Dindarlık, Adalet ve Devlet
Osmanlı İslâm Devleti’nin., evrensel İslâmi değer, adalet ahlâkı, insanî norm, ilke ve standartları terk ederek çöpe atmaya; Yönetim ve yaşam biçimini tefessüh etmiş (yozlaşmış, çürümüş) maddeci Batı kültürüne göre şekillendirme gafletine düştüğü 1700’lerden itibaren, muharref ve mukallit İncil yandaşlarının yıldızı parlamış, buna paralel olarak fanatik Musevi camiasında yükselme devri, Osmanlı’da (1734) gerileme, düşüş ve çöküş başlamıştır...
Bunun ana nedeni: Tabiatın boşluğa tahammül edememesidir.
Daha açık bir anlatımla batı, Türk ve İslâm âleminin içini boşaltıp değerlerini çalmış; Yerine kendine ait yozlaşmış, çürümüş, ahlâksızlık, hırsızlık, yolsuzluk, namussuzluk illetini koymuştur. Merhum Milli Şâir Mehmet Akif Ersoy, bir Avrupa gezisi dönüşü bu hali tespit eder ve şöyle açıklar: “Batı İslâm’ın ilmini almış; Bize ancak adı kalmış pâyidar…”
“EY İNSANLAR VE MÜSLÜMANLAR!...
‘Evrensel hukuk ve İslâm’a göre: Devlet insan içindir. İnsan’ı yaşat ki, devlet yaşasın, düsturu, iktisat ve müttefik içtihat gereği: Hak edilmiş ve helâl olmak şartıyla, ‘kazanç’tan en az bir yıl kullanıldıktan sonra vergi alınır. Gelir Vergisi oranı 1/40, yani: % 2.5 olup; gümrük hariç “peşin vergi” haram ve yasaktır. Başta tekel ürün ve hizmetleri olmak üzere; Akaryakıt, Doğalgaz, Tüpgaz, Elektrik, Su, Telefon, Ekmek zorunlu ihtiyaç ve sürüme dayalı “sürekli ve garantili” kazanç unsuru mal ve hizmetlerde azami kâr oranı, maliyet artı % 5;, Alımı isteğe bağlı, zorunlu ve yaşamsal olmayan mal ve hizmetlerde ise kâr oranı: Maliyet artı en fazla % 20’dir. Üretici, Sanayici ve Tüccar halka hizmetle memur-mükellef kimsedir. Fahiş ve haksız kâr edilemez. Devlet’in varlık sebebi vatandaşlar adına piyasaları geliştirme ve kontrol, huzur, istikrar ve insicamı temin; Halkı, hür teşebbüsü, üretim ve hizmetleri Düzenleme, Destekleme ve özellikle Denetleme ile yetkili, görevli ve sorumludur.’ İYİ BİLİN!..”
Enteresandır; Osmanlı ve İslâm devletlerinin duraklaması Batı’nın ayağa kalkmasına; Gerilemesi ise yükselmesine denk gelir. Bizde duraklama ve gerilemenin nedeni: "nepotizm, gayrimüslimlere yalakalık, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’ya yardakçılık, hak, adalet ve hukuku siyasete, din’i hem siyaset ve hem de ticarete alet edecek kadar ahlâki düşüklüktür. "
Dönem itibarıyla tüm İslâm âlemini kucaklayan, temsil ve izam eden Osmanlı’nın bu minval üzere zevali, doğal ve evrensel yaşam biçiminden uzaklaşarak; Hızla küfrün kucağına düşmesi, 200 yıl süren “hilâl-i salip” mücadelesi neticesinde sözde Müslümanların ric’ati (pes ederek geri çekilmesi), mağlubiyeti ile sonuçlanmış ve bu illetle yıkılıp gitmişlerdir.
Gelinen nokta: Adalet ve faziletle hükümferma olunan 20 milyon 500 bin km2’lik bir cihan devletinden, 780 bin km2’lik arenadır. Oysa Cumhuriyetin kuruluş ilkesi Türk İnkılâbı ile Osmanlı’nın kuruluş düsturu birdir. İmanlı-şuurlu, onurlu-sorumlu, hak, adalet ve fazilete dayalı namuslu, dürüst, demokrat “antiemperyalist” Türkiye Cumhuriyeti…..
Dolayısıyla, her iki halde de olması gereken, beklenen ve mayalanan ne idi?
“Ebed Müddet Devlet”; Hak, adalet, huzur, emniyet, eşitlik ve barış iklimi!..
OSMANLI’DA OLMADI!...
Bunun sebebi: İnsan için en doğal, rahat, özgür, şahsiyetli ve haysiyetli yaşam biçimi olan İslâm’dan uzaklaşmak, bid-at ve hurafelere saplanmak; Müslümanlık bir yana, insanlık dışı, alt ve alçak bir yaşam tarzına rıza göstermektir. Aşağıda arz, ifade edeceğim şekilde bu, bütün İslâm âlemi bir yana İnsanlık âlemi için de büyük bir hezimet, ıstırap, sıkıntı ve utanç nedeni olmuştur. 1700 ilâ 1930 yılları arasında aralıksız cereyan eden Müslüman odaklı savaş, tehcir (zorunlu göç), sistemli soykırımlar, suni olarak teşkil ve teşekkül ettirilen sözde ana dil, etnik kök, mezhep ve tarikat sapkınlıkları da hesaba katmak gerek!..
İşte bu feci izmihlâl ve ağır hezimetin faili: Vahşi Batı, Hıristiyan ve Yahudiler;
Suçlu ve sorumlusu: Apaçık gaflet, dalâlet ve hıyanetle malûl, din tacirliğine müptelâ ‘Müslümanların Emir’i vasfını terkle “Kral” kisvesine bürünen, kibir, sefahat, saltanat ve ilmî sefalet zafiyetiyle illetli ümera (amirler, yöneticiler) ve bu zûl-zilletten maişet dilenecek kadar alçalan, ilim, ahlâk ve fazilet fukarası ulema, fukaha ile sözde zamanın aydınlarıdır... (./..)