Eğitimin Son Durumu
“Her şeyin başı sağlık” diye bir söz vardır, bizim özlü sözlerimizin arasında.
Sağlıklı olmak, herşeyden önce gelir. Sağlık kaybedilince, hiçbir şeyin de önemi kalmaz.
Bu nedenle de sağlıklı olmanın yararını vurgulayan son derece güzel özlü bir sözdür.
Ülkelerin, gelişmişliği, kalkınmışlığı ve modernleşmesi açısından baktığımızda ise bu sözü “Herşeyin başı eğitim...” diye değiştirmek doğru olur sanırım
Eğitimli bir insanın alacağı kültür ile çağdaş normları yakalayıp, ülke kalkınmasına neler katabileceğini burada uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırım.
Bireyin kendini eğitim kalitesi ve kültür seviyesi açısından yetiştirmesi, toplumun da aynı oranda yükselmesini beraberinde getireceği için, bunun yansımaları doğaldır ki, bulunduğu ülkenin ekonomisine, de siyasetine de, sosyal yaşamına da birebir katkıda bulunacaktır.
Bugün, AB ülkeleri ile aramızda yaşanan korkunç uçurumun en baş sorunu başta eğitim olurken, sosyal yaşamdan, ekonomik değerlere kadar, gelişmişlik düzeyindeki farkların, tamamen eğitim ve kültürden kaynaklandığı da ayrı bir gerçek olarak ortaya çıktığını rahatlıkla görebiliriz.
Bu ülkenin yıllar yılı gelişmesini engellemek, okur yazar oranını arttırmamak için siyasilerin çok büyük günahı olduğunu da kabul etmeliyiz.
Halka inip, halkın eğitim ve gelir seviyesini yükseltme yerine, şıhlarla, şeyhlerle, aşiret reisleriyle içli dışlı olup, sadece onlara sağladıkları avantalar karşılığında oy avcılığı yapmaları, bu ülkenin de gelişme zincirini kıramamasına neden oldu.
Aslında, 1950’den bu yana ne kadar siyasetçi varsa, bu ülkenin vebalini de çekmelidir.
Yarım asrı geçmesine karşın, şu sıralar değişen farklı bir durum mu var? Tabii ki yok.
Doğruyu söylemek gerekirse, eski tas, eski hamam devam ediyoruz. Toplumu kalkındırmamak için, siyasilerimiz ellerinden gelen çabayı da harcıyor.
Özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerimiz bu gelişmişlikten nasiplenmeyi, yörenin kendine özgü koşulları nedeniyle yeterince sağlayamazken, bu feodal yapının siyasilerin son derece işine geldiğini söylemeye de gerek yok zaten.
Tüm bunları neden söyledim.
Malum, dün okullarımız 2007-2008 eğitim-öğretim yılına “merhaba” dediler.
Yurt genelinde 15 milyon öğrenci ile 620 bin öğretmen 8 aylık bir eğitim döneminin içine girdiler.
Yeni eğitim yılının başlaması ile birlikte özellikle öğretmen kesiminin oluşturduğu sendikalardan da basın bildirileri geliyor.
Basın bildirilerinin tek ortak noktasını, öğretmenlerin özlük haklarının arttırılmasını oluşturuyor.
Yani, “aldığımız maaş yetmiyor, daha fazla verin” deniliyor, kısacası.
Ben de, yarım yüzyılı devirmiş biri olarak, bu yıllar yılı dile getirilen beklentiyi bir kez daha okumanın üzüntüsünü yaşarken, bizleri hayata hazırlayan öğretmenlerimizle ilgili de birkaç söz etmek istedim.
Ramazan ayı içerisinde bulunmamız nedeniyle, Hazreti Ali’nin bilinen bir sözünün de hatırlanmasında yarar olduğu düşüncesiyle, “Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” sözünün günümüz karşılığı öğretmenlerimiz için söylendiğini de düşünebiliriz.
Fakat, şunu da kabul etmek gerekir ki, bizim çocukluğumuzdaki öğretmenliğin, günümüz koşullarındaki öğretmenlerimizle uzaktan yakından bir ilgisinin kalmadığını da üzülerek görüyorum.
Yazdıklarımdan dolayı, dostum olan birçok öğretmen arkadaşımdan ve öğretmen camiasından bir tepki alacağımı da düşünüyorum, ama düşündüklerimi de dile getirmek zorunda hissediyorum kendimi.
Dediğim gibi, bizim dönemimizin öğretmeniyle, şimdiki öğretmenler arasında çok büyük farklar var. Doğruyu söylemek gerekirse, bizim öğretmenlerimiz amatör ruhla, profesyonel olarak çalışıyorlardı.
Ciddi anlamda öğrenci yetiştirmeye büyük bir özen gösteriyorlardı. Üzülerek de olsa söylemeliyim ki, günümüz öğretmeninde, öğretmekten daha çok kazanma hırsının olduğunu gözlemliyorum.
Gelen basın bildirilerine bakıyorum da, baştan sona eğitimdeki kalitenin yetersizliği ve eğitimdeki çarpıklıklar ele alınmış.
Her biri doğru. Her birinin altına imzamı atarım.
Peki, iyi güzel de, öğretmen olarak içinde yaşadığınız sorunları dile getirmek yeterli mi?
Bu kaliteyi yükseltmek biraz da sizin elinizde değil mi? Herşey, bu kadar paraya endekslenebilir mi?
