Düşüncenin de Bir Namusu Olmalıdır
Son üç aydır ülke içinde ve ülke dışında yaşanan olaylar turnusol kağıdı görevi görmüş, farklı bilinen veya gösterilen bir çok kavramın gerçek mahiyetini ortaya koyarak maskeleri düşürmüştür.
Amerika ve Avrupa Birliği ‘nin aslında tarafımızca daha önce de bilinen gerçek yüzü bu dönemde açıkça srıtmaya başlamış, Birleşmiş Milletler adlı sözde uluslararası barış (!) ve güvenlik (!) örgütünün nasıl bir şey olduğu bir defa daha gözler önüne serilmiştir.
Kim hangi düşünceye, inanca, karaktere, isteklere ve sayılabilecek daha nice farklılıklara sahip olursa olsun, insan olarak bizlerin en büyük hassasiyeti adalet ve dürüstlük üzerinde yoğunlaşmalıdır. Bu iki özelliğin olmadığı yerde hiçbir şey olmaz, bunların olduğu yerde ise her problemin bir çözümü bulunur.
Dürüstlük ya da dosdoğru olmak emniyetin garantisidir. Diğer bir açıdan buna insanın karakteristik namusu olarak bakılabilir.
İnsan tarafsız olamaz. Muhakkak inancı, düşüncesi ve beklentileri (!) bir tarafa meyletmesine neden olur. Ancak taraf olması dürüstlüğüne engel teşkil etmemelidir. Örneğin bir Müslüman, ateist birine karşı da Müslüman birine de aynı doğrulukla bakabilmelidir. Birini sevip diğerini sevmeyebilir. Burada dikkat etmesi gereken, taraf olurken karşı tarafa insafsızca davranmaması, haklının hakkını verebilmesidir. Çözüm noktası da kırılma noktası da burasıdır.
Türkiye ‘de yaşanan gezi parkı olayları ve Mısır ‘daki darbe ve darbe sonrası olaylar sübjektif yaklaşımın hangi boyutlarda olduğunu çok net bir şekilde ortaya koydu.
Her iki olayda da demokrasi (!) kelimesi ağızlarda sakız oldu, gösteriler yapıldı, gösterilere müdahalede bulunuldu ve birçok tartışmalar yapıldı. Ancak, konuşulanların fazla önemi yoktur. Atalarımızın dediği gibi “ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz”.
Biz de burada düşüncenin sınırlarını zorlayan tutumlar ve bakış açılarından birkaç örnek alarak yorumu okuyucuya bırakmak ve “düşünce namusunun” korunmasının geleceğimiz için ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmek istiyoruz.
Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı olan zat Gezi Parkı olaylarında, göstericilerin tüm tahribat ve şiddetlerine rağmen, polisin biber gazı sıkmasını çok sert müdahale olarak görüyordu. Halbuki aynı kişi, birkaç yıl önce Almanya Stutgart ‘taki tren garı gösterilerinde polisin bol coplu, bol biber gazlı müdahalesinde “ kimsenin devlet ve şahıs malına zarar vermeye hakkı yok” diyerek polisi savunuyordu.
Diğer yandan Mısır ‘da yapılan darbeyi bir kenara bıraktık, darbe sonrasında üç defa yapılan katliamla ilgili henüz bu şiddet karşıtı politikacıdan bir kelime duymadık. (Bu yazının kaleme alındığı sıralarda dördüncü katliama başladıklarını da öğrendik, üzgünüz).
CNN ve BBC gibi televizyon kanalları Gezi Parkı ‘ndan naklen yayın yaparak sanki Taksim ‘de bir katliam varmış görüntüsü vermeye çalışıyorlardı. Aynı kanallar Mısır ‘da darbe sonrası yapılan katliamları ise çatışma (!) olarak göstermeye çalışmaktan doğrusu hiç utanmadı.
Amerika ve Avrupa siyasileri Gezi Parkı için ardı ardına yorumlar, uyarılar ve hatırlatmalar için yarışırken, Mısır için hiç birinden dişe dokunur bir açıklama gelmedi. Hatta, insaf veya pes dedirttirecek cinsten açıklama yapanlar oldu. Amerikan Dış İşleri Bakanı Kerry ‘nin “Mısır ordusu demokrasiyi yeniden inşa ediyor” açıklaması herhalde aklın ve mantığın durduğu noktaya ciddi bir örnek olarak hatırlanacaktır.
Örnekler çoğaltılabilir. Bunların hepsi bize üzücü ancak normal geliyor. İnsanlığın, adaletin ve hukukun yerine çıkarcılığın prim yaptığı bir dünya düzeninde bu insanları yadırgamıyoruz.
Ne var ki, yüzbinlerce şehit vermiş, sağladıkları adaletin özellikleri dünyada araştırma konusu olmuş, insan hakları yanında hayvan haklarında bile olağanüstü uygulamalar ortaya koymuş atalarımızın bize bıraktığı ülkemizde de benzerlerinin olduğunu görmek bizi hayli üzüyor.
Bu ülkede, maalesef CNN ile aynı kafayı taşıyan, belki de aynı çıkar ilişkileri içinde olan, saldırıya uğrayanları “saldırdılar” diye haber yapan televizyonlar ve gazeteler var.
Ve yine bu ülkede olayların istedikleri gibi gelişmesi için “protestolarda birkaç kişi ölse ne iyi olur” diyebilecek kadar sefilleşmiş televizyoncular var ne yazık ki…
Bu ülkenin havasını soluyan bir yazar çıkıp “demokrasi ve laiklik gelirken, ezerek ve mahkum ederek gelmiştir” diyebiliyor. Bilmiyor ki artık bu ülkenin insanı demokrasinin de laikliğin de aslında ne olduğunu çok iyi öğrendi. Anlatılan masallara kolay kolay kanmıyor.
Buna artık ne denebilir ki? Eğer öyle gelmişse iyi halt etmemiş demekten öte ne yapılabilir?
Sonuçta, insan olarak adil ve dürüst olmak zorunda değil miyiz?
İstediğiniz inanca sahip olun, istediğiniz hedefleriniz olsun, istediğiniz bakışınız ve yönteminiz olsun fark eder mi? Olayları olduğu gibi değil de sadece çıkarları için farklı gösterenlerden ülkeye ve insanlığa hiç fayda gelebilir mi?
Unutulmamalı ki barış ve huzur için demokrasiden de, laiklikten de önemli olan dürüstlüktür, yani “düşüncenin de bir namusu olmalıdır”. Aksi halde fahişelerin meydanları doldurduğu yerde iffet, sağlık ve güvenin olamayacağı gibi düşünce namusunun olmadığı yerde de ne demokrasinin, ne laikliğin, ne canın, ne malın ne de sözün önemi kalır.