Duyguların İsyanı
İnsanların çoğunluğu konuşurken doğruları söylerler, yaptıklarına baktığınızda ise, doğru olmayan işler yaparlar.
Sadece kendisine doğru gelir yaptıkları. Topluma ise yanlıştır. Toplumun değerlerine terstir. Bir türlü bunu anlamaz ve anlamakta istemezler. Çünkü kendi zevk ve çıkarlarına ters gelecektir. Bütün yazarlarımız, aydınlarımız her defasında ülkemizde ahlaki değerlerin dibe vurduğunu, çarpık ilişkilerin arttığını yazıp durduk. Elimizden geldiğince toplumsallığın bittiğini bireyselleştiğimizi ve bireyselleşirken de neleri yok ettiğimizi, kaybettiğimizi anlatmaya çalıştık.
Çoğu zaman aynı kelimeleri kullansak ta fakat anlamlarını hep farklı algıladık. Hiç kimse aynı kelimede aynı anlamı görmek istemedi, istemiyor. İşine geldiği gibi algılıyor. İşine geldiği gibi anlıyor.
Git gide birbirimize yabancılaştığımız bir çağdayız. Bir birimizle konuşmayı bırakın birbirimize selam vermeye dahi üşenir olduk. Hiç kimse birbirini anlamıyor anlamaya da çalışmıyor. Artık oturup bir birimizle konuşamıyoruz. Sohbetler raflara kaldırıldı. Ya sohbetleri kavgaya çevirdik yada beni açmıyor bu sohbetler diyerek bir köşelere kaçtık. Yeni moda ise teknolojik sohbetler oldu.
Kendimizi bilgisayar başında bulduk. Bu da bizleri gönül yoksulu insanlar yığını haline getirdi.
Umutlar küçüldükçe şehirler büyüdü. Şehirler büyüdükçe de insanlık küçüldü. İnsanlığın ruhu, merhameti, yüreği hep zencileşti ve artık insanlık zenci günlerini yaşıyor.
Hepimizin Zamanın içinde olmanın o tanıdık sancısıyla günleri geçip gitmekte. Hayat bize aynı yaşama sancısını çektirirken, Ömrümüz tıpkı ellerimizden uçup giden kelebek gibi geçip gidiyor.
Bütün çabamız kaygısız günlerin yakınına taşınmak, hakkımız olan güzel ve asude bir geleceği var etme gayreti ile çırpınıp durmak. Her beden kendine özgü ve kendine has bir sızının iniltisiyle yoğruluyor ve sancısını çekiyor. Hayatını yaşamaya çalışıyor.
“Hayatta her insanın ayrı bir hikâyesi vardır”. Herkes bir amacın bir özlemin peşinden koşuyor gelecek kaygısı taşıyor ve gelecek hazırlama telaşıyla hayata tutunuyorlar. Bir umudu yeşertecek, yarınlara açılan kapılara yönelecek, hayatını anlamlandıracak projeler yaratıyor ve bu projelerin peşinden koşuyorlar. Tek amaçları bu projelerini hayata geçirmektir.
Bazen günlük hayatımızın koşuşturması içinde çoğu zaman ihmal ettiğimiz hatta unuttuğumuz bir şeyler vardır. Çoğu insan bencil duygular taşımaya ve beslemeye başladığından farkında bile olmaz olamaz. Her şeyin iyisini kendisi ve ailesi için ister. Dünyayı sever, dünya nimetleri ve menfaatlerinin peşinde koşarken paylaşmayı ve bizden farklı insanların varlığını göz ardı eder veya unutur. Bizden daha kötü yaşam şartlarına sahip insanları görmezden gelmeye umursamamaya başlamışızdır. Bunun nedeni ise bencilleşmemizdir. Ve toplum kavramını yitirmiş olmaktır.
Zamanla herkes bir şeyleri kaybetmekte veya terk etmektedir. Hayatımızda çoğu zaman terk edilmişliğin ve yokluğun tüm boyutlarını yaşarken çoğu insan ise sahip olduğu imkânların değerini bilmez ve daha fazlasını ister. Memnuniyetsiz ve aç gözlüdür. Sanki ellerinde bir topaçtır dünya.
İstediği gibi kendi zevk ve çıkarlarına göre avuçlarında evirir çevirirler.
Bazı insanlar ise çaresizdir. Çaresizliğin ne demek olduğunu yalnızca onlar anlar. Bu güne kadar çaresizliğin resmimi çizebilende olmadı. Olmamıştır da. Hiç bir zaman tekrarı olmasını istemediğimiz zamanlardır. Bazı zamanlarda vardır ki tekrar tekrar yaşamak istediğimiz.
Güzelliklerle dolu, tadı damağımızda kalan, unutamadığımız, hatıraları silinmeyen ve özlediğimiz.
Bazen de görmek istediğimiz ve gözlerimizi kaçırdığımız acılı hayatları zaman bir bir karşımıza çıkartarak yüreklerimize dokundurur. Canımızı acıtır.
Bir birimizin yüzüne gözüne bakmaya çekinir olduk. Yüzüne baktığımız insanları da tanıyamaz hale geldik. Hangi maskeyi taktığını, kaç türlü yüz taşıdığını göremiyor, en yakınlarımızı dahi tanıyamıyoruz.
Sonuçta duygularımız isyan başlatıyor. Hayata, kendimize isyanları oynuyoruz. Sahne hayat, oyuncular biz.