Bunu açıklayabilmek ve temelden anlayabilmek için bir parça tarihsel bilgi verelim;
Önce, “ekonomi-politik ya da politik ekonomi” vardı.
Üretimin, ticaretin, bölüşümün devlet ile yasal-yönetsel ilişkilerinin incelenmesine deniliyordu bu kavram.
Siyasi iktisat da denilir. Politik iktisat veya ekonomi politik de denilir.
18. yüzyılda devletlerin iktisatlarının çalışılması olarak gelişmiş dolayısıyla da "siyasi" iktisat (ekonomi) adını almıştır. Ulus devletlerde üretim ve tüketimin koşulları incelenmekteydi.
Smith, Ricardo ve Marx siyasi iktisadın büyük temsilcileridirler.
19. yüzyılın sonlarında, "siyasi iktisat" terimi asıl anlamından çıkarılmıştır.
Bazı iktisatçılar, marjinalistler, genellikle iktisat çalışmalarını, üretim ve tüketimin yapısal ilişkilerinden ziyade matematiksel temellerine dayandırmak istemişler ve “iktisat” terimini kullanmışlardır.
Politik iktisat yerine sadece “iktisat” terimini esas almışlardır.
Elbette bu gelişmelerde, 1870-1880’lerden sonra, “kapitalizmin çok uluslu şirket evresine geçmesi” etkin olmuş, denilebilir.
Günümüzde siyasi iktisat iktisadi ve siyasi davranışları çalışan, farklı ancak ilişkili, iktisadı diğer alanlarla birleştiren yaklaşımları kastetmek için kullanılmaktadır.
Elbette iktisat, birçok diğer sosyal bilim ile doğrudan ilgilidir.
Tarih, sosyoloji, siyaset bilimi, psikoloji, hukuk, felsefe gibi bilim dallarıyla çok yakından etkileşimlidir.
İşte iktisat disiplinini, bir fizik yasası gibi, tarihin her dönemi ve dünyanın her yerinde geçerli olacak şekilde, anlamazsak, onu toplumların tarihsel ve sosyal evrimleri içinde farklı ilkeler, yaklaşımlar, etkileşimler kapsamında değişebilen bir “politik ekonomi” bütünlüğünde ele alırsak, dünyanın bu günkü durumunu daha gerçekçi biçimde anlayabiliriz.
Fizik biliminde de asırlar içinde yeni gelişmeler olmuştur.
Bu “giriş”ten sonra, şimdi gelelim, dünya ülkeleri içindeki “katma değer” payımızın ne olduğuna.
Türkiye imalat sanayisinin dünya imalat sanayisi katma değeri içindeki payı; 2005 yılında yüzde 1,1 iken; 2011’de yine aynı 1,1 düzeyindedir (World Bank, 2014).
2002 yılında Çin’in payı yüzde 8,3’ten, 2011’de 20,8’e yükselmiştir.
Güney Kore 2,7’den 3,1’e yükselmiştir.
Brezilya 1,3’ten 2,8’e yükselmiştir.
Hindistan 1,3’ten 2,3’e yükselmiştir.
Dünyaya daha çok ve daha nitelikli katma değer sunmak, sanayileşmede derinleşmekle mümkündür. Politik ekonomiyi iyi anlamak zorundayız.
Sanayileşmek bir anlamda kalkınma demektir.
Mevcut iktisat politikalarını sanayileşme lehinde dönüştürmek şarttır.
Bunun için, mevcut üretim yapısını (yarı-sanayileşmiş, dışa bağımlı, düşük teknolojili) aşmak zorunludur.
1998 yılında, imalat sanayinin milli gelir içindeki katma değer payı yüzde 23,9 oranında, 2013’te ise yüzde 15,4 oranındadır (TÜİK, 2014).
2005-2011 yılları içinde dünya katma değeri içindeki payımız değişmezken, ülke içinde bir “gerileme” söz konusu olmuştur.
Bu iki gelişme de özenle ele alınıp değerlendirilmek durumundadır.
Çünkü ülkelerin her alandaki ilerlemesi ve güçleri, yarattıkları katma değerle ölçülür.
Gelecek yazılarda bunun ayrıntılarına inelim.
Sevgiyle ve üretkenlikle kalın.