Mutlaka öğretmenin geçim derdini düşünmeyecek şekilde ekonomik rahatlığının sağlanmasından yanayım. Aksi takdirde akşama evine götüreceği ekmeğin düşüncesi içerisinde olan ve ruhsal olarak kendini dersine veremeyen bir öğretmenin, öğrenciye yarar sağlamayacağı da çok açık.
Tüm bunları ben de kabul ediyorum.
Ama kabul edemediğim bir konu ise sürekli olarak eğitimin kalitesinin yükseltilmesinden iki satır bahsedilirken, özlük haklarından çokça bahsedilmesi!
Demeye getiriyorlar ki, bize ne kadar çok para verirseniz, eğitimin de kalitesi o kadar yükselir!..
İşte ben de bunu kabul edemiyorum.
Ülkemiz, bir tezatlar ülkesi. Göğsünü, kalçasını açıp da, karga gibi sesini, fiziği ile kapatan şarkıcı parçalarına milyon dolarlar ödenirken, bilgisini ve görgüsünü karşısındaki çocuğa aktarıp, onu henüz hamur halindeyken şekillendirmeye çalışan eğitimciye üç kuruş maaşı çok görüyoruz.
Bu örneği, film artistine, futbolcuya gibi birkaç mesleğe daha uyarlayabiliriz.
Fakat, bir başka gerçek de, şu ki ülkemizde bugün 5 milyar dolar seviyesine yükselen bir meblağın döndüğü dershane sektörünün en başlıca nedenlerinden biri de yine öğretmenlerimizin yetersizliğidir.
Yayınlanan basın bildirilerinde dersanelere atıfta bulunularak, eğitim sistemimiz içerisinde çıban başı oldukları öne sürülürken, bu konuda kendilerinin de oturup ciddi bir şekilde düşünmeleri gerekir.
“Biz bu sistemin neresindeyiz?” diye.
Eğer ülkemizdeki eğitim sisteminin çarpıklıklarından bahsedeceksek, öğrencilerimizin de hiçbir şey öğrenmeden, ilköğretim ve liselerden mezun olduğunu da kabullenmeliyiz. Bu açığı da dershanelerin kapatması doğaldır sanırım.
Doğru mu? Tabii ki değil. Baştan sona yanlış. Ama gerçek...
Öte yandan, artık birçok öğretmenimiz maaşlarının birkaç katını da zaten özel derslerden çıkarır oldular.
Kimi okullarımızın bahçelerine bakıyorum da, hep son model otomobillerle dolu.
Gözümüz yok, Allah daha ziyade etsin. Etsin de, her yıl değiştirilen son model otomobillere binip de, fakir edebiyatı yaparak, ağlamak da biraz yanlış oluyor gibime geliyor.
Bugün, neredeyse her okulun müdürünün bağlantısı olduğu bir dershane var... Hiç kimse bunu inkar etmeye kalkmasın.
Bu da ülkemizin bir gerçeği.
Dershanelere gönderilen her öğrenciden, dersha-neler komisyonlar ödüyorlar. Bu da ayrı bir gerçek.
Belki her öğretmene değil. Bunu genelleştirmek tabii ki yanlış. Ama bir kere müdürler başta olmak üzere bir çok öğretmene paralar ödendiğini, en başta öğretmen camiası zaten biliyor.
Kaldı ki, dolar ve euro cinsinden verilen özel derslerin de devlet okulu öğretmenleri arasında ciddi bir gelir kazanımı sağladığı da biliniyor.
Bunun ne kadar etik olduğunu tartışmıyorum bile!..
Düşünebiliyor musunuz, okuttuğunuz bir öğrenciniz, dersinizden zayıf alıyor, onunla özel olarak ilgileniyorsunuz ve bu öğrenci zayıf olduğu dersten başarılı oluveriyor!.. Tabi birkaç yüz ya da bin dolar karşılığında!.
Buna yok diyen olabilir mi acaba?
Bir kez daha söyleyeyim. Bu yazdıklarım tamamen gerçek ama genel değil.
Bu gerçekleri de sendikaların dikkate almalarını ve içlerindeki bu tür çalışan öğretmen ve müdürleri deşifre etmelerini isterdim.
Topluma eğitim veren, dürüslüğün, doğruluğun her insanda olması gereken bir erdem, bir düstur olduğunu öğreten sevgili öğretmenlerimiz, keşke böylesine bir etik davranışı da sergileyebilselerdi.
Her zaman şunu söylerim... Bu ülkede, çoğu demokratik toplum örgütleri, ülkeyi medyanın yönettiğini, medyanın şekillendirdiğini iddia eder.
Yanlış da değildir. İstanbul’daki holding medyalarının basın-yayın organları aracılığıyla, hükümetler düşürüp, hükümetler kurdurduğunu hepimiz biliyoruz.
Ama onlar bir elin parmakları kadar bile değil.
Fakat, özellikle Anadolu medyası olarak bizler, dile getirdiğimiz bir takım gerçeklerin ışığında, ciddi anlamda bu ülkenin sosyal gelişmişliğine katkı sağlı-yoruz. Hem de, hiçbir şey üzerine namus ve şerefimiz üzerine yemin etmediğimiz halde!..
Belki bizlerin de içinde bozuklar var. Her sepette çürük elmaların olduğu gibi... Ancak, vururken de dikkatli vurmak gerekir.
Eğitimin kalitesini arttırmak, yükseltmek istiyorsak, öncelikle eğitimcimizin her yönden kalitesinin yükselmesi gerekmez mi? Yanılıyor muyum acaba?