Dinde Reforma Doğru mu?
İngiliz siyasetçi David Lloyd George’un İngiltere parlamentosunda mealen “Türklerin elinden bu kitabı (kur’an) almadığımız sürece Türkleri yok edemeyiz” dediği rivayet edilir.
David Lloyd George, doğru teşhis koymuştur. Özelde Türkler genelde Müslümanlar güç ve kuvvetlerini kitabı Kur’an-ı Kerim olan dinlerinden almaktadırlar. Onları her türlü mahrumiyet ve zorluklara karşı azim ve mücadeleden vazgeçirmeyen imanlarıdır. Allah’a, peygambere, helale harama, günaha sevaba, ahirete, cennet ve cehenneme olan yakin inançlarıdır.
Bu öz onlardan alındığında takılmış plak gibi boş yere dönüp hep aynı teraneleri çıkarıp duracaklardır ki son yüz yüz elli yıllık İslam dünyası tarihine baktığımızda bu gerçek görülür.
Hıristiyanlık asli hüviyetini korumuş haliyle havariler ve onların takipçilerinin onca davet çalışmalarına rağmen toplumlarca fazla rağbet görmeyip hep marjinal kalmıştır. Roma devlet yönetimi ilk dönem gerçek Hıristiyanlara hayat hakkı bile tanımamışlardır. Kuran’ın anlattığı ‘ateş çukurlarına atılanlar’ ve ‘yedi uyurlar’ bu gerçeğin ilahi dilde ifade edilmesidir.
Ne zamanki aslen Yahudi olduğu iddia edilen Pavlos, o zamanki çağdaş toplumların sahip oldukları üçlü bir tanrı inancını Hıristiyanlığa girdirdiğinde hakiki takipçileri büyük bir tehlike olarak görülüp işkence ve ölüme mahkum edilen Hıristiyanlık bu yeni tanrı inancıyla kısa sürede kabullenilip toplumlarda hızla yayılmıştır. Bilindiği gibi sonrasında Roma teslisle tahrif edilmiş Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmiştir.
Ondokuzuncu asrın başlarından itibaren Avrupa’da doğu toplumlarını özellikle İslam ve İslami ilimleriinceleyenenstitüler kurulmaya başlanmıştır. İslam dini ve Müslüman toplumları tanıma amacıyla çok ciddi bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Tefsir, hadis, kelam ve İslam tarihiyle ilgili yerine göre ilk olma ve Müslüman bilginlerden daha derli toplu eserler bu çalışmalar sonrasında ortaya çıkmıştır. Örneğin ilk İslam tarihini bu oryantalistler yazmıştır. Bir kelimeden hareketle binlerce hadise kolayca ulaşmayı sağlayan concordance’ı batılı İslami ilimler araştırmacıları hazırlamışlardır. Elbette ki bunları İslam dinini öğrenip Müslüman olmak yada biz Müslümanlara kolaylık ve yardım olsun diye yapmamışlardır.
David Lloyd George’da meclisteki konuşmasındaki iddialarını batıdaki bu İslami araştırma enstitülerinin bilimsel verilerine göre dile getirmiştir.
Öncelikle madden kalelerini tek tek kaybetmiş İslam dünyası, sonrasında batının dini ikinci plana iten bilimsel verileri karşısında manevi bir felakete düçar kalmıştır.
Bu hengamede Bediüzzaman Said Nursi gibi bazı İslam bilginleri, bilimin dini reddetmediğini, İslami gerçeklerin bilimsel verilerle uyuştuğunu hatta İslam’ın ilmi çalışmaları teşvik ettiğini güçlü ifadeleriyle topluma anlatmaya çalışmışlardır. Topyekun inançsızlığa doğru giden Müslüman toplumlar bu alimlerin uyarılarıyla yavaş yavaş toparlanmaya başlamışlardır.
İkinci Abdulhamit’in batı sisteminde açtığı okullarda bir salgın gibi bilimsel hakikat adına din dışılık topluma yayılırken bu hengamede verilen kurtuluş mücadelesi sonrasında Osmanlı bir Avrupai devlet doğurmuştur.
Yeni cumhuriyetin sonrasında İngiliz siyasetçi David Lloyd George’un sözü hatırlandığında İngiliz siyasetinin bu yeni
Türk devletine kayıtsız kalmadığı kanaatindeyim.
Otuzlu yıllarda dini Hıristiyanlığa benzetmek anlamında dinde reformun tartışıldığını burada hatırlatalım. Sonrasında Türkçe ezan kanunlaştırılmıştır.
Başlangıçta bilim dünyasında, bilimsel buluşlar yapılıp devasa bilimsel uygulamalar gerçekleştikçe insanların Tanrı’dan uzaklaşacakları kanaati hakimdi. Harika bilimsel buluşların gerçekleştiği yirminci yüzyıl sonrasında gerçeğin böyle olmadığı hakim öngörünün tam aksine insanların giderek Tanrı’ya yani dine yöneldikleri gerçeği ortaya çıktı.
