18. yüzyıl sonrasında özellikle petrol kaynaklarının ezici çoğunluğunun Alman asıllı Siyonist ailelerin eline geçmesiyle güç dengelerinde kaçınılmaz bir değişim meydana gelir.
Rusya İmparatorluğu, 1917’de Lenin liderliğindeki Bolşevik Devrimi ile yıkılarak, yerine Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği kurulur.
Tarih sahnesinden tümüyle çekilmesi öngörüldüğü halde, -Osmanlı bakiyesi toplumun kökleriyle bağının koparılıp, batılı bir toplum modeline dönüştürülmesi karşılığında,- Ankara hükümeti ile anlaşmaya varılıp ve Osmanlı dönemi sona erdirilir. Bu sayede bölgeye yönelik dizaynda önemli ölçüde neticelenir.
Dünyanın merkezi hem siyasi, hem de ekonomik olarak Amerika’ya kaymıştır.
Ancak çağın şatlarına göre tek kutuplu bir dünya sürdürülebilir değildir. Avrupa yorgun ve alternatif bir merkez olmaktan oldukça uzaktır. Rusya’da yapılabilecek bir rejim değişikliği, projenin dengesi açısından son derece önemlidir. Bunun için Ukraynalı bir Yahudi olan Vladimir İlyiç Lenin desteklenir.
‘Lenin’in Yahudiliği de nereden çıktı’ denilebilir. Lenin’in ablası Anna Ulyanova, Lenin'in halefi Josef Stalin'e 1932 yılında yazdığı -ki aslı halen Moskova'daki Devlet Tarih Müzesi'nde sergileniyor- mektupta, Yahudi oluşlarını şu şekilde itiraf ederek, yardım ister.
Büyük babamız -yani annemizin babası- Rusya’daki Yahudi karşıtı "yerleşim sınırlandırması" politikasından kurtulmak ve daha yüksek eğitim hakkını elde edebilmek için, -Sabetayistler gibi- gerçekte Yahudi olduğumuz halde Hıristiyanlığa geçerek, Ukraynalı bir Yahudi aile oluşumuz gizlenir.”
Hatırlanacak olursa Rusya Yüksek Mahkemesi 2008’de aldığı bir kararla, Lenin tarafından devrilerek idam edilen son Çar 2. Nikola ve ailesini, Bolşeviklerin siyasi baskılarının kurbanları olduklarını kabul ederek hem öldürülen Çar’a, hem de varislerine itibarlarını iade etmişti.
Lenin, -Marksizm’i günün koşullarına uydurduğu iddiasıyla- Leninizmi devreye sokar. Sonrası malum. Bu süreçte, St. Petersburg şehrinin adı Leningrad’a dönüştürülür. Ancak yeni Rusya tarafından Leningrad adı iptal edilerek, yeniden St. Petersburg olarak değiştirilir. Bu gelişme Lenin’den ziyade, Putin’in Bolşevik devrimini yaptıran küresel sistemle mücadelesi olarak da yorumlanır.
Putin’ın Rothschild Hanedanlığı’nın arşivini ele geçirdiği ve eski bir ajan olmanın verdiği derin tecrübe sayesinde küresel yapının tüm derinliklerine vakıf olduğu, ciddi pazarlıklar karşılığında arşivi Rothschild Henadanlığı’na iade ettiği biliniyor.
Putin, Rusya’yı dönüştürüp, yükselen bir ülke haline getirse de, Çin varken, ABD’ye karşı alternatif bir güç olmaktan oldukça uzak. Zaten herkes gibi Putin de, egemenlerin Çin’i yıllar önce alternatif güç olarak dönüştürdüklerinin farkında.
2012’de ABD ve Çin’in yanı sıra Rusya’da da başkanlık seçimi var ve çok büyük bir sürpriz olmaması durumunda, Putin’in devlet başkanlığına tekrar dönmesine kesin gözüyle bakılıyor. Oysa küresel güçlerin genetik kodlarını bilen Putin’in, malum güçler tarafından istendiğini söylemek zor.
Bush döneminde tüm dünyada itibarı dibe vuran ABD’de, “milli(!)” güçler ile derin Amerika arasındaki anlaşma sayesinde, senatör Obama başkanlığa getirilir.
