Düşünmeden Söylenen Sözler
Bir daha dile getirmekte sanırım çok fazla bir yanlışlık olmaz.
İngiliz parlamentosunda, iktidar ile muhalefet arasında sert tartışmalar yaşanıyor.
Muhalefete mensup bir milletvekili kürsüden, iktidarı alabildiğine sert sözlerle eleştiriyor.
“Sen orada bizi eleştireceğine, git de bak bakalım karın evde seni kiminle aldatıyor!..”
Tabii bu lafın ardından ortalık karışıyor ve karşılıklı sözler gırla gidiyor.
Bu arada kürsüden konuşan milletvekili, ayaklanan milletvekillerini susturup, bir şeyler söylemeye çalışıyor, fakat meclis başkanı onu da susturup, oturuma ara veriyor.
Kürsüdeki konuşmacı, büyük bir ısrarla konuşmak istediğini söylemesine rağmen, başkanın da karşı ısrarı ile susmak zorunda kalıyor.
Olaylar yatışıp, ortalık sakinleştikten sonra, Meclis başkanı, konuşmakta ısrar eden milletvekilinin yanına gidip, “Yaa, o kadar takma kafana... İşte siyaset sahnesi... Sana söylenen sözlere boşver...” diyerek gönlünü almaya çalışıyor. Ve ardından da, “Sen niye ısrarla söz almaya çalıştın ki? Değer mi?” diye soruyor milletvekiline...
Bunun üzerine, muhalefet partisine mensup milletvekili de daha fazla dayanamıyor ve “Sayın başkan eğer bana söz hakkı verseydiniz, ben de evli olmadığımı söyleyecektim sadece” diyebiliyor...
Böyle bir olay yaşanmış mıdır, yaşanmamış mıdır? Sadece fıkra olarak günümüze mi gelmiştir bilinmez... Bir gerçek var ki, bizim de insanımızın durumunu en iyi anlatan fıkralardan biri olduğu ise gerçek.
Her nedense, sevmediğimiz, beğenmediğimiz, çalışmasından memnun olmadığımız kişilere yönelik karalama kampanyaları düzenlemekte, sanırım bizim üzerimize de yok.
Ya da “Güneş balçıkla sıvanmaz” gibileri.
Anlaşılan, ezelden beri birbirimizi böylesine karalamaya alışık olduğumuz için, bu tür atasözleri diyebileceğimiz deyimler de, bizim literatürümüze girmiş.
En çok siyaset ve sanat camiasında görülen böylesine karalamaya yönelik sözler, medya aracılığı ile toplumun tüm katmanlarına yayılmaya başlayınca, ister istemez herkes kendine göre olan dersi çıkarıyor ve büyükten küçüğe kadar her kesime olabildiğince yayılıyor.
Belki bugünkü yazımız, biraz gazetemizin köşe yazarlarından Yaşar Kırbıyıkvari olacak ama geçtiğimiz günlerde okuduğum küçük bir ders verici bir başka yazıyı da sizinle paylaşmaktan kendimi alamayacağım...
“Öğretmenin Yastığı.
Bir öğrencisi öğretmeniyle ilgili, aslı olmayan bir dedikodu çıkarır, dedikodu kulaktan kulağa yayılır.
Daha sonra öğretmen öğrencisine bu dedikodunun kaynağının yanlış olduğunu ispatlar.
Öğrenci hatasını anlar, çok üzülür ve "Hocam bu hatamı nasıl giderebilirim?" diye sorar.
Öğretmen, kuştüyü bir yastık alıp kasabanın yanındaki tepeye gelmesini söyler. Öğrenci yastıkla tepeye geldiğinde öğretmen
ondan yastığı bıçakla kesip kuş tüylerini ortaya çıkarmasını söyler.
Öğrenci yastığı keser, kuş tüyleri kısa sürede ovanın her tarafına yayılır.
Öğretmen öğrencisine "Şimdi senden bu tüyleri toplayıp tekrar yastığın içine koymanı rica ediyorum. Eğer bunu yaparsan hakkımda çıkardığın dedikoduyu da telafi edebilirsin" der.
Bundan daha güzel bir anlatım tarzı olabilir mi?
Zaman zaman çoğumuz, benzer davranışlar sergileyebiliyoruz.
Nereye gidebileceğini hiç düşünmeden, bir takım sözler söyleyip, hiç bir günahı dahi olmayan insanlara böylesine karalamalarda bulunuyoruz.
Zaten, söz ağızdan çıkmadan bizim esirimizdir, ağızdan çıktıktan sonra artık biz o sözün esiri oluyoruz.
İşin garip tarafı ise bunun farkında bile olmuyoruz ya!.. Böylesine bilinçsiz bir şekilde söylemeye de devam ediyoruz.
Örnekler vermeye kalksak, herhalde kitaplar yazmak gerekir.
Kimileri işinden, kimileri eşinden, kimileri kariyerlerinden, kimileri de koltuklarından oluyor, böylesine karalama kampanyalarının ardından.
Tüm bunları bilmemize rağmen, her nedense hiç geri adım atmayı dahi düşünmüyoruz.
Haa, tabii bu arada Allah’a çok şükür, Müslümanlığı da hiç kimseye bırakmadığımız gibi, gıybet etmenin ne kadar büyük bir günah olduğunu da birbirimize söylemeden geçmiyoruz.
Söylemesine söylüyoruz da, gıybetin de alasını yapıp, dedikoduculuğu kimseye kaptırmıyoruz maşallah.
Televizyonlarda ne kadar program varsa, neredeyse büyük bir çoğunluğu dedikodu üzerine üretilmiş ve üstüne üstlük de reyting rekorları kırıyor...
Eh varın buradan dedikoduyu ne kadar seven bir millet olduğumu siz hesaplayın