Dinlerin Felsefesi
HİÇ BU AÇIDAN BAKTINIZ MI?
Maddi eğitim tek doğru cevabı olan çoktan seçmeli sınav geleneğinin uzantısı olarak karşımıza çıkar. Gündelik yaşamımızda karşılaştığımız problemleri çözmek için izlediğimiz yol, önümüzdeki seçeneklerden, doğru olan cevabı bulmak fikrinin bir uzantısıdır. Maddi eğitim geleneği zihinlerimizde “cevap, çözüm tektir” gibi kalıplaşmış bir düşünce yerleştirmektedir. Fakat hedefe ulaşmak için tek bir doğru yolun olduğuna inanmak acaba ne kadar mantıklıdır? Gerçek, çözüm için sayısız yolun mevcut olduğudur. İki farklı şehirden Ankara’ya ulaşmak isteyen iki kişiyi düşünün. Hedefleri ya da ulaşacakları nokta aynı olmasına rağmen, iki farklı yol izlemeleri kaçınılmazdır. Yollar birbirinden değişik olsa bile, izlenen yolların yanlışlığından söz edemeyiz.
Aynı şekilde, Tanrı’ya giden birbirinden farklı sayısız yoldan söz edebiliriz. Her birey, Tanrı’ya olan konumlarına bağlı olarak kendi yolunu seçer ve bu doğrultuda ilerler. Her canlı varlığın bilinci ve dolayısıyla konumu farklılık gösterdiği için, seçilen ve izlenen yol asla diğerlerininkiyle aynı olmaz. Dolayısıyla, bu dünyadaki canlı varlık sayısı kadar, Tanrı’ya gitme yolu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Seçilen yolda ilerlemek için kullanılan araç ise kişinin bilinç seviyesine bağlı olarak belirlenecektir. Zaman kaybını önlemek için uçak ile seyahat etmeyi seçmek, ya da konforlu bir yolculuk için treni tercih etmek gibi, Tanrı’ya ulaşmak için de kişi Müslümanlık, Hristiyanlık, Musevilik, Budizm, Hinduizm gibi farklı din ve felsefelerden birini seçer ve bu dinlerin öngördüğü teknikleri uygulamaya başlar.
Dinlerin uygulamalarında görülen bazı farklılıklar, çelişkili olarak nitelendirilerek kafa karışıklığına neden olabilir. Ya da ortaya çıkış zamanlarına bağlı olarak üstün olduğu ilan edilebilir. Fakat bu tip görüşlerin tamamen yanlış olduğunu söylemek zorundayım. Çünkü her din farklı zaman ve toplum yapılarına hitap etmiştir. Bhagavan Sri Krishna’nın da Bhagavad-gita’da söylediği gibi; dünyada görülen dinsizlik, yolsuzluk, kötülük her ne zaman artarsa, düzeni sağlamak için ya şahsen Kendisi zuhur eder, ya da Kendi elçilerini gönderir (4.7-8). Dinler tarihine baktığımızda, her dinin ne zaman, nerede ortaya çıktığını ve hangi topluma hizmet ettiğini görmek mümkündür.
İslamiyet’i örnek alıp ortaya çıktığı döneme bir göz atalım. Toplumun ahlaki kurallardan görece yoksun olduğu bir dönemden söz etmekteyiz. Böyle bir dönemde, düzeni sağlayabilmek için bazı kurallar koyma ihtiyacı belirdi. Hz. Muhammed Tanrı tarafından düzeni sağlamak ile görevlendirildi. İslamiyet’in kutsal kitabı olan Kuran da bu vesile ile ortaya çıkmış oldu. Tarihe baktığımızda, tüm dinlerin yıllar boyunca bir toplumu sırtında taşıyarak farklı bilinç düzeylerine hitap ettiğini görebilir, Tevrat, İncil, Kuran, Zebur vb. başka birçok kutsal kitabın da benzer şekilde ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Dinler hakkındaki önyargılarımız genellikle yetersiz veri ve anlayışa dayanır. Tarihte bütün peygamberler, yer, mekân ve vaaz verdikleri ortama uygun olarak mesajlarını dinleyicilerine iletmişlerdir. İzledikleri yöntem ve ilkeleri anlamadan, aceleci bir şekilde öğretilerini yargılayabiliriz. Ama bu ne kadar doğru olur? Kutsal yazıtlar, Buda’nın Tanrı’nın zuhuru olduğunu beyan ederken, Buda Tanrı ve ruh kavramını kabul etmeyen bir din anlayışı aktarmıştır. Bu anlayıştaki vurgu daha çok zihin temizliği üzerinedir. Buda’nın amacı, o dönemdeki insanların seviye ve bilinç düzeylerinin yükselmesine yardımcı olmaktı ve bu amaca hizmet eden bir felsefenin vaazını verdi. Budizm, söz konusu zaman, mekân ve toplumsal yapı içindeki insanlar için mükemmel bir felsefeydi. Bu bağlamda, Tanrı’nın varlığından bahsetmediği için Budizm’e kötü bir din diyerek gerçeklere ne kadar sadık kalmış olabiliriz ki?
Unutmamalıyız ki, hiçbir din diğerinden üstün değildir. İzlenen yollar farklı olabilir, gideceğiniz yere ulaşmak için farklı araçlar kullanıyor olabilirsiniz. Ama asıl dikkat edilmesi gereken konu; hedef ve gidilecek yerin tek olduğudur. Bilmeliyiz ki bu amaç için kullanılan araç, yöntem ve yolun birbirinden üstünlüğünden söz edilemeyeceğidir.