Dipsizliğin Dibini Bulmak Mümkün mü?
Zaman ve mekan kavramlarının orta yerinde eğreti duran insan denen varlık gün geçtikçe edepsizlik denilen dipsizliğin dibini bulmak için elinden geleni ardına koymuyor ne yazık ki. Aşağıların aşağısı (esfel-i safilin) ‘nin dibini bulmaya çalışan insanoğlunun bu çabasına en büyük yardımcısı ise medeniyet denilen sanal kavram ve oluşumların bir araya geldiği koskoca bir boşluk. Boşluğun geometriksel karşılığını gözümüzün önüne getirirsek, ortaya 0 (yazıyla: sıfır) denilen ve ünlü İslam bilgini Farabi tarafından bulunan bu yutan eleman karşımıza çıkıyor. Şimdilerde modernizmin değersel eşiti olarak belirleyebileceğimiz 0 (yazıyla:sıfır) ‘ın etki ve tepki bakımından yutarlılığı; yani kendisine etki ile çarpanı kendisinin tepkisi olarak kendisine benzetmesi yani şekil bakımından bir boşluk haline getirmesi kaçınılmaz olarak bilinmeli.
Her fırsatta ifade buyurduğumuz kavramların ve oluşumların değerlerinden koparılarak değersizleştirilmesi ve bununla beraber benimseyenlerinde değersizleştiği bir kara bulut içinde gezinip durur olduk. Küreselleşme saçmalığı çerçevesinde yitirdiğimiz ve/veya sırt çevirdiğimiz bu kavramlar ve hayat tarzının yerine yutar eleman olan ve koca bir 0 (yazıyla: sıfır) ın alması, yani batılılaşma çabası, dipsizliğin (edepsizliğin) dibini bulma yolunun başlangıçı.
İslam medeniyeti diye bu cümleye başlamak isterdim lakin İslam’ın medeniyet olduğu ve medeniyeti ifade ettiği görüşünün beni ikna edişi bu ifadenin gereksizliği ve laf kalabalığından ibaret olduğu kanışını oluşturdu bende. Medeniyetin merkez kuvvetinden kaçış (merkez kaç) her geçen gün yeni bir çürümüşlüğü beraberinde getirdi bize ve bundan sonrada getireceği de kesin olan bir şey. Kaybolmuşluk içinde yüzen kırıntılar arasındaki çürümüşlük ve bu çürümüşlük karşısında acz’in içinden kendinin ne olduğunu hatırlayan bir grubun çıkacağı eğer böyle olmazsa çürümüşlüğün yerini yok oluş safasının dolduracağı sadece bir öngörüden ibaret değil.
1900 lü yılların zamansal ama anlamsız dilimleri içerisinde meydana gelen soğuk savaş esnasında komünist cepheye karşı kullanılan ve daha sonrada kapitalizmin tüketim ve veya yok ediş felsefesi kollarına atılan islami yaşayış tarzı, kollarına atıldığı bu felsefenin bir adım önüne geçerek koşar adımla ilerliyor. Yani kapitalist felsefeyi benimseyen seküler çağdaş muasır medeniyet seviyesini aşmış bir halde. Bunu rakamların yardımı ile ispat edelim şimdi.
“ Kim afyonu içerse artık gözyaşı dökmez. Hatta babasının, dostunun yada sevgili oğlunun gözlerinin önünde öldüğünü görse bile umursamaz”. Homeros. dipsizliğin dibini arama yoluna çıkanların başvurduğu en acı yöntem uyuşturucu. Emniyet genel müdürlüğü kaçakçılık ve organize işler müdürlüğü daire başkanlığı 2005 raporuna göre gençlerin yüzde 16 sı 14 yaşına gelmeden uyuşturucuya bağımlı oluyormuş. Uyuşturucu kullananların yüzde 97 si erkekler imiş ve yüzde 72 si tedavi olmak istemiyorlarmış. Dibe vurma denen şey bu olsa gerek. Sonra bağımlıların yüzde 57 si madde ile 15-24 yaşları arasında tanışıyorlarmış. Uyuşturucu kullanan gençlerin ailelerindeki en büyük özellik ise parçalanmış olmaları. Burada şu tesbiti yapmak kaçınılmaz oluyor. 1730 lu yıllarda 1492 coğrafi keşiflerin sonucu meydana gelen ve yok etme tarzının dışsallaştırıldığı sanayi devrimi sonunda oluşan işçi kesiminin gelişen hayat koşulları ve ihtiyaçların sınırsızlaşması !! kadının ve 8-9 yaşa kadar düşen çocuk kesimin çalışma hayatına girmesine neden olmuş; hayat standart’ındaki yükselme hevesi Avrupa aile oluşumunu yok etmiş aile ile beraber toplumda çürümeye başlamıştır. Sanayi devrimini yaşamayan ve ihtiyaçları sınırsız olmayan (yani bir lokma bir hırka çok şükür Yarab felsefesini benimseyen) İslam toplumu bireyleri aile yapılarını ve buna bağlı olarak toplumsal yapıyı muhafaza etmişler ve çürümeye karşı durmuşlardır. Geniş aile yapısını benimseyen yani tek evde: anne, baba, 5-6 çocuk, dede, ebe, hala dayı ve vesair bireylerin birbirini tamamlama yeteneğini gözden kaçırmamak gerekmektedir. Lakin son yüzyılın 2. yarısında Müslüman alemine ihtiyaçların sınırsız, kaynakların ise sınırlı olduğu fikriyatı yutturulmuş, aile yapısı geniş aileden çekirdek aile daha sonra tekil aile yapısına (yani bir anne bir sperm bankası ve birde köpek.) dönüştürülmüş ve dipsizliğin dibine uçmaya! Yardımcı olunmuştur.
