Dış Politikada Eşikleri Atlamak
Evvelâ şu hususu altını çizerek belirtelim: AK Parti Hükûmetleri, dış politikada fevkalâde başarılı olmuş ve Türkiye Cumhuriyeti'ni güçlü bir devlet hâline getirmiştir.
Bunda en büyük pay, hiç şüphesiz lider Recep Tayyip Erdoğan'a aittir. Ayrıca eski başbakan ve dışişleri bakanı, Cumhurbaşkanı Gül de Türk dış politikasına büyük emek vermiştir ve hâlen vermeye devam etmektedir. Dünyanın bütün diplomasi mahfillerinin dâhi olarak tanıdığı Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu da Başbakan Müşavirliği döneminden beri Türkiye'nin diplomasi bayrağını şerefle taşımaktadır. Bu üçlü, on yıl önce sıradan bir ülke kabul edilen Türkiye'yi, dünyanın en güçlü ve tesirli ülkelerinden biri durumuna getirerek âdeta bir diplomasi destanı yazmışlardır.
Başbakan Erdoğan ve dış politika ekibin başarılarının sırrı, dış politikayı geniş bir ufuktan görerek emsalsiz tarih ve kültür mirasımızla birlikte değerlendirmeleridir.
***
Bu kadar önemli gelişmelerin kaydedildiği bir dönemde, tabiatıyla tecrübesizlikten kaynaklanan iyi niyetli hatâlar da yapılmıştır. Daha önce de defaatle yazdığımız gibi, bu hatâların başında '1 Mart Tezkeresi' konusundaki tutumumuz gelmektedir. Bu tavrın, istisnaî bazı getirileri olsa da Türkiye'ye çok büyük zararlar verdiği âşikârdır. Aradan on yıl geçmesine rağmen, ne yazıktır ki bu zararları henüz telâfi edebilmiş değiliz.
1 Mart Tezkeresi kabul edilmiş olsaydı; Irak'ta bir milyon kardeşimiz ölmemiş olacak; Musul, Kerkük ve Erbil gibi bin yıllık Türkmen beldeleri elden çıkarılmayacak; Irak Türkmenleri ezdirilmeyecek; kuzeyde Kürt devleti fiilen kurdurulmayacak ve PKK terör örgütünün esamisi dahi okunmayacaktı. Bu takdirde, Türkiye'nin fert başına GSMH'sı 20 bin doları aşmış olacaktı. Diğer taraftan, dünyanın bu en problemli bölgesinde 'Pax Turcica' düzeni teessüs edilecekti.
***
Niyetimiz eski defterleri karıştırmak ve dostlarımızı üzmek değil... Lâkin dış politikada devletlerin atlaması gereken eşikler ve çok zor elde edilen fırsatlar vardır. 1 Mart Tezkeresi sırasında bu fırsatı değerlendiremedik ve bedelini çok acı bir şekilde ödüyoruz. Önemli olan, bu hatâyı hatırlayıp dövünmek değil, önümüze çıkan yeni eşikleri kazandığımız tecrübelerle atlayabilmek ve cesaretle yeni ufuklara açılabilmektir.
Aradan geçen on yıllık dönemde dış politikada çok güzel gelişmeler oldu. Bu dönemde Türkiye, önüne çıkan fırsatları iyi değerlendirdi ve dış politikasını cesaretle tanzim etti. Şimdi, son on yılın ikinci önemli eşiğini başarı ile atlamak mecburiyetindeyiz. Suriye meselesinden bahsediyorum. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı'nın da defalarca tekrarladığı gibi, Türkiye Suriye'ye seyirci kalamaz. Lâkin kimsecikler kusura bakmasın ama bu söz artık bayatlamaya başlamıştır. Elbette kendimizi mâceralara atamayız fakat önümüze çıkan fırsatları da değerlendirmek zorundayız.
Bu defa daha cesur olmamız lâzımdır. Lâfı dolaştırmadan hemen söyleyelim ki, daha fazla vakit geçirmeden Suriye'ye müdahale etmeliyiz. Bunun için sayılamayacak kadar çok gerekçemiz vardır. CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun istediği gibi, yarım asırlık müttefiklerimizi bir tarafa bırakarak Rusya, İran ve Suriye ile ortak hareket edemeyiz.
***
Suriye'ye müdahale, mezhep kavgasını ve bir iç savaşı önleyecek; binlerce masum Suriyeli'nin hayatını kurtaracak ve eli kanlı bir dikta rejimine son verecektir. Bu müdahale neticesinde, Suriye'de, Irak'ta, Lübnan'da ve bütün Orta Doğu'da taşlar yerine oturacaktır.
Türkiye'nin bu dönemde daha aktif ve cesur olması, İran Savaşı'nı da önleyebilecek ve İran'a demokratik bir yumuşak geçiş sağlama imkânı verebilecektir. Bu müdahaleler neticesinde, Türkiye, 'Arap Baharı'nın tartışılmaz lideri sıfatıyla bir 'Süper Güç' olma yolunda mücadelesine devam edecektir.
Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun bu kritik eşiği başarıyla atlayacaklarını ümit ediyoruz.