Dün Dündür, Bugün Bugündür Öyle mi?
Uzun zamandır uluslararası düzeyde siyaset adamının yetişmediği Türkiye’deki politikacılar için “güvenilirlik”, nedense pek öyle, “gerekli” bir husus değildir. Demokrasi, hukuk, insan hakları vb. evrensel değer ölçülerinin, bizdeki politikacılar için, kendi “kısa ve dar” menfaat algılarına göre anlamları vardır.
Hatırlanacağı üzere seçimlerden önce, Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarından tutuklu olan bazı isimlerin milletvekili adayı olmalarının konuşulduğu günlerde, bu adayların seçilmeleri halinde meydana gelecek muhtemel gelişmelerle ilgili olarak, bazı hukukçular ve siyasiler tarafından kendilerine yapılan uyarılara cevap veren muhalefet partilerinin lider ve yöneticileri, bu konuda “yargının kararına saygılı” olacaklarını söylemişlerdi!..
Seçimlerden sonra ise (sadece “yürürlükteki yasalar” nedeniyle), bekledikleri tahliyelerin gerçekleşmemesi üzerine aynı kişiler, “Yargı siyasallaşmıştır, AK Parti’nin emrine girmiştir, vs., vs…) diyerek, yargıya ve iktidara karşı, adeta bir kan davası başlattılar…
Bugün, yargıya yönelik böylesine ağır suçlama kampanyası başlatan partilerin mensup ve yöneticilerine, vaktiyle kendilerine son derece iyi niyetle yapılan uyarıları ve bu uyarılara verdikleri cevapları hatırlatmak gerekiyor!
Demokrasi ve evrensel hukuk ilkeleri açısından, seçilmiş milletvekillerinin tutukluluk hallerinin devam ediyor olması, Türkiye için uluslararası alanda fevkalade olumsuz bir durum olarak değerlendirilebilir… Ancak, bugünkü duruma yol açan kanunları da AK Parti çıkarmış değildir! Bunu da hatırdan uzak tutmamak lazım.
Yargı kararlarını beğenmeyenlerin, bunun hesabını siyasetçilerden soramaya kalkışmaları (en azından mahkemelerin saygınlığı bakımından), asla kabul edilir bir durum olmamalıdır. İtiraza konu kararın dayanağı olan herhangi bir yasa eleştiriliyorsa, konu bu yasa ile sınırlı bir şekilde tartışılmalı ve ortaya çıkan görüşler doğrultusunda yasanın değiştirilmesi yoluna gidilmelidir.
Tutuklu milletvekilleri ile ilgili olarak, partiler arasında bir anlaşma zemininin aranması gerekirken, krizin asıl müsebbibi ve sahibi olanlar (MHP hariç), Mecliste yemin boykotu gibi, gerilimi arttırıcı bir yol izlemeyi tercih ettiler. Bu ise, anlaşılır ve kabul edilir bir tutum değildir.
Adeta “bile bile lades” anlayışı ile, bahse konu tutuklu isimleri aday gösteren partilerin de, KCK davası tutuklularını destekleyen DTP yöneticilerinin de yapmaları gereken (mahkemeleri, “Başbakan Erdoğan’ın emirlerine göre karar vermekle” suçlamak değil), ortaya çıkan problemin en çağdaş yöntemlerle nasıl çözülebileceği konusunda fikir üretmektir. Çünkü, böylesine ağır bir ithamın yapılması, her türlü politik demagojinin ötesinde, mahkemeler üzerinde çok büyük zararlara yol açar. Buna, hiç kimsenin hakkı olmamalıdır!
Seçim öncesinde yapılan uyarılara kulak tıkayarak, bugünkü siyasi krizin tohumlarını ekenlerin, dün söylediklerini bugün hatırlamak istememeleri bir bakıma anlaşılır bir husustur. Ancak, halkın da çıkıp, “Arkadaş, sen seçim öncesinde bu konuda yargı kararına saygılı olacağını söylemiştin. Bugün ne oldu da yargıyı suçluyorsun?!.” demesi gerekmez mi?
Gelişmiş toplumlarda, siyasetle ilgili ilkeler, kişilerin keyiflerine göre değişmez! Türkiye gibi geri kalmış toplumlarda ise, “ilkeler”, kişisel kısa vadeli menfaatlere hizmet edip etmemesine göre değer ifade eder.
Siyasi literatürümüze, eski Başbakan ve 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından dahil edilen “Dün dündür, bugün bugündür” anlayışı, günümüz Türk politikacıları için, adeta bir “ilkesizlik düsturu” haline gelmiştir. Siyasette ilkelerin geçerli olmadığı durumlarda, sadece hırsa dayalı kişisel menfaatler söz konusu olur!
Halk, ağzının ayarı olmaksızın konuşan politikacılara, daha önceki söz ve davranışlarını hatırlatmadığı sürece, Türkiye’de siyasi ortam, bu gibi ölçüsüz insanların elinde kalmaya devam eder… Herkesin anlayabileceği, kabul edebileceği ve benimseyebileceği ortak ilkelerin hakim olmadığı siyasi ortamlarda ise, uluslararası düzeyde politikacıların yetişmesi beklenemez!..