Diplomasi Sanatı…
Ülkemizin içine düştüğü vahim tablo, vatanını seven herkesi, çok üzmekte ve endişelendirmektedir;
1- Dünyada, (tüm komşularımız dahil) tek dostumuz kalmamıştır. Herkesle kavgalıyız. Bu yüzden, haklı olduğumuz konularda (terör) bile, hiç destek bulamamaktayız.
2- Bu durum yetmezmiş gibi, bir de Suriye ve Irak batağına girdik. Her gün şehitler veriyoruz. Sonucu belirsiz bir macera yaşıyoruz. Evlatlarımız, uçak ve füze saldırılarına maruz kalıyor.
3- Ülkeyi yönetenler; her gün, her saat üst perdeden konuşuyorlar; bağırıp çağırıyorlar; tehditler savuruyorlar. Başta mülteci konusu olmak üzere, şantajlar yapıyorlar. Ama, ciddiye alan olmuyor. Aksine, ülkemize karşı tepkiler, yaptırımlar ve düşmanlıklar, daha da artıyor.
4- AKP iktidarı; ülkeyi, tam bir kaosa, yalnızlığa götürmüştür. Bunun sebebi de, her şeyin tek bir kişinin keyfine ve iradesine bağlı olmasıdır. Hiçbir danışma yoktur. Kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler yoktur. Her şey günlük olarak yönetilmekte, akla gelen söylenmekte, diplomasinin hiçbir kuralına uyulmamaktadır. TBMM, muhalefet, bürokrasi, hükümet, dışişleri, velhasıl herkes, devre dışı bırakılmaktadır.
5- Diplomasi, çok ince bir sanattır. Nakış gibi işlenmesi gerekir. Geniş bir ekip çalışması, üst düzey kültür, çok derin bir tarih bilgisi, uzak görüşlülük, sabır, yüksek bir zeka, belagat, zarafet, mükemmel yabancı dil düzeyi, şarttır. Güçlü bir ordu, gelişmiş ekonomik düzey, kaliteli eğitime ve yüksek teknolojik seviyeye sahip olmak; diplomatik gücü destekleyen önemli faktörlerdir. Elbette; çağdaş demokrasiye, adil ve tarafsız bir hukuk düzenine, fikir/ifade/inanç/teşebbüs hürriyetlerine/mal ve can güvenliğine/milli birlik ve beraberliğe, sahip olmak da çok önemlidir.
- a) Ülkede; (üniversiteler, STK’lar başta olmak üzere) dış politikayı araştıran ve proje üreten ekipler olmalı ve değerlendirilmelidir. Konu ile ilgili; cesur, açık sözlü, kaliteli, sallabaş olmayan, mevki ve çıkara değil ülke çıkarlarına öncelik veren, nabza göre şerbet vermeyen danışmanlardan istifade edilmelidir. (Saraya bağlı olanlardan değil.)
- b) Türkiye çok iyi yetişmiş, tecrübeli diplomatlara sahiptir. (Yakından tanıma şansı bulduğum; Faruk Loğoğlu, Onur Öymen, Nüzhet Kandemir, Uluç Özülker, Volkan Vural, Yaşar Yakış, Şükrü Elekdağ vb.) Bunlara “monşer” deyip, bilgilerinden yararlanmamak, büyük ve vahim bir hatadır.
- c) Şüphesiz; stratejileri tespit ederken, gücümüzü bilmek de çok önemlidir. Aksi halde sizi kimse ciddiye almaz. Sık sık geri adem atarsınız. (İsrail ve Rusya ile ilişkilerde; ya da Çin’e verilen füze ihalesinde olduğu gibi.)
- d) Şanghay Beşlisi’ne katılmak, pek mantığa uygun görünmemektedir. Zira; ekonomik olarak AB’ye bağlıyız. Bu kesime yapılan ihracat tutarı, 64 milyar dolar; Beşli’ye yapılan ise sadece 7,5 milyar dolardır. Dış ticaret açığımız AB grubu ile 14,7 milyar dolar, Beşli ile ise 40,1 milyar dolardır. Kaldı ki, bu durumda NATO’dan da çıkılacak mıdır? Yine, tüm beşliye uyacak, katı diktatörlük sistemini kabul edecek miyiz?
Demek ki; dış politika ile ilgili konuşurken, çok düşünmek, sonuçları iyi hesap etmek şarttır. Tek bir kişi istedi diye, 200 yıllık uygulamayı tersyüz edemezsiniz. Kaldı ki; Rusya ve Çin, Türkiye’nin gerçek anlamda dostları mıdır?
6- Vatikan, İsrail, İran, ABD ve AB ülkeleri için Türkiye’nin dostu demek, mümkün değildir. Her türlü ikiyüzlülüğü yaptıkları da doğrudur. Tüm terör örgütlerinin patronu olduklarının da farkındayız. Ancak, başkasına kızmak ve suçlamak yerine, kendimize çeki düzen vermemiz daha doğru olmaz mı? Biz; gerçek demokrasiye, gelişmiş bir ekonomiye, yüksek teknolojiye, kaliteli eğitime ve en önemlisi de güzel ahlaka, sahip olsak; tek kişinin keyfi yönetiminden kurtulsak; bu kadar hedef olur muyduk? Bugün kavga ettikleri AB; iktidarının ilk döneminde AKP’ye övgüler düzmüyor muydu?
Önce, kendimize kızalım. Aklımızı başımıza alalım.
DÜZELTME: Geçen haftaki yazımın 2/d bölümünde “kültür düzeyimiz dip yaptı” yerine “küfür düzeyimiz” yazılmıştır. Düzeltir, özür dilerim.