Bu gerçeğe paralel özünü hiçbir zaman kaybetmeyen Anadolu insanı geçen zamana doğru orantılı olarak dindarlığını korumaya devam etti. Toplumun her kademe ve mekanında bunu açıkça izhar etmekten de çekinmediler. Cemaatler gibi toplumsal oluşumlar ortaya çıkarken Erbakan’ın prototipinde siyaset sahnesinde de yerlerini aldılar.
Erbakan’la remizleşen dindar Anadolu insanının siyasi hareketi iki dönemdir devam eden, üçüncü dönemle finali oynayacağa benzeyen Ak parti iktidarını sonuç verdi.
David Lloyd George’un hem İngiliz hem de Amerika’ya hicret eden torunları, bizim geçmişimizi unuttuğumuz gibi geçmişlerini unutmayacak her nesil dünyayı şekillendirme ve yönetme arzusuyla çalışmalarına devam edeceklerdir; ediyorlar da.
David Lloyd George’un sözleriyle dile getirilen gerçeğin biz Türkler üzerinde o günden bu güne adım adım uygulanmaya çalışıldığına kesin inananlardanım. Başlangıçta horlanıp yok sayılan dindarlar, dinin global seviyede rağbet görmesiyle artık ön plana çıkarılır oldular. Beş vakit namazlı dindar bir başbakan sekiz yıldır bu ülkeyi yönetiyor. Benzer şekilde ABD’de hala dışlanan zencilerin torunlarından siyah Barack Obama devlet başkanlığı koltuğunda. Dindarlıkları nedeniyle yıllardır tutuklanıp mahkemelerde yargılanan cemaat mensupları şimdilerde dünyanın gündemindeler.
Bu gelişmeler sosyolojik gerçekler olabilir ama dünyayı kendi lehine şekillendiren ve yönetenlerin bu oluşumları pekte doğal haline bırakacaklarını düşünmek saf dillik olur.
Pavlos’un Hıristiyanlığa yaptığına benzer İslam dinine bilimsel müdahaleler yapılacaktır. Bunlar yapılırken dini değerlere hassas dindarlara bile gayet doğal gelecek sosyal ve psikolojik zemin oluşturulacaktır. Hıristiyanlığa benzeme adına dine yapılacak bu müdahaleler din adamları yoluyla değil de toplumda dindarlığıyla idol haline gelmiş şahıslar aracılığıyla gerçekleştirilecektir.
Burada gerçek kimliğiyle dışlanan Hıristiyanlığın, Pavlos’un müdahalesiyle şekillenen haliyle tüm toplumca rağbet gördüğünü tekrar hatırlatalım.
3 yıl önce yazdığım bir makalemi ekliyorum tam da konuyla ilişkili
DİN VE BİLİM ÇELİŞMİYOR Kİ
Francis bacon, bilimsel araştırma yönteminin felsefesel içeriğini saptayarak tümevarımı şöyle tanımlamıştır: “bilmek için sınamak, gözlemlemek, olayları çözümlemek ve sonra ayrı olaylardan genellemeler yapmak ve sonuçlar çıkarma yöntemi” .
tümevarım yöntemi , bilimsel önemini 17. ve 18. yüzyıllarda kazanmış ve francis bacon, galile , newton ve john stuart mill’in katkılarıyla bir hayli gelişmiştir.
diyalektik materyalizm, tümevarımla tümdengelimi, bilgi sürecinin, birbirlerini belirleyen ve kopmaz bir bağımlılık içinde bulunan yanları olarak görür; ayrı ayrı yeterli bulmaz ve bunlardan birinin saltıklaştırılmasına karşıdır. tümevarımla tümdengelimin bağımlılığı, kuramla kılgının bağımlılığı gibidir. deneysel verilerden kuramsal sonuçlar çıkarılırken (tümevarım) o kuramsal sonuçları deneyleyerek (tümdengelim) doğrulamak gerekir.
Görünmeyenden görünene bakmak (tümdengelim "doğrulama") görünenden görünmeyene bakmak (tümevarım "araştırma")...
Araştırma ve doğrulama ile TENZİH ve TEŞBİH arasında bir bağlantı var mıdır acaba ? Yoksa aynı konuların farklı zeminlerde dillendirilişi mi bunlar ?
Görülmeyeni görülenlerle anlatmak yada görülenlerde görülmeyeni seyretmek.Görülemeyen görülebilenlerde seyredilebilir mi ? Parkın karşısındaki evin penceresinden dışarı bakan birisi dışarıdaki esen rüzgarın varlığını nasıl bilir ? Uçuşan yapraklardan eğilip kalkan ağaç dallarından ve yerlerde yuvarlanan gazete ve çöplerden değil mi ?
