağımlı, zekât veren ise; ekonomik yönden bağımsızdır. Yani; mü’min, ekonomik bağımsızlık için gayret eden ve çalışandır. Bu algı ve anlayışla hareket edersek şu neticeye varabiliriz: Zekât vermek islamın rüknü, zekât verebilecek seviyeye gelebilmek için çalışmak ise; mü'minin şanındandır...
Ayrıca bu ayette; Materyalist algı sahiplerinin düştüğü çukurlara düşmemek için bir bariyer de vardır. Allah murad ve maksadını daha iyi bilir, ama muhtemelen car ve mecrurun yani “Liz-Zekatî”nin öne alınışı bu bariyer için olabilir; sadece zengin olmak için çalışmayın, zekât verecek seviyeye ulaşmak için zengin olma niyeti aklınızda bulunsun. Her konuda olduğu gibi bu alandaki çalışma tavrınızda da dikkatli olun, niyetiniz zekât vermek için olsun. Yani sadece zengin olmak için, hava ve hevesinizi tatmin için zengin olmaya çalışmayın.
Günümüz “Müslümanlarının” durumu!
Dua etmeyi elbette ki küçümsemiyorum. “Duanız olmasaydı rabbim ne diye size değersin” ayetini de çok iyi anlıyor ve biliyorum. Aslında duanın bizim algıladığımız şekliyle olmadığını da çok iyi biliyorum.
Şimdi dua ediyoruz. Filistin için, Bosna, Halepçe, Afganistan, Rojava, Somali, Mısır, Suriye, Irak ve derken netice değişmeyecek. “Müslümanların” içine düştüğü acziyeti herkes ayan beyan görecek! Zira özgür olmayanların gerçek manada iyiliği emredip kötülükten sakındırması düşünülemez. Şayet iyiliği emretmez, kötülükten sakındırmazsak: En iyi insanların dualarının bile kabul olmaması durumu vardır. Peygamberimiz (s.a.) buyurdular ki; “Mutlaka Allah’ın dininin emirlerini duyuracaksınız. Allah’ın dininin yasaklarından mutlaka sakındıracaksınız. Yoksa Allah başınıza en kötülerinizi musallat edecek. O zaman en iyilerinizin bile duaları kabul edilmeyecek.”
Ben de bir dua etmek istiyorum: " Allah’ım, içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak mi edeceksin?7/155" Etme Yâ Rabbi!
{ MB. Hedbi }