Eğitimde Değişmeyen
Gündüzleri ağustosu aratmayacak sıcağa rağmen akşamları serinleyen eylül ayının sonları, biz Çukurovalı okul çağı çocukları için büyük bir heyecan oluştururdu. Öğretmenin köye geldiği ve pazartesi okulun açılacağı haberi tüm çocuklar arasında hızla yayılırdı. Merak ve heyecanla okula gidilir, uzun süre görülmeyen sınıf, sıralar ve karatahta görülür, bir çeşit hasret giderilirdi. Öğretmen kız öğrencilere önce lojmandan başlatarak temizlik yaptırırken erkek öğrencilere ise bahçeyi temizletirdi. Uzun yaz boyu kullanılmadığından otlanan okul bahçesi, öğretmenin isteğiyle evlerden getirilen kazmalarla kesilip eylül sıcağının tepeden bastırması eşliğinde toplanıp temizlenirdi. Bu temizlik her okul açılışında 2-3 gün sürerdi. Bu gerçeklikten dolayı dere kenarındaki lojmanlı şirin okulumuzda okuduğum sürece okul açılışı bir işçi gibi okulda temizlik yapmak demekti benim için.
Kasım serinliği sonrası gelen soğuk kış günleri boyunca bir öğrencinin içine rahat girebileceği koca demir sobayı yakıp sınıfı ısıtmak için biz yoksulluk sınırındaki aile öğrencileri her gün bir odun parçasıyla okula gelmek zorundaydık. ‘Balli’ lakaplı okulun en iri öğrencisi her gün herkesten önce gelip öğrencilerin odun getirip getirmediğini tek tek kontrol ederdi. Getirmeyen öğrenciyi öğretmen andımız töreninde tüm öğrencilerin huzurunda korkunç bir suç işlemişçesine azarlardı.
Kabus dolu soğuk kış günleri sonrası biraz mola anlamında iple çektiğimiz onbeş tatil öncesi rahatlamanın sevincini yaşamadan öğretmenin tehditle istediği karne parası baskısı üzerimize ağır bir yük olarak çökerdi.
Karne parasını boş durmayıp bağda bahçede basitte olsa bir şeylerle uğraşan babamdan istemek ayrı bir zorluktu.
Büyük bir aileydik, seçkindik, ancak biraz yoksulduk. Öğretmenden sınıf huzurunda azar işitmektense babamdan azar işitmeyi tercih eder ve o ruh haletinde uygun bir şekilde karne parasını babamdan isterdim. Beklediğimin aksine azar işitmez ama hoşnut olmadan ceplerini karıştırarak karne parası bozuk parayı verirdi babam.
Yıllar sonra baba olduğumda babamın bu cüzi parayı niçin vermek istemediğini anlayacaktım. Devlet öğrenciden istediği küçük bozuk paraya bu kadar mı muhtaçtı? Dördüncü sınıftaki pos bıyıklı, her gün şehirden getirdiği kırmızı yazılı cumhuriyet gazetesi okuyan öğretmenimiz o yıl bizlerden karne parası istememişti. Tüm öğrenciler bu öğretmeni çok sevmiştik; esprili, sıcak ve cana yakındı.
Yıllar sonra Adıyaman-Besni’nin bir köyüne atandığımda okul açılışında öğrenciyken yaptıklarımı burada da öğrencilerle yapıyordum. Hademesiz okulda başka çarede yoktu. İlçe milli eğitimin verdiği kömür yeterli olmadığından öğrencilerden odun ve tütün sapı getirmelerini istiyorduk. Tek fark herkesi zorlamıyor, evinde odunu ve tütün sapı olanların getirmesini öneriyorduk. Hiç değişmeyen ise karne parasıydı. İlçe milli eğitim karneleri ücretle verince o günler 300 doları bulmayan maaşlı öğretmenler olarak bunu öğrenciye yansıtıp yansıtmamakta uzun bir süre duraklamıştık.
Yıllar önce küçük bir öğrenci olarak istenenler yıllar sonra eğitim camiası neferi bir baba olarak yine isteniyor. Her yıl ilköğretimdeki çocuklarımız için temizlik, sınav kağıdı, karne, klima yakıtı vb ihtivalı okul ihtiyacı olarak para ödüyoruz.
Atatürk’ün çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma hedefine yıllarca koşarken hedefe ulaştığımız yanılsamasını yaşıyoruz. Hayattayken hedefe ulaşmaya ramak bıraktığı Büyük Önderin o gün ülkeyi getirdiği seviyeyi koruyamadığımıza inanıyorum.
Zira, 21. yüzyılın başları günümüzde bu ülkede hala okullar karne, yakıt ve temizlik parası topluyor. Çocukluğumda yaşadığım maddi külfetleri 21.yyda benim çocuklarımda yaşıyor. O zaman şimdiyle kırk yıl öncesi arasında değişen bir şey olmamış gözüküyor.
Öğrenciyken okulda yaptığım temizliği, her gün okula götürdüğüm odunları, babamdan istediğim karne parasını kırk yıl sonra çocuklarım bir baba olarak benden de istiyorlarsa bu ülkede yanlış giden bir şeyler var demektir.
Yazınızın hikaye kısmı çok güzeldi ama ideolojik hele o "kırmızı yazılı cumhuriyet" kısmı kötüydü. Keşke ideolojik yazılar yerine kendinizi tamamen hikayelere verseniz! Eminim çok başarılı olursunuz.
Ekim 2nd, 2010 at 18:32sayın İ. Feyzullah Yalçın'ın bu yazıyı 'ideolojik yazı' diye kateorize etmesine katılmıyorum. cumhuriyet yazısının kırmızı olduğunu ifade etmek ideolojiye girmez. sonra illaki bir ideoloji görüyorsak o ideolojiye övgü ve özenti var yazıdaki ilgili ifadelerde. yazımda ideolojiyi değil bir ülke gerçeğini dile getirmeye çalıştım.
Ekim 5th, 2010 at 09:38