"Düşünüyorum, o halde varım!” demiş Descartes (Dekart) 400 yıl önce. Düşünebiliyor olmayı; var olmanın koşulu olarak koymuş ortaya. Bununla da yetinmemiş, kişinin kendi var olma bilincini ilk sağlam-temel bilgi kabul etmiş. Akıl ve iradeyi, gördüklerini ve duyduklarını kabul ediveren bir araç olarak değil de; sorma ve sorgulama adına şüphe duyma yetisi olarak algılanması gerektiğini savunmuş.O gün bu gündür bu görüş bilimsel arenada korumuş yerini. Öğrendiklerini, gördüklerini, duyduklarını ve inandıklarının hepsini büsbütün silerek; her şeyden kuşku duymakla; sıfırdan başlamış işe. Artık; bildiği gördüğü, duyduğu inandığı hiçbir şeyden emin değildir ama, bir tek şeyden kesinlikle emindir: O da düşünüyor olmanın mutlak olarak ortaya koyduğu varolma-benliği-kişiliği…Onu şüphe edemeyeceği noktaya kadar götüren de; “düşünmek var olmaktır!” dedirten de düşüncenin ortaya koyduğu mutlak varlığa olan sarsılmaz inancıdır.
Der ki: "Kesin olan bir şey var. Bilinenin, görülenin, duyulanın… doğruluğundan şüphe etmek. Şüphe etmek düşünmektir. Düşünmekse var olmaktır. Öyleyse var olduğum şüphesizdir. Düşünüyorum, o halde varım. İlk bilgim bu
sağlam bilgidir. Yani; düşüncemle ulaştığım varlığım!..
Şimdi artık; bütün öteki bilgileri bu bilgiden çıkarabilirim." Akıl, us, irade ve bilcümle insani hasletler de tam da bu noktada girer devreye. Sığır ve insan ayrımının da başlangıcıdır burası. O sayılan bilcümle insani hasletler devreye giremezse, ya da eksik girerse ne mi olur!?... -Biad olur; kula kulluk olur!... Kör-sağır-dilsiz inançla koyun olur.
Cennetten yer kapma adına, sürü olur. İkna olmak adına bir torba erzak peşinde kuyruklarda taklacı kul olur!... Aklının, iradesinin ve vicdanının değil de çıkar hırsının kirlettiği siyasetin kişiliksiz neferi olur. -Cehennemle korkutulan, hurilerle avutulan avanak olur!... Biadı, mutlak refaha ulaştıran saygı olarak bilir. Akıl ve irade devre dışıdır ama; hükmü peşin ve kesindir: “büyüklerimiz daha iyi bilir!...” Teslimiyetçilik budur işte.
Kendi elleriyle yarattığı puta tapmak… tam da budur işte!.. ****** Amacım Dekart’ı tanıtmak ve onun felsefesini anlatmak değil… Hani; “Şimdi; bütün öteki bilgileri bu bilgiden çıkarabilirim.” diyor ya… Hani; kişi kendi varlığının farkına varması için öncelikle düşünmeyi, akıl etmeyi, iradeyi kullanmayı bilmeli demeye getiriyor ya… acaba bu bilgilerden hareketle, örneğin siyaseten doğru adımlar atılmasında, doğruların ayıklanıp bulunmasında düşünce ve akıl sisteminin devreye girmesi gerekliliğini “insanım” diyenlere ulaştırabilir miyiz!?... demeye getirmek istiyorum sözü.
Hani, demem o ki; en azından düşünmeye sevk edebilir miyiz insanları, da…. var olduklarının farkına varsalar da… kula kulluk olan kendi hiçliğini, kendi değersizliğini kaldırsa ortadan!... Düşünceyi devreye sokarak; farkına varsa insan olmanın… insanlık erdemine ulaşmanın!... Şu anda yurdum insanının en büyük eksiği değil mi bu!?.. Düşünmeye uzak durmanın; yok sayılmak anlamına geldiğini birileri anlatmalı değil mi ona!.?..!... Düşünmeyi öğrense katlanır mıydı kula kulluğa acaba!...?... Düşünmeyi bilse; emeğin en yüce değer olduğunun bilincine erse, katlanır mıydı sömürülmeye acaba!...?...
Düşünmeyi bilse; Grizu felaketi kader, Sel baskını “kader” Deprem “kader.” Hızlı tren kazası “kader” İşsizlik “kader.” Teröre kurban vermek kader… Trafik kazaları “kader,” soma felaketi kader, asansör faciası kader olur muydu 20 kişilik minibüse 80 kişiyi dolduran köle tüccarlarının yanında, onlara bu fırsatı yaratan en tepedeki yetkililerden öncelikle hesap sorulması gerektiğini hala anlamazlıktan gelir miydi acaba!?...
Göz göre göre; bu kaçıncı can pazarı maden ocaklarının kapısında, rezidans inşaatlarının iskele başında… deyip; bu katlin asli failleri kimdir diye yapışacak yakalar bulup hesap sormaz mıydı acaba!?... Düşünüyor olsaydı, iktidar; her başı dara düştüğünde bir ucundan dine perçinlendirilmiş kaderi, fukaralığa-cehalete-açlığa can simidi yapılabilir miydi örneğin!?...
Kendi varlığını en doğal hakkı bilip; düşünebiliyor olmaya bağlayabilseydi mesela; İhmal ve gafletin sonucu ortaya çıkan kaza ve belaları “fıtratında var” ile örtmeye çalışan zihniyete inanır ve katlanır mıydı acaba!?.. Fukaralığı kadere bağlayan zihniyet ile; eğitimde 4+4+4 gaflet ve dalalet yasaları ile, düşünme ve akıl yürütmenin yollarını kesen zihniyetin ortak planlama ürünleri olduğunun bilincine varıp dayatmalara direnemez miydi örneğin!.?..
