Döner-Çeşme Meydanı…
Yaşı orta yaş ve üzerinde… Özellikle vurdulu-kırdılı filmlere meraklı olan sinemaseverler çok iyi tanırlar Sylvester Stallone’yi…
Stallone’nin meşhur Rocky Balboa filmlerini de bilirler. Adam maç boyunca devamlı dayak yer… Ama vatandaşı olduğu Amerika gibi her nasılsa her defasında maçtan galip ayrılır.
Stallone bu filmlerinden birinde Philadelphia’da bir caddede… Sabahın kör karanlığında koşu yaparken uzun ve geniş merdivenlerden koşarak çıkar… Merdivenin son üst basamağına geldiğinde şehre doğru dönerek… Aslanlar gibi kükrer… Bu o sahnenin finalidir.
O film gösterime girdikten sonra merdivenler meşhur olur… Rocky merdivenleri olarak anılmaya başlar. Rocky Merdivenleri dendiği zaman Philadelphia… Philadephia dendiğinde ise Rocky Merdivenleri hatırlanır.
Turistler bu şehre geldiklerinde mutlaka bu merdivenleri görmeye giderler. Zaten merdivenlerin başında Rocky Balboa’nın heykeli bulunmaktadır.
Kısaca… Hayal mahsulü bir senaryo… Orta kalite bir film… Koskoca Amerikanın ilk başkenti bilmem kaç milyon nüfuslu bir şehir bunu değerlendirip… Kültürel bir simge olarak sahipleniyor… Amerikanvari pazarlıyor.
Toplumların… Dolayısıyla da şehirlerin tarihi derinlikleri sahip oldukları kültürel simgelerin derinliği… Yani yıllar içerisinde kazanımları ile ölçülür.
Amerika’daki gibi toplama halklar millet olabilme… Tarihsel derinliğini kazanma ve pekiştirmek için bu tür şeyleri fırsat bilip değerlendirirler. Hiçbir şey bulamazlarla yoktan bir şeyler icat edip gerçekmiş… Çok değerli matah bir şeymiş gibi sunarlar.
Bazen de iş tersine döner…
Yeni şeyler icat etmek… Ya da kendi hayat felsefelerini topluma dayatmak için var olan değerleri kıymet bilmez mirasyediler gibi harcarlar.
Sözü Döner-çeşme Meydanına getirmek istiyorum…
Ünyeli olmayan… Ya da Ünye’den bihaber olan “Ünyelü”lere… Döner-çeşme Meydanının Ünye’nin göbeğinde küçük… El kadar ama tarihi derinliği büyük bir meydan olduğunu belirtmekle yetinelim.
Döner-çeşme meydanı… Bundan 80-100 yıl evvel daha Cumhuriyet Meydanı var olmadan… Büyük Camii ile Orta Camii arasında Ünye ticaretinin merkezini teşkil eden mahallin tam ortasında (o zamana göre) hatırı sayılır bir meydanmış. Bu meydanın ortasında da bilye üzerinde dönen bir çeşme varmış.
Bu çeşme varmıydı-yokmuydu? Kimisi fotoğrafını ben gördüm dese de… Şu ana kadar elde-avuçta bir şey yok. Ya da bu garip bendeniz bihaber… Ama en azından… Burada bir çeşme olduğu ve buranın adının da 80-100 yıldır Döner-çeşme Meydanı olduğu da kesin.
Buradaki çeşmenin kendi etrafında bilyeler üzerinde döndüğü gibi hikâyelerin gerçek olup olmadığı hiç önemli değil… Önemli olanın neredeyse hiçbir yerde rastlayamayacağımız böyle bir çeşmenin Ünye’de var olduğunu kabullenmek… Ve de meydanın da bu adla on yıllarca yaşatılmış olması değimlidir?
İsterseniz sık-sık yaptığım gibi… Makası biraz saptırıp… Sonra aynı yerde buluşalım. Biz mimarların proje çizerken en çok zorlandığımız şey ana fikirlerdir. Buna koymak istediğimiz hedef de diyebilirsiniz.
Nasıl bir şey olmalı? Burada ne yapmak istiyorum? Amacım ne? Gibi sorular bizim canımızı çok acıtır. Öyle ya… Mesela Döner-çeşme Meydanının yeniden düzenlenmesinin amacı ne? Ve hangi verilerle yola koyulmalıyım? Nelerden vazgeçerim… Nelerden vazgeçemem? Gibi sorular bizi bunalttığı gibi… Eğer soruların cevabını doğru verebilirsek neticeye kolay varmış… Amaca en doğru şekilde yaklaşmış oluruz.
Yine konumuza dönelim…
Taa... Ordulardan üşenmeyip gelen sayın yetkili meydan için çok güzel proje yaptık/ yapacağız… Diyor.
Kıymetli otoritem benim… Mimarlıkta çok güzel yoktur ki… Senin çok güzelin başkasının çok çirkini olabilir. Mimarlıkta amaca en yakın… En uygun proje vardır.
Kısaca… Mimarlıkta iki aşama vardır… Birincisi en doğru amaç… İkincisi bu amaca en yakın çözüm. Gerisi teferruattır.
Siz diyorsunuz ki…” Sabredin… Meydanın düzenlenmesi bitmedi henüz… Bitince çok güzel olacak İNŞALLAH…”
Ben de diyorum ki… Hal ortada…Mal ortada…Görünen köy kılavuz ister mi?... MAŞALLAH.”