Din, Kurban ve Teslimiyet
Din ve Kurban?
Kurban teslimiyetin sembolüdür. Zaten müslümanlık da teslimiyet demektir.
Yani: Nefs ve menfaatçılık zindanının duvarlarını oluşturan, kendi cinsinden olanlara olan teslimiyetçiliği aşmak suretiyle en ulvi Olana teslim olmayı başarmaktır müslümanlık.
“Her ikisi de (İbrahim ve İsmail) teslim olunca ve İbrahim oğlunu alnı üzerine yatırınca…[1]” ayetinde evlat sevgisinin insan bünyesine yerleşen -gerçek anlamdaki- Allah’a itaate engel olmadığını görüyoruz.
Bu teslimiyetin anlamı; o ûlül azım peygamberin “Eğer emir olsaydı, yalnız ciğerparemi değil, kendimi dahi kurban ederdim.” sözleri ile mana bulan bir teslimiyettir.
Hz. İbrahim (a.s) in Allah’a c.c karşı sadakati ve İsmail'in (a.s) Allah c.c için babasına sadakati, bizim için de bir rumuz olmalıdır.
Bizler de bu sadakatleri örnek alarak, yüce Rabbimize sadakat ve vefamızı ifade etmeliyiz.
Kurban, O’nun emri ve sevgili resulünün (s.a.v) sünneti olduğu için, malımızın sadakası ve imanımızın -teslimiyetimizin- sadakati olarak; kurban kesecek ve kesmeyi unutmuşlara hatırlatacağız. Başka bir ifade ile sadakat ve vefada rehber olacağız.
Ayrıca “Kim unutulmaya yüz tutmuş bir sünnetimi (iyi bir şeyi insanlara) hatırlatırsa kıyamete kadar o sevabın ortağıdır.” müjdesine mazhar olmak için de kurban keseceğiz.
Ama kurbanı, salt bir hayvan kesimi ile sınırlandırmamalı içerdiği manayı da anımsayarak ve yaşayarak işlemeliyiz...
Bunu anlamamız ve günümüze ışık tutması için de geçmişte kurbana yüklenmiş bazı mana ve anlamları işlemkte yarar görüyoruz.
Tasavvufî anlayışa sahip bazı zavatın kurban anlayışını gösteren birkaç örnek vermek gerekirse:
Tasavvufu, “Nefsin arzularıyla zıtlaşmak, dinin emir ve tavsiyeleriyle kucaklaşmak” şeklinde tarif eden Allah’ın büyük veli dostlarının kurban ile ilgili olarak şöyle ifade buyurdukları nakledilmiştir.
“Mina’da kurban kesen bir mü’min; eğer nefsinin bütün arzularını boğazlamazsa -gerçek manada- kurban kesmiş olmaz.” diyor Cüneyd-i Bağdadî.
“Muhabbet Mina’sında nefsinizi, ona muhalefet kılıcıyla boğazlayınız” sözü gereğince nefsini kurban kıl, ta ki yaptığın Hac gerçek Hac olsun ve bu suretle vuslat Kabe’sinin haremine eresin.
İbn Arabî’ye göre; en büyük kurban nefistir, esas mesele onu boğazlamaktır. Kur’an da geçen: “Fida”[2] fenanın remzi-işareti-dir. Koçun kesilmesi nefisten fani olmak anlamına gelir. Yani; nefsin bütün arzularından ferağat ederek, Allah’a c.c yakınlaşmayı tercih etmektir.
Hz. İbrahim (a.s) rüyasında oğlu İsmail’i boğazladığını görmüştü. Burada İsmail koçun sembolüdür. O’na rüyada oğlunu değil, oğul remziyle anlatılan koçu kurban etmesi emredilmişti.
Ancak Hz. İbrahim rüyayı yorumlamadan olduğu gibi uygulamak istedi-nefsin isteği doğrultusunda değil-ve Allah da O’na bir koç gönderdi.
İbn Habbaz anlatıyor: Bir bayram günü Mekke’de Cemereye yakın bir yerde bulunuyordum. Orada duran bir derviş gördüm. Elinde bir testi veya ibrik vardı. Şöyle yakarıyordu “Ey benim efendim! İnsanlar sana kurbanlarıyla ve sevap işlerle yaklaşıyorlar. Benim ise canımdan başka bir şeyim yok” bunu söyledi ve birden haykırıp can verdi.
Tasavvuftaki zebh-ı nefs (nefsi boğazlama) anlayışına göre ise insan, ‘kurban-ı ekrem’dir, yani en değerli kurbandır.
Zeyd b. Erkam sorar: Ya resulüllah, bu kurban kesme ibadetinin hikmeti nedir?
-Atanız İbrahim’den kalma bir gelenek.
-Bizim bundan kazancımız ne?
-Kurbanın her kılına karşılık bir sevap.
Halk yılda bir kere kurban keser, veli -Allah dostları -her an sevgilisinin- Allah’ın - kurbanıdır.
Fukaha’ya göre kurban anlayışı:
Ulema; “Kurban vacip mi dir, sünnet mi dir?” diye ihtilaf etmişlerdir.
İmam Malik ile İmam Şafii, kurbanın sünnet-i müekkede olduğunu söylemişlerdir.
Bununla beraber İmam Malik, “Yalnız Hac’da olan kimse Mina’da kurban kesmek zorunda değildir (Maliki’nin vacip görüşü de vardır)” demiştir.
İmam Şafii ise Hac’da olanlarla olmayanlar arasında, hatta sefer de ve mukim olan arasında da hüküm ayırımı yapmamıştır.