Dünyanın yuvarlaklığı da aynı şekilde belirli mantıksal kurallarla açıklandı.Ay a seyahatinde hayali olmadığı düşünüldü ve gerçekleştirildi.
Örnekten kurala hedefe varmak ve kuraldan örneğe bakabilmek.İnsan beyninin sayısal ve sözel ağırlıklı 2 lobuyla da bu konu ilintili bence.Sayıların sözlere çevrilmesi yada sözlerin sayılara döndürülmesi düşünen beyinlerin ilginç bir beyin jimnastiğidir.Sayısal ağırlıklı beyinler ile sözel ağırlıklı beyinler farklı çalışırlar.
Birçok test sonucunda, beynin sol lobunun, konuşma, matematiksel işlemler, diziler, sayılar ve analiz gibi konularda çok üstün olduğu, mantıklı ve doğrusal çalıştığı tespit edildi.
Araştırma sonuçları beynin sağ lobunda da, ritm, hayal kurma, renkler, boyut, hacim, müzik gibi fonksiyonların icra edildiğini ortaya koymaktadır. Beynin sol tarafı bilgiyi mantıklı ve doğrusal olarak işlemekte, sağ lop ise artistik tarafı oluşturmakta, detaydan çok resmin bütünüyle ilgilenmekte ve bilgiyi şekil ve hayal gücüyle işlemektedir.
Sağ lobun duygular, inanma ve hayallerin etkisinde olduğu ve fotoğrafik, yani bütünsel öğrendiği ortaya çıktı. Bu yüzden bilgiyi sıra ile işleyen sol lobun aksine sağ lobun öğrenmede çok daha hızlı ve etkili olduğu anlaşıldı. Ayrıca, insanın mucitlik ve üretkenlik kısmı sağ lob fonksiyonları arasında yer almaktadır.
Sadece sol lobu gelişmiş olan ve bu lobu iyi kullanan insanların üretken düşünebilmesi sağ loplarını da geliştirmelerine bağlıdır (gerekir). Öğrendikleri konuları ve formüllerden yeni şeyler üretebilmeleri ancak beynin sağ lobunu işin içine katmaları ile mümkündür.
Beynin her iki lobu birbirini tamamlayan fonksiyonlara sahiptir. Her iki lob arasında yoğun sinir lifinden oluşan ‘korpus kallosum’ ağ demeti bulunur. Bu ağ, beynin sağ ve sol lobu arasında sürekli bilgi alışverişinin yapılmasını sağlayan bir köprüdür.
Sağ beyin yaratıcılığı, duygusallığı, seslere ve renklere, hayal gücüne, sezgilere ve soyut algılamalara daha yatkın çalışırken; sol beyin mantıklı, sistematik ve analitik düşünmeye, yazı ve sayılara, ölçme, değerlendirme ve eleştirmeye daha yatkın olarak çalışmaktadır. Beyinlerinin bir yarısını diğerine göre daha iyi kullanan kişiler, diğer boyutta çalışan yarıküre’nin yeteneklerine ihtiyaç duyduklarında zorlanırlar ve başarısız olurlar.
ALNIMIZ - ÖN BEYİN
Bilgilerin saklanması için asetil kolin adlı maddeyi üreten bazal ön beyin
Dini terminolojide <> veya <> tanımlamalarını beyni tanıdıkça daha iyi anlamaktayız.Kitap : bilgi olarak düşünürsek BİLGİYİ SAĞINDAN veya SOLUNDAN ALMAK ve de <> ile <>hepsi birlikte düşünüldüğünde beynin çalışma düzeni ile dini kavramların hiç de ters düşmediği anlaşılmaktadır.
Bilgilerin saklanması için asetilkolini üreten önbeyin ile <> birlikte düşünürsek yine ilginç sonuçlara varabiliriz.Secde de kan beyne hücum eder ve alnımız yerle bir olmuştur.Yerle bir olmak ne demektir ? Zelzele görmüş bina misali yerle bir olan harabe gibi hissetmek gerekir secdede.Kıyamdaki VAR dan , secdedeki YOKa.
22 kasım 2007
uğur Özaltın
Din ve bilim çelişmiyor fakat DİN İLE SİYASET çelişiyor.
Kasım 24th, 2010 at 15:46Siyasetçilerin derviş rolü oynamaları dini anlayışı yozlaştırıyor ve İslam dinini hıristiyanlardaki gibi araya ruhban sınıfını sokuyor.
Siyasetçiler bu vebal ile toprağın altına nasıl girecekler ve burada halkı aldattıkları gibi orda melekleri ve Allah ı aldatabilecekler mi onu gidince görecekler :>
uğur bey'e yorumu ve aydınlatıcı bilgileri için teşekkür ediyorum. uğur beyle yorumunun son pararafında ifade ettikleriyle aynı görüşteyiz. bu ülkeyi demokrasiyi rafa kaldıracak dinci siyasetçiler tehlikesi bekliyor.
Kasım 24th, 2010 at 16:09