Dindarlık Eğitimin Neresinde?
Aslında bütün suç, Batının reform ve rönesanslarla bilim devrimi yapıp kimsenin bileğini bükemeyeceği bilim ve teknoloji devi haline gelmesi ve tahrif edilmiş
Hıristiyanlık-Antik Yunan kaynaklı aşırı dominant kültürünü dünyaya dayatmasında. Yoksa öncelikle biz Müslüman Türkler ile doğu Müslüman halkların suçu neydi ki?
Dindar nesil tartışmalarını, yüzyıllar sonrasında hala etkisinden çıkamadığımız ve daha yüzlerce yıl sürecek bir süreçte bu bizden olmayan atmosferden çıkış hamleleri olarak değerlendiriyorum.
Üçüncü Selim’le birlikte o gün Osmanlılar olarak, gavurun ürettiği bu bilim devine ulaşmamız ve onunla yolumuza devam etmemiz gerektiğine karar vermiştik. İslam dini değerleri kaynaklı, artık demode olmuş, kendi benliğimiz aynı zamanda kendi devimiz, son hamleleriyle Üçüncü Selim’in ilk adımlarına engel oldu. İkinci Mahmut, cesur adımlarıyla demode etkinsiz devimizi biraz tırslattı. Süreç böylece devam etti. Bu ara Kuran’da araf olarak ifade edildiği üzere, içimizden doğululuğunu reddedip batılı etkin ve güçlü deve ait olduğunu savunan küçükte olsa üçüncü bir güç çıktı ortaya. Bu üçlü çatışma sürüp gitti ve gidiyor. Sonuçta bizden çok gerilerde ve küçük Japonya’nın, yaklaşık elli yılda yirminci asrın başlarında başardığının benzerini bile başaramadık.
Aslında işin püf noktası eğitimde düğümleniyordu. Osmanlılarda bunu en iyi Sultan İkinci Abdülhamit anladı. Kendi işi bitmiş devimizin, kendine has eğitim sistemini cesaretle bırakarak Anadolu içlerine kadar götürdüğü okullarda Batılı Eğitim sistemini uygulattı. Zannedildiğinin aksine Abdülhamit aslında bir batı hayranıydı. Büyük devin gücünden ve saçtığı güzelliklerden çok etkilenmişti. Ancak kendi devini ve ondan geldiğini unutmuyordu. Üçüncü gücün onu kötülemesi, süreci hızlandırmamasındandı. Yoksa Abdülhamit eğitimde tamamen onların istediklerini yapmıştı ki zaten Batı Eğitim sisteminin uygulandığı bu okullarda Abdülhamit’inde farkında olduğu batı hayranı, aynı zamanda bizim işi bitmiş devimizin vizyonu olan İslam karşıtı nesil yetiştirmeye başladılar. Cumhuriyetin kuruluşuyla işi bitmiş etkinsiz demode devimizin artık gerçekten işi bitmişti. Abdülhamit’in yaptırdığı okullarda onun yerleştirdiği batılı tarzı eğitimi cumhuriyet yöneticileri çok iyi uyguladılar. Öncelikle büyüklerin ve bir çok insanın ifade ettiği üzere bir Cumhuriyet Nesli yetiştirildi.
Bilim dünyasında pozitivizm rüzgarının çok hızlı estiği Abdülhamit döneminden başlayıp Cumhuriyetle devam eden süreçte müspet ilim adına Tanrı Tanımazlık, bununda gerisinde din karşıtlığı anlatıldı. Cumhuriyet dönemi din alimlerinden Bediüzzaman Sait Nursi, eserlerinde bu konu üzerinde ağırlıklı durdu. On üçüncü söz de “Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. "Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar," dediler” ifadesiyle o günler okullardaki eğitimi çok güzel ifade etmektedir. “Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisân-ı mahsusuyla, mütemâdiyen Allah'tan bahsedip, Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.” diyerek çarpık eğitim sistemine vurgu yapmıştır. (Sözler)
Başbakan Recep Tayyib Erdoğan’ın dindar gençlik yetiştireceğiz sözü bana tüm bunları hatırlattı.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım, yaşadığımız ve yaşamaya devam ettiğimiz uzun ince süreç kendimize özgü nesil yetiştirmenin sadece yetiştireceğiz demekle olmayacağını gösteriyor. Dev bir güç gibi lanse edilmeye çalışılan cemaat, seksenlerden bu yana hem yurtiçi hem yurt dışı eğitim yükünü gönüllü omuzlamış olması ve onca samimi gayretlerine rağmen özgün dindar diyebileceğimiz bir nesil yetiştirememiş gözüküyor. Üstat Necip Fazıl’ın ifadesiyle yarım yamalak boy verenlerde genele oranla bahçedeki “üç beş karanfil”. Abdülhamit benzeri tamamen Batılı Eğitim sisteminin uygulandığı okulların otuz yıl sonrası ürünü ancak bu kadar.
Eğitim sistemi bu noktada önemli olmakla birlikte bence asıl mesele, gölgesinden hiçbir zaman kurtulamayacağımız Batı bilim ve teknoloji devinde düğümleniyor.