Ekabir, Erazil ve Allah’ın Devesi!
Kutsal öğretinin ifadeleriyle, “Bin yıldan elli yıl eksik yaşamak” ne demek?
Kur’an, bu bu söylemiyle (Allahualem) Hz. Nuh’u anlatılırken, Nuh’un 950 yıl yaşadığını değil; çok uzun süre aralarında kalıp “Etrafındaki ayak takımını (erâzil) kov” diyen kavmin kodamanlarına (ekabir) karşı uzun soluklu bir mücadele içine girdiğini ifade eder.
Bu deyim, Çokluktan kinaye bir deyimdir. Sürenin çok uzun olduğunu anlatmak için kullanılır. Türkçede kullanılan “Sittîn (60) sene oldu”, “Kırk yıl dağda gezdim”, “Yediği herze 40’ı geçti”… deyimleri vs.. gibi.
Bir diğer ifade;
“Deveyi boğazlamak”: Hud kavmi ve Salih kıssasında geçer. Nagatallah (Allahın’ın devesi) Adem kıssası bağlamında “ağaç”, Mekke ortamı bağlamında “Beyt”, insanlığa mesaj bağlamında “kamu”yu ifade eder.
Deve boğazlanmamalıdır yani yasak ağaca dokunulmamalıdır, Beytullah’a ait olan nimetelere (en’am) açlık, susuzluk, güvenlik korkuları ile el konulmamalı, kendinde toplanmamalıdır, kamuya (herkese) ait olan bu nimetler talan edilmemelidir.
Allah zaten Kureyş’i (=insanlığı) doğal rızık ve rızık kaynakları ile açlıktan korumakta ve doyurmaktadır, biriktirmeye gerek yoktur. (Bkz. R. İhsan Eliaçık “Deveye dokunmayın” başlıklı makale)
“Ateşe ‘serin ol’ demek”: Hz. İbrahim anlatılırken kullanılır. “Ey Ateş! Serin ol dedik, selam olsun İbrahim’e!” (Enbiya; 69) şeklinde geçer.
Hz. İbrahim’in ateşte atılıp tam yanacakken orada bir gül bahçesi bitmesini değil; İbrahim’in hicret etmek suretiyle ateşte yakılma (idam) cezasından kurtulmasını, yaktıkları ateşin de sönüp gitmesini ifade eder.
Nitekim İbrahim’in ateşten nasıl kurtulduğu satır aralarında şöyle açıklanır: “İbrahim’in sözlerine kavminin cevabı sadece ‘öldürün yahut yakın” demek oldu.” Yani bunu ‘demekten’ başka bir şey yapamadılar çünkü İbrahim tıpkı yerine Ali’yi bırakıp Hz. Peygamber’in şehri terk etmesi suretiyle ölümden kurtulması gibi ateş yakıldığı sırada şehri terk etmişti: “Onu ve Lut’u alemler için kutlu kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık” (Enbiya; 71). “İbrahim dedi ki: “Ben de Rabbime hicret edeceğim” (Ankebut; 27).
“Parçalanmış kuşları ayrı ayrı tepelerden çağırmak”: Hz. İbrahim’in “Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster” sorusuna cevap verilirken geçer. Ona şöyle denir: “Kuşlardan dört (lü) al. Onları alıştır kendine. Sonra her dağa/tepeye onlardan bir parça yap/koy. Sonra onları çağır.
Koşarak sana geleceklerdir.” (Bakara; 260).
Yani kuşlardan dörtlü gruplar yapması, onları kendine (yuvalarına) alıştırması, sonra her grubu/parçayı bir dağın tepesine koyması ve sonra onları yuvalarına çağırması isteniyor. Kuşların koşarak/uçarak geleceği söyleniyor.
Burada kuşlar dünyada parçalanmış, ayrı ayrı tepelere (ülkelere) bölünmüş, esarete düşmüş ezilenleri (mustazaf) temsil ediyor.
Onların nasıl dirileceği, birleşip toplanacağı anlatılıyor.
Keza kuşlar uhrevî anlamda da ayrı ayrı mezarlarda yatan tüm ölüleri temsil ediyor.
Onların nasıl dirilip toplanacağı anlatılıyor: Her şey alışık olduğu/yaşadığı/aktığı asli mecraya geri döner. “İşler dönüp dolaşıp Allah’a/halka varır.”
BİR AYET
Onların ardından da, âyetleri tahrif karşılığında şu değersiz dünya malını alıp, “Nasıl olsa bağışlanacağız” diyerek kitaba vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, kitapta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar kitaptakini okumamışlar mıydı? Âhiret yurdu, sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız ermiyor mu?
BİR HADİS
“Ey Allah’ım! Kuşkusuz ki ben Senden, faydalı bir ilim, temiz bir rızık ve kabul olunan bir amel istiyorum.”
|
BİR SÖZ
Verdiği sözü tutamayacak kadar boş olan insanlara, hayatınızda yer verecek kadar saf olmayın!
BİR MERTÇE TANITIM
https://www.youtube.com/watch?v=1rMDwvWlddA