Uyuşturucu konusunda Yeşilay da bir çalışma yapmış.
Yeşilay’ın bu konudaki 2006 raporunda ise durum daha vahim. Bu rapora göre dünya uyuşturucu mafyası Türkiye yi üs olarak seçmiş.ve uyusturucu kullanan kişi sayısı 5.000.000 (yazıyla: beş milyon).
Yeniden sağlık eğitim derneği’nden doç.dr. kültegün ogel başkanlığında istanbul’un 15 ilçesinde 43 okulda ,10. sınıf öğrencileri arasında yapılan araştırma sonucu 2001 yılında esrar kullananların oranı yüzde 1.3 iken 2004 yılında yüzde 5.8 e ulaşmış. Exstacy kullananların oranı ise 2001 yılında yüzde 0.8 iken 2004 yılında 287.5 kat artarak yüzde 3.1 e yükselmiş. En son verilerin ne olduğunu bilmek içimizi bir hoş eder diye araştırmadan kaçındım .umarım anlayışla karşılarsınız.
“Ey iman edenler! İçki, kumar ve fal okları şeytan işi birer pisliktir” Maide Suresi:90
Dipsizliğin dibine yapılan yolculukta ikinci vasıta “kötülüklerin anası” olarak benimsediğimiz ve hatta mini mini birlerde okurken , yani 1. sınıfta , iken kitaplarımızın sayfalarında üzerinde çarpı işareti olan madde var. İÇKİ. Şişede durduğu gibi durmaz bu meret diye söze başlanılan sofraların çevresinde şeref nameleri söyleyip, tokuşturulan hayatlarında bir yudumda beraberce içildiği madde. Hatta bu şerefe sözünü abartanlar bile olmuştu. Cumhuriyet yazarı Deniz Som içkili yerlerin kırmızı çizgi hattında toplanmasını protesto etmek için eline şarabını da alıp laiklik naraları atıyordu bir dönem hatırlarsanız. Bir zamanlar islami hayallerin gerçekleşmesi için bayragı elde tutup ümmet önünde giden bu milletin içinde ne yazık ki 4.000.000.(yazıyla :dört milyon) alkolik varmış. 13.000.000 (yazıyla: on üç milyon) da alkole meyilli. Yani düğünde bayramda!! İki tek atıpta neşelerini bulanlar bunlar. Gerçek Hayat yazarı Osman Alper ilğinç bir tespitte bulunmuştu geçen haftalarda. Geçtiğimiz yıl tüketilen 903.900.000. litre alkolun tır yüküyle hesaplandığında 36.156 tır yani İstanbul’dan Konya’ya kadar uzanan bir tır filosunun ortaya çıkacağını yılmamış hesap etmiş. Buda demek oluyor ki TIRLA gidiyoruz ölüme. Ne diyelim laikliğin şerefine.
Medeniyetleşme yolunda dibe vurmanın, ki dipsizliğin dibi yoktur tasavvurda edilemez, başka bir yolu da şimdilerde adının ŞANS OYUNU olarak değiştirildiği KUMAR. Çıkmaz demeyin şansınızı deneyin sloganları ile millete umut pazarlayan medeni devletin en büyük gelir kaynaklarından biri kumar. Toto ,loto, on numara at yarışı, ve sair onlarca yöntemle masumlaştırılıp önümüze sürülen ve basitmiş gibi görülen bu olay ne ailelerin yıkılmasına sebep oluyor. Türk insanı bu oyunlara saatte 532 milyar 991 milyon tl harcıyormuş verilere göre. Ayda ise 389 tirilyon 83 milyar333 milyon tl harcıyormuş.. Geçen yılın verilerine göre milli piyango ,jokey kulübü ve spor toto’nun cirosu 4 milyar 669 milyon YTL ye ulaşmış. Devlet bu paralarla şahlanmazsa başka ne ile şahlanır sorusu geliyor akıllara.
Medya sektöründeki yozlaşmadan önceki bir yazımda bahsetmiştim .kısaca hatırlamak ta fayda var. Zira kitle iletişim değil kitle imha aracı olan medyada edepsizliğin dibine vurmaya yardım eden en önemli kaynak!
