Edip Yüksel Bey’e Çağrı!
Edip beyi şahsen tanıyorum.
Gerçi tanışıklığımız fazla uzun sürmemiştir. Kendisinin bir çeşit aforoz uygulaması ile Türkiye’den ayrılmasından sonra bir daha karşılaşmak kısmet olmamıştır. Ama kendisini tanıdığımda (1985 yılında) bazı konularda çok geleneksel sayılan görüşleri üst perdeden ve heyecanla savunmasını da hayli yadırgamıştı. İsmen ehli kale olarak gıyaben tanıdığım için geleneksel bazı refleksleri yanlış gelmişti bana.
Ancak bir çeşit afaroza uğramasına yol açan kimi görüşleriyle esaslı bir transformasyon geçirdiği zaman içinde
Ortaya çıktı. Başlangıçta üst perdeden savunduğu bazı geleneksel görüşlerinin aksine şimdi gelenek lehine tek bir görüşü ve tercihi yoktur. Eğer varda ben kendisini düzenli takip edemediğim için dikkatimden kaçmış ise peşin bir özrümü de beyan ederim.
Yazdığı bir yazısında Başbakan Sn Tayip Erdoğan ile ilgili anılarına da hayli yer vermişler. Kendisini de “radyoaktif arkadaş” diye nitelendirmiştir. Şüphesiz herkes bu kelimenin anlamını biliyordur ama ben yine de herkesin hoş görüsüne sığınarak sözlük anlamını tekrarlamak istiyorum: “Radyo aktifliği olan, atom çekirdeği kendiliğinden tanecikler ve elektromanyetik ışımalar yayarak parçalanan” diye açıklanmaktadır. Hangi özelliği sebebiyle böyle bir kavramı kendisi için tercih etmiştir? Açıklanmaya değer bir konu olmalıdır. Sayın Erdoğan, Türkiye’de % 47 oy almış bir partinin genel başkanı, halen başbakan. Bundan dolayı “sevgili Tayip” diye seslenmek, Türkiye’de genel geçer nezaket kurallarının üstünde bir hitap olduğunu Sayın Edip Yüksel her halde teslim ederler. Üstelik Sayın Yüksel’in kişisel ilişkilerinde nezaket kurallarını önemsediğini bilmekteyim.
Sayın Erdoğan’ın “Sokrat vari – İbrahim vari veya pragmatik” değişiminin başka bir içerik ve boyuttaki halini de Sayın Yüksel geçirmiştir. Geçmişte “dava arkadaşlığı yaptığı” kimselerden gördüğü aforoz uygulaması da belli ki onun sonraki dönemdeki insani ilişkilerinde hayli belirleyici olmuştur.
Bu arada Sayın Yüksel’in hukuk doktoru ve felsefe profesörü olduğunu öğrendim. Bilmiyordum. Kendisini tebrik ederim. Ama bir yazı içinde iki kere felsefe profesörlüğünün belirtilmesi de her halde dikkatten kaçan bir husus olmalıdır. Yoksa Sayın Yüksel’in böyle fani unvanları önemseyeceğini zannetmiyorum.
Değişimin yaşı ve sınırı yoktur. İşte Sayın Yüksel, Türkiye’de iken etnik kimliğini belirtmez ve bu tür vurguları da abes bulurdu. Ancak görülüyor ki ABD’de “Kürtlüğünü keşfetmiş”. Yine “Anavatanında kimliği inkar edildiği ve ana dili yasaklandığı için anadilini konuşamıyan bir Kürt olarak” ABD’de Türkçe Dersler verdiğini Türkçeye ve Türk kültürüne ABD’de hizmet ettiğini beyan etmişti.
Elbette bu “kimlik inkarı” vurgusu çok tanıdık bir tekrardır. Belli ki Sayın Yüksel ABD’de ki transformasyonunda bu tür vurguları önemseyen ciddiye alan bir tercihin sahibi olmuştur.
ABD’de Türk kültürüne hizmet eden birisi 16 Türk Devletleri bayrağını görünce niye merakı artar? Çünkü tanıttığı Türk Kültürü içinde zaten 16 Türk Devleti vurgusu önemli bir yere sahip değil midir? Üstelik Sayın Yüksel’in bir polisin cep telefonunda “ceddin deden neslin baban” diye başlayan mehter marşı müziği çalınca merakının endişeye dönüşmesi de hayli enteresan olmalıdır. Çünkü kendileri de takdir ederler ki Türk kültürü içinde mehter marşlarının özel ve ayrıcalıklı bir yeri vardır.
“Kürt diye bir etnik grubun var sayılmadığı yıllarda ismi Güroymak olarak değiştirilen Norşin doğumlu bir Kürt olduğumu biliyorlardı o genç polisler.” Belli ki Sayın Yüksel, Kürtlerin etnik varlığının yok sayılması gibi eski yer adlarının değiştirilmesini de yadırgamaktadır. Önce herkesin şunu hatırlaması lazımdır ki; Bir etnik grubun varlığı öyle hükümet – meclis kararları ile olmaz. Bir etnik grup ya vardır yada yoktur. Hükümet kararları bu sonucu bırakın değiştirmeyi etkilemez bile. Bu tür hükümet kararları “hani laf olsun torba dolsun” türünden anlamsız ve gülünç kararlardan öteye bir anlam taşımazlar. Kürt adlı bir kavim yoktur diyen bir hükümet ve meclis kararları (eğer böyle karlar var ise) içinde fazlası ile geçerlidir.