Feodal, teokratik, despotik ve antidemokratik yönetimlerin tümünün düşünceye düşman oluşlarının altında, gün olur da bir gün “bende varım!” deniliverecek olmanın korkusuyla, her gün kendisine yeni dayatmalar yapıldığını kavramaz mıydı acaba düşünmeyi becere bilseydi!?...
****
Altını çizerek söyleyelim ki; Eğitim ne kadar medreseleştirilirse biada o kadar eleman kazandırılmış olur. Çağdaşlıktan uzak iktidarları başımıza ”kader” kılan asıl suçlu faktör budur!...
Dünün ürünleriyle hibritlenmiş bu günün meyveleri; düşünceyle var olmanın pınarlarını kurutmaya yeminli görünmekteler… Dinselleştirilmiş eğitim, öncelikle düşünmenin önünü keserken; sormadan, sorgulamadan kabullenmenin yolunu açmakta. Düşünmediği, düşünmeyi öğrenemediği, belki de işin kolayına kaçıp düşünmemeyi yeğlediği için kendisini var saydırmanın koşuları kendiliğinden ortadan kalkmakta.... Bunun sonucu olarak da yaşamını kader bilerek, karın tokluğuna çalışmanın ve kaderini inancına katık ederek, kendisini kullandırmanın yollarını kendi elleriyle açmakta.
Yarı aç kişi mutlak bağımlı kişidir der kitaplar. “yarı aç kişinin en büyük korkusu, rızkının kesilme korkusudur” diyede eklerler. Bu korkunun içine sürüklenmiş kişilerin en kolay aldatılanlar olduğu da açıktır... Aldatmanın en zahmetsizi de din ile yapılandır!... Halkın Ortaçağ karanlığından kurtuluşu bu zincirinin kırılması ile sağlanmıştır. Oysa ülkenin şu anki eğitim sistemi sömürüye ve köleliğe başkaldıran değil, tam tersine biada kul eyleyen nesiller yetiştirmeyi amaç edinmiş görünmektedir.
Sömürgeci toplumlarda işte tam da bu nedenle yarı aç bırakılır insanlar…İstenir ki; aç kalıp ölmesin, doyup düşünmesin!.. Bugün; oyunun dalga boyu değişmiş olsa da; dalganın dümenini tutanların amacı değişmemiştir. Günün gelişimlerine göre yeni teknikler geliştirilmiş, hedef ve amaçlar ise özde değişmemiştir. Demokrasinin, amaca götüren tren olarak nitelenmesinin… bu amaca uygun davranış içinde olmayanların, bir daha trene alınmamak üzere atılacakları tehdidinin açıktan ilan edilmesinin altında yatan gerçek; tam da bunu anlatır işte!...
Birilerinin belirleyip seçtiğini, kendisi seçti sanıyor benim yurdum insanı!... Önüne konan sandıkla, milli iradenin kendi gayretiyle oluşturulduğunu sanıyor… Kendisine hiçbir konuda, hiçbirşey için danışılmadığının farkında bile değil!... Milletin vekillerinden bile kaç tanesi; yiğitçe, bileğinin yüreğinin ve birikiminin hakkıyla orada olduğunu söyleyebilir!?.. Milletin vekili açıklama yapıyor. Diyor ki; “Halkın dört gözle beklediği 45 maddelik torba yasa, muhalefetin bütün engellemelerine rağmen yasalaştırıldı!” Oysa üzerinde beyanat verdiği torba yasa; 45 değil; 146 madde!...
İşte milli iradenin hibrit ürünü!.. Oyladığı yasanın madde sayısından habersiz iken içeriğinden haberdar olmasını beklemek… Uygun terimi siz bulun da birazcık ben aklıma mukayyet olayım!... Ve onlarcası o mecliste, milli irade adına güya görev ifa ediyor!... Ne inancı bilgiye dayanıyor yurdum insanının; ne de kendisine dayatılanı aklın ve düşüncenin süzgecinden geçirmeyi biliyor. Varolamıyor, varsayılamıyor bu nedenle!...
Seçmen listesinde yer alıyor olması, varsayılmasına yetmiyor oysa. Varsaydırmanın ilk koşulu düşünüyor olma koşulu yerine getirilmedikçe de bu eksiklik hep sürecek. Bu eksiklik sürdükçe de; “Düşünüyorum, varım” demesini bilemedikçe de; şahlara, tiranlara, sultanlara katlanmak kader sayılmaya devam edecek!... Kendisi aç yatarken, milyarlık 1000 odalı ihtiras ve ihtişam saraylarını sultanlara hak görecek!... Ey düşünen adam!...
“Düşünüyorum varım” diyebilen aydın adam!... Gerçekte var isen “Düşünüyorum varım” diyebilecek kendin gibi bir başka adam daha yetiştir!... - Başa çıkmaz… o kadar çok ki; ne fark edecek tek kişi…deme!..
Karaya vurmuş milyonlarca denizyıldızından bir tekini bile yeniden denize ulaştırmak, nasıl o tek denizyıldızı için fark ediyorsa… “ben de varım” diyebilecek o tek kişi için de çok şey fark edecektir!... * Böyle bir görevi muhalefete de önereceğim ama onları büyük zahmetlere sokmak istemiyorum.