(Doğduğumuz günde ilk olarak batkımız ve bilmem kaç yaşına geldiğimiz halde hala put gibi kamera karşısında onlara haşa tapınmamızı bekleyen insanlardan bıkmak çok mu yanlış bir şey. Ahlaksızlığın kitabının 150. baskısını yapmış ve ekran karşısında don indirme seansları düzenleyen insanlardan bıkmak. Kadın programlarında ailelerin en mahrem bölgelerine kadar deşeleyen , onların birbirlerine bağırıp çağırmalarına müsaade eden daha doğrusu reyting telaşına kapılıp bunu tetikleyen ve program sonrası işlenen cinayetleri içimiz acırcasına seyrettirmelerinden bıkmak insanlığın bir göstergesi olmasın sakın. 12-20 yaş arasında beynin en alt tabakasında yer alan cinsel iç güdüyü dürtükleye dürtükleye beynin en üst tabakasına çıkmasını sağlayan ve bir daha o dürtülerin inmemesi için elinden geleni yaparak sokak arasında 1,5 yaşındaki çocuğa bile bizim söylemekten utandığımız şeyi yaptıran ,sapık fabrikalarından kim hoşnut bilmeye hakkım vardır umarım. )
1980 li yılların sonunda çagdaş popilist kültürlerini sanal alemde evlerimize kazandıran batı kaynaklı gençlik kuşağı filimlerinde iki şey dikkatimi celb ederdi küçükken ,yada büyümüşken. Birincisi kolejde okuyan iki karşı cinsin ilk görüşüp muhabbetinden sonra birbirlerine sordukları “AKŞAM BOŞ MUSUN” sorusu. İkincisi : şehrin varoşlarında yaşayan insanların çekilmez hayat sahnelerinde yılgınlığını paylaşan bir dostuna “TANRIYA İNANIRMISIN DOSTUM” sorusu idi. Alman filozofun önderliğini yaptığı nihilizm( hiççilik)’in “dünya boş ; vur dibine dostum” versiyonu olarak memleketime uydurulan yukarıdaki muhabbete üniversteye gitmeden önce pek inanmazdım. Keşke hep inanmıyor olarak kalsaydım.
İslam ahlakını hiçe sayarak kullar görgülü görsün namına yapılan görgü kurallarıyla ve hadım edilmiş ideolojik sistemle her geçen gün (0) sıfırdan yani boşluktan santim santim aşağı doğru düşüyoruz Yıkılan bir medeniyetin kaybolmuşluk içinde yüzen kırıntıları arasındaki çürümüşlük ve bu çürümüşlük karşısında acz içinde yaşayıp gitmek inanın içimi çürütüyor. Medeniyet saçmalığı zehrinin damarlarımıza enjekte edilişi ve bizimde buna ses çıkarmayışımız; tabir yerinde ise uyur gezer bir halde sadece ortalıkta!! dolaşmanın sonu nereye gidecek sorusu beynimi kemiren bir kemirgen oldu adeta. Öze dönüş hikayemizin sayfalarını yırtarak onun yerine bizi terbiye ! edecek yeni oluşumları aramak oldurmuyor öldürüyor sadece. Bu anlamda ahlakın siyasetleştirilmesinden bahsediyor Yusuf Kaplan. (yeni şafak yazarı) Ve şöyle diyor:
Bugün siyasî ahlâk'ın olmadığından yakınıyorsak, bunun nedeni, bir ahlâk siyasetinin olmayışıdır. Türkiye gibi radikal ve tabansız bir kültür ve medeniyet değiştirme macerasına soyunan bir ülkede, ahlâk siyaseti kavramı, ahlâkçılığı, ahlâk polisliğini çağrıştırıyor; ki bu, gayet doğaldır. Çünkü kültür ve medeniyet değiştirmeye icbar edilmekten sözediyoruz. Bizatihî bu değişimin kendisi, gayr-ı ahlâkî yöntemlerle, toplumun rızası alınmadan, toplumla bir sosyal sözleşme yapılmadan, topluma rağmen yapılmış ve yapılmaya devam edilen bir değişimdir. Bu değişim sürecinde başvurulan jakoben / tepeden inmeci yöntemler, uygulanan mühendislik / toplumu dönüştürme projeleri, bu değişimin, esaslı ahlâkî sorunlarla ve açmazlarla malul olduğunun göstergeleridir.
Sonuçta, bu toplumda karşılığı olmayan, yalnızca kafa karışıklığı, kimlik çatışmaları, zihinsel ve siyasî gerilimler üreten yapay ideolojiler topluma tepeden dayatıldığı için, toplum büyük bir bocalamanın, savrulmanın, anafora tutulmuşluk hâlinin ortasına bırakıldı.
Söylenecek son söz belli: bir an önce gerçekçi çözümler bulunmaz VE KALDIĞIMIZ YERDEN DEVAM EDİLMEZSE DİPSİZLİĞİN DİBİNİ BULAN İLK MİLLET olarak tarih kitaplarındaki yerimizi almamız kaçınılmaz.
Saygı ve hürmetlerimle