Ancak Sayın Yüksel’de teslim ederler ki tıpkı Türkler gibi, Kürtler de bu günkü Türkiye topraklarına sonradan gelmişlerdir. Yani bu ülkenin kadim yerlisi olan topluluklardan değillerdir. Buna bağlı olarak eski yer adlarının Türkçe veya Kürtçe olması istisnadır. O adların kahir ekseriyeti Ermenicedir. Ermenice adlar ise bilinen olayların ve gelişmelerin sonunda değiştirilmişler yerlerine Türkçe adlar konulmuştur. Bu Türkçeleştirilen adların içinde iyi düşünülen, anlamlı ve kullanılışı el verişli olanlar olduğu gibi tersi olanlar da bilinmektedir. Güroymak’ta bunlardan birisidir. Ermenicedir. Dolayısı ile Ermenice bir adın değiştirilmesi, Kürtlerin bir hakkının engellenmesi veya Kürtlere ait bir şeyin ortadan kaldırılması gibi değildir. Kürt sorununun ortaya çıkmasında veya devam etmesinde Sayın Yüksel’in “Kıbrıs Türkleri, Bulgaristan Türkleri veya Çeçenistan Çeçenleri” örnekleri ise mütecessis kişiliğine hiç uygun düşmemiştir. Gerçi bir dönem Türkiye’de Kürtler asimilasyon uygulamalarına maruz bırakılmışlardır. Bu elbette şiddetle reddedilmelidir. Ama ilginç olan o dönemlerde bile Kürtler, yakın çevrelerinde yaşayan Kürt olmayanları Kürtleştirmeye asimile etmeye devam etmişlerdir. Yani asimilasyonun karşılıklı olduğu tespiti daha gerçekçi ve doğru bir açıklama olacaktır
Kürt sorununun varlığı için Sayın Yüksel “ırkçı ve despot ideoloji ile devlet politikasını” göstermiştir. ABD’de Kürtlüğünü fark eden Sayın Yüksel’in sorunun kökenleri akındaki tespitleri son derece yüzeysel durumdadır. Osmanlı döneminde de Kürt sorunu (bu günkü içerikte ve boyutta olmasa bile) vardı. Osmanlı döneminde ırkçı ve despot bir ideolojiden söz edilebilir mi? İran’da da Kürt sorunu devam etmektedir. Kemalizm benzeri “ırkçı ve despot bir ideoloji” İran’da olmadığı halde niçin Kürt sorunu İran’da da vardır?
“Sokaktaki pompalı tüfeklilere hak veriyorsun” diyerek, “ya sev ya terk et” mantığı ile Sayın Başbakan’ın hareket ettiğini iddia ediyor Sayın Yüksel. Akıllarına her etiğinde kırmızı görmüşler gibi sokaklara saldıran, rast geldikleri otobüsleri, evleri, arabaları yakan saldırganlar hakkında da Sayın Yüksel’in söyleyecek sözleri olmalıdır. Kendisini bildiğim kadarı ile elbette vardır ama başka bir yazı konusu yapacak kadar uzun saydığı için o görüşlerine yer vermemiş olabilir diye düşünüyorum.
Türkiye’yi “başörtüsü ve Kürt sorunundan kurtaracak bilgilere sahip olduğunu” iddia etmektedir Sayın Yüksel. Başörtüsü hakkındaki derin görüşlerinden aşağı yukarı herkes haberdardır. “Kur’an da baş örtüsü yoktur.” Görüşünden hareketle baş örtüsü yasağını her halde sorun haline getirmek te anlamsızdır mı demek istiyor acaba? Kürt sorunu hakkındaki kurtarıcı görüşlerini ise Sayın Erdoğan’ın cesaretine ve isteğine bırakıyor Sayın Yüksel. Sayın Erdoğan bu konularda iddia edildiği gibi gerçekten “yeniçeri kafası” ile mi hareket etmektedir? Türkiye’yi bu sorundan kurtaracak bilgileri merak edip Sayın Yüksel’den isterler mi? Onu elbette bilemeyiz. Ama Sayın Yüksel’in Kürt sorununu çözecek bilgilerini görüşlerini ben şahsen merak etmekteyim. Umarım bunu herkesle paylaşır. Dolayısı ile öğrenme imkanımız olur.
Sayın Yüksel’in bu yazıyı bir çağrı olarak kabul etmesini ve görüşlerini paylaşmasını diliyorum.
Sağlık, afiyet dileklerimle selam ve saygılar.
Merhaba Selami,
Köşemde size cevap olarak bir makale astım. Uzun olduğu için buraya asmak yerine adresini veriyorum:
https://www.bilgiagi.net/?p=8984
Selam,
Ekim 6th, 2009 at 08:07Edip
Sayın Saygın, Türkçü mü? İslamcı mı? Ulusalcı mı? AKP'li mi yazısından anlaşılmıyor bir türlü.
Ekim 6th, 2009 at 09:22