Derin Amerika, başta İslam dünyası ve Afrika olmak üzere, yıpranan Amerika’nın itibarının Obama sayesinde düzeleceğini düşünür. Çok da haksız değildir. Afrika kökenli, kendi değilim dese de Müslüman olduğu düşünülen, Kur’an okumasını bilen ve adı Hüseyin olan birinin bunu başarması zor olamayacaktır ve kısmen de olsa başarmıştır.
Pentagon, Dışişleri ve Başkan yardımcılığını derin Amerika’ya kaptırsa da, oldukça uzun bir aradan sonra, “milli Amerika” Obama ile yeniden Beyaz Saray’a taşındı. İsrail’in 1967 sınırlarına dönmesini ilk kez telaffuz edebilen Amerika, üzerindeki büyük kambur İsrail’e karşı gerektiğinde mesafe koyabilecektir.
Derin Amerika veya küresel egemen ekonomik gücün, milli Amerika ile mücadele etmemesi beklenemezdi. Bunun içinde en iyi ve en güçlü FED silahını kullanmaktan çekinmedi.
Yaklaşık 150 yıldır 950 milyar dolarlık para basan FED, son birkaç yılda 1,5 trilyon dolara ulaşan miktarda dolar basarak piyasaya sürer. Obama yönetimi, 2008’i sıyrıkla atlatsa da, 2011’ı atlatması kolay olmayacak. Dünyanın kaynaklarını sömüren bu egemen küresel yapı, aslında en çok Amerika’yı sömürmekte. Çünkü ABD, onun dev ağlarının en orta yerindeki ülke.
IMF verilerine göre; 2010 yılı tüm ülkelerin toplam gayri safi hâsılası, 61 trilyon dolar. Oysa sade, 35 batılı ülkenin dış borcu ise 61 trilyon dolar. Sadece ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, İspanya, İrlanda, İtalya, Japonya, Belçika, İsviçre, Avustralya ve Kanada’nın dış borcu 50 trilyon dolar.
Ülkelerin toplam dış borcu, tüm ülkelerin yıllık hâsılatlarının toplamından fazla. Peki, bu ülkelerin borçları kime? Bu noktaya erişmiş bir küresel sistem, sürdürülebilir mi?
Bu iki soru, belki de bugünlerin en kritik sorusu. Dünya nüfusunun geliri, giderini karşılamıyorsa, bu yapı nasıl devam edecek? Farklı rakamlar telaffuz edilse de, dünyada Rothschild ve Rockefeller hanedanlıklarının varlıkları, 40 ila 50 trilyon doları buluyor. Demek ki, büyük alacaklılar belli.
Vietnam Savaşı’nı kaybettiği gün, Amerika’nın geleceğini de kaybettiğini görenler, kişisel çıkarları açısından Çin’e yönelik yatırımlara başlayarak, bugünlere gelmesini sağladılar. Milli Amerika’nın, 11 Eylül’e kadar ülkesi hakkında oynanan oyunun yeterince farkında olmadığı gayet açık. Derin Amerika’nın operasyonu olan 11 Eylül, milli Amerika’nın derin uykusundan uyanmasını sağlamış olmalı.
Bu veriler ışığında, milli Amerika’nın üzerindeki en büyük kambur olan İsrail’i daha fazla üstünde taşıyamayacağı, bu yüzden de Filistin devletini ilan ederek, hem İsrail’i frenlemeye, hem de üzerindeki ağır kamburdan kurtulmaya çalıştığını da görmek gerek.
Obama’nın, 1967 sınırlarından söz etmesinden sonra, Netanyahu derin Amerika tarafından çağrılıp, senatoda onlarca kez ayakta alkışlatılmıştı. Bu gelişmeler, iki Amerika arasındaki güç mücadelesi olarak yorumlandı.
Bu durumda ister dahli olsun, ister olmasın öteki Amerika’nın, Arap Bahar’ından memnun olmaması mümkün değil. Buna karşın Arap Baharı, hem Pentegon’u hem de İsrail’i tedirgin etti.
Gelişmeler, dünyada üç projenin aynı anda sahnelendiğini gösteriyor. Süreçten başarılı çıkan taraf, diğer tarafı önemli ölçüde tasfiye edecek.