İmam Ebu Hanife ise “ Kurban hazarda/mukim olan zenginlere vaciptir, fakat yolcuya -zengin de olsa- vacip değildir.” demiştir.
“Burada Hanefinin vucubu ile Şafiinin sünnet-i müekkedesinin arasındaki farkı göstermek için özellikle Hanefilerin zengin olsalar bile, yolculukta kurban kesmede mükellefiyeti kaldırdıkları, oysaki Şafiilerde sünnet olmasına rağmen yolculukta, hatta Hac’da Mina’da bile kesileceği (ve aynı hükmü taşıdığı) hususunu sergilemek istedik”.
İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed de; kurbanın vucub hükmünü benimsemiş değillerdir.
İmam Malik'ten, kurbanın vacip olduğu görüşü de rivayet olunmuştur.
Kurban ile ilgili ayet ve hadisleri bir bütün olarak değerlendiren müctehid imamlardan her birisi, kendi ictihad sistematiğindeki temel ilkeler gereği, kurban ibadetinin dini hükmünü belirlemeye çalışmışlardır.
Konu ile ilgili görüş ayrılıkları, her bir müctehidin ictihad sistematiğindeki ictihad ilkelerinin farklılığından kaynaklanmaktadır.
Bu ictihadlardan bir kısmı şunlardır:
Dinen gerekli şartları taşıyan kimselerin kurban kesmesi, imam Ebu Hanife’ye göre vaciptir.
Bu konuda imam Malik'ten iki görüş nakledilmektedir ki, bu görüşlerden birisine göre kurban kesmek vacip, diğerine göre ise müekked sünnettir.
Bilindiği gibi, Maliki ictihad sistematiğinde vacip terimi, hanefilerin farz teriminin karşılığıdır.
Zira Maliki, Şafii ve Zahiriler başta olmak üzere, Müctehid imamların çoğunluğuna göre, özellikle de ibadet konularında farz-vacip ayırımı bulunmamakta ve bu iki terim aynı anlamda kullanılmaktadır.
Klasik fıkıh kitaplarında yer alan bilgilere göre; başta İbrahim en-Nehai, Leys b.sa’d, Evzei ve Süfyanı Sevri olmak üzere, bazı müctehidlere göre de kurban kesmek vaciptir. Ancak bu müctehidlerin ictihad sistematiğinde, farz-vacip ayrımının bulunup bulunmadığı netleşmiş değildir.
Dolayısıyla bu Müctehidler kurban kesmenin hükmüne vacip derken vacibî; Malikilerde olduğu gibi farz anlamında mı, yoksa hanefilerin kullandığı anlamda mı kullandıkları netlik kazanmamıştır.
Maliki mezhebinde, kurban konusunda İmam Malikin iki görüşünden vacip (farz) olduğuna dair görüşü değil, müekked ayni sünnet olduğuna dair görüşü mezhepte ağırlık kazanmıştır.
Maliki mezhebindeki müctehidlerin, kurban kesmenin vacip (farz) değil müekked sünnet olduğunu kabul edenler de, kurbanı diğer müekked sünnetlerden daha üst derecede gördüklerinden, sünnet olduğunu söylerken de, özel olarak önemini vurgulayan ifadeler eklemektedirler.
Şafiiler, Hanbelîler, Caferiler ve Zeydilerin de içinde bulunduğu müctehid imamların çoğunluğuna göre, kurban kesmek müekked sünnettir.
Hanefi müctehidlerden İmam Ebu Yusuf’tan da bu konuda iki ayrı görüş nakledilmiştir ki, bunlardan birisine göre kurban kesmek vaciptir, diğerine göre ise müekked sünnettir. (Yani Şafiilerin görüşü gibidir).
Şafiî mezhebine göre kurban ibadeti
İmam Şafii’ye göre kurban kesmek, gücü yeten kimse için müekked ayni sünnet iken, ayrıca kurban mükellefinin bakmakla yükümlü bulunduğu aile fertlerinin her biri hakkında ise, kifai sünnettir.
Dolayısıyla bir ailede kesilen bir kurban, sahibi için ayni müekked sünnetin, aile fertleri için ise kifai sünnetin ifası mahiyetindedir.
Şafiilere göre kurban kesmeye gücü yeten kimsenin kurban kesmesi, müekked sünnet ise de, Şafii ictihad sistematiği içerisinde kurban ibadeti, diğer müekked sünnetlerden daha üst derecede bir mükellefiyettir (Malikilerde de olduğu gibi); ancak farz değildir.
Bilindiği gibi, Şafii ictihad sistematiğinde de, vacip ve farz genellikle aynı anlamda kullanılmaktadır. Dolayısıyla, sünnet ile farz (vacip) arasında ara bir teklifi hüküm bulunmamaktadır.
Ancak, kurbanı diğer sünnetlerle aynı seviyede görmedikleri için, normal olarak müekked sünnetlerden üst, farzdan ise daha alt kademede bir ibadet olduğunu belirtirken, bu ara kademeyi ifade eden bir terim bulunmadığı için, müekked sünnet ifadesi yanında bazı kayıtlar koymayı gerekli görmektedirler.
İmam Şafii’nin kurbanın hükmü konusundaki ifadelerinde, kurbanın -müekked- sünnet olduğunu, terk edilmesini sevmediğini (terkine ruhsat vermiyorum),ancak farz da olmadığını belirtmesi bu durumdan dolayıdır. [3]
Bu yüzden, kurbanla ