Din ve Cemaat
Yeryüzünde insan denilen varlığın ortaya çıkışından bu yana, gelmiş-geçmiş bütün toplumlarda, dünyanın içinde bulunduğumuz zamanlarında da din olgusuna rastlanmaktadır.Cami, kilise, kenasa, havra, adına ne denilirse denilsin dinlere ait olgular; tapınak ve ritüelleriyle yaşanmış-yaşanmakta ve toplumları da etkisi altında bulundurmaktadır. Hangi inanç ve din olursa olsun, dünyanın neresinde bulunursa bulunulsun, ortak ve benzeri bir inanış biçimi ve pratiklerden söz etmek mümkün değildir.
Din kelimesi Arapçadır. İtaat, kulluk, egemenlik, kanun, âdet, izlenen örnek madde ve olgular, mezhep, hatta ceza ve mükafaat gibi anlamlara gelmektedir. İster doğal, ister Hak dini olsun, bütün dinler; kendilerini gerçek din, standart ve normal bir inanış olarak görürler ve gösterirler. Şu bir gerçek ki, aynı adı taşıyan inanışlarda bile, mahiyeti son derece farklı pratiklere, anlayışa ve yorumlarına rastlanmaktadır. O sebeple din, sosyal bir olgudur.
Bütün dinlerde; insanlarca yapılması-yapılmaması gereken davranışlar, yasaklamalar, inandığı butaya, Tanrı’ya ve Allah’a uygulanacak saygı eylemleri, pratikleri ve kutsallıkları bulunmaktadır. Bunları incelemek, araştırmak önce sosyologların, daha sonra ilahiyatçıların işi ve konusudur. Ama bir din sosyolojisi olduğunu ben hatırlatmak isterim.
Hangi dinde olursa olsun; inanılan kutsal varlık, algı, dünya ve ahreti yorum, görüş, anlayış, ortak paydalarda farklılık mutlaka vardır. İslamiyette de bu böyledir ve böyle olmaktadır. Bu farklılıkları aşmak amacıyla; o dine mensup olanların kendi farklılığını başkalarına benimsetmek, yaygınlaştırmak ve geliştirmek amacıyla bir anlam sistemi oluştururlar ki işte bu oluşuma “cemaat” denir.
Dinlerin temelde en önemli işlevi, mensuplarını ortak bir inanç etrafında buluşturmaktır. Cemaatler bu işlevi kendilerinin üstlendiğini iddia ederek grup bilinci oluşturmaya gayret gösterirler. Pratiklerdeki ayrılıklar zaten dinleri mezhepler halinde bölmüştür. Aynı mezhepte olduğunu kabul edenler dahi, uygulamada olmasa bile algıda birbirinden ayrılan insanları bir grup anlayışı içerisine sokmaya çalışırlar ki buna “cemaatleşme” denir.
Bu cemaatleşmedeki grup bilinci; dayanışma örüntüleri ortaya koyarak bir arada olmayı kendileri için zorunlu görürler. Doğal olarak bir grup lideri de ortaya çıkar. O grup liderinin adı; şeyhtir, hoca efendidir, hazrettir, imam efendidir, dede efendidir vb. Ama bir liderdir. Hayatlarının merkezine dini koyan insanlar, bu şeyhlerin ve hoca efendilerin arkasından giderler, onun fikirlerini ve söylemlerini, varsa yazılarını, kitaplarını kutsal metinler olarak kabul ederler.
Dinlerin toplumla olan ilişkilerini maalesef bu cemaatleşmeler belirler. Eğer bir toplumda cemaatleşme; onların anlayışlarını geliştirme ve dayatma girişimleri, devlet aygıtlarının içine girmeyi hedeflemeleri ve amaçlamaları, sorunları da beraberinde getirir. Bugün yaşadığımız olayların ve sorunların büyük çapta sebebi budur. Toplum olarak artık genel bir ortak akıl geliştirmek zorundayız. Bu akıl, laiklikte birleşmektir. Din ve devlet arasındaki ilişkileri düzenleme kapasitesini geliştirmek gerekir. Bu da laiklikle olur.
Devletin günlük uygulamalarından ve hayatından, siyasi partilerin söylemlerinden dinin etkisinin arındırılması şarttır. Bunun yanında dünyevileşmenin (sekülerleşme) insanların tercihi haline getirilmesi ancak Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkmak ile gerçekleşebilir.
Onun için bizi, kimlerin yönetmesi gerektiğine, Türk halkı döne döne karar vermelidir. Cemaatlere, dini istismar edenlere aldanmamalıdır. Cemaatlere, dini istismar edenlere değil; devletinin ve neslinin geleceğine oy vermelidir.