Çin ekonomisi birkaç yıl içinde ABD ekonomisini geçip dünyanın en büyük ekonomisi olacak. Çin’e yatırım yapan küresel yapı yani derin Amerika’yı da kontrol eden küresel çeteler, Çin’in etki alanının daha da genişletmesini sağlamaya çalışıyor. Bu da Amerika’nın sonunu getirebilir.
Rothschild ve Rockefeller gibi birkaç tefeci gücün elinde rehin durumda olan Amerika ve İngiltere, dolayısıyla AB, ekonomik bağımsızlığı için, bu güçleri tasfiye etmek veya etkinliğini azaltma savaşı verecek. -Bu mücadele, sadece Amerika’yı değil tüm dünyayı ilgilendiren bir mücadele.-
Siyonizm’in büyük tetikçisi medya imparatoru Yahudi Murdoch operasyonunu ile Rothschildlere ait olan BP’nin geçtiğimiz yıl Meksika Körfezi’nde "Deepwater Horizon" platformda meydana gelen petrol sızıntısı ve sonrasındaki restleşmeler de taraflar arasındaki mücadelenin gün yüzüne çıkmış göstergelerinden sayılabilir.
Amerika’nın bundan sonra var olup olmaması, İsrail kamburu ile kendisini de sömüren derin çete ile ilişkilerine bağlı. ABD, Çin’e kaptırdığı siyasi ve ekonomik gücünün dolayısıyla nüfus alanını korumak daha da önemlisi var olup olmaması İslam dünyası, Afrika ve Rusya ile ilişkilerine bağlı. Bunun için daha stratejik adımlar atmaya mecbur.
Yakın gelecekte Amerika’nın İslam dünyasına ihtiyacı, İslam dünyasının Amerika’ya ihtiyacından daha fazla olacak. Bu durumda da Amerika’nın İslam dünyasını yanında tutup tutamaması, İsrail’le olan mesafesine artık çok bağlı.
Bu nedenle ABD’nin 2012 seçimleri büyük önem kazanıyor. Seçimlerden mevcut yönetim güçlenerek çıkarsa karşı taraf, ABD doları ve petrol kartıyla rejimi tehdit edebilir. Bu reste karşılık ABD, Amerikan Dolar’ından kurtulmak bile isteyebilir. Bu da Amerika’yı yeni bir para birimi veya FED’i millileştirmeye itebilir.
Bu süreçte İslam Dünya’nın Türkiye gibi hızla yükselen bir müttefike havale edilmesi, tabiri caizse bazı yüklerini hafifletme olarak da görülebilir.
Suriye ve İsrail rejimlerinin bir birini ayakta tuttuklarını bilen bilir. İsrail’in Gazze’ye yeniden saldırması, hem İsrail’in içindeki muhalefeti bastırmak, hem de düşme hattındaki Suriye rejimine verilen açık destektir. Suriye rejimine tavır alan Türkiye’nin İsrail ve Almanya’nın da desteği ile PKK’yla meşgul edilmesi bu planı bir parçası. Böylece Türkiye’nin hem Gazze ile, hem de Suriye ile ilgilenmesi önlenmek isteniyor. Ayrıca bu süreçte İran’ın Türkiye değil, İsrail safında yer almasına hiç şaşmamalı. Ama unutulmamalı bu süreçten en karşı çıkacakların başında Türkiye gelecek. Artık Türkiye,eski Türkiye değil.
Acaba bu süreçte Avrupa Birliği kalır mı? Son 5-6 yüzyılı sömürerek geçiren, İngiltere, Fransa, Hollanda, İspanya, Portekiz, İrlanda, İtalya, Belçika, İsviçre ve Almanya’nın ve dahi Yunanistan’ın işine düştükleri borç salmalından kurtulmaları hiç de kolay değil. Buda, hem onların yükseliş dönemlerinin sona erdiğini gösterir, hem de Amerika’nın başlattığı küresel tasfiye sürecine çaresiz destek vermelerini gerektirebilir. Destek veya iflasın dışında önlerinde üçüncü bir yol gözükmüyor. Ve Putin’in Amerika’ya yönelik eleştirileri aslında giriştiğin yolda seninleyim şeklinde de pekâlâ okunabilir.
2012, 2012’de Mehdi’yi bekleyen İran/Ahmedinejat için olduğu kadar, tüm dünya için oldukça kritik bir yıl olacağı kesin. Pek uzak değil, bekleyip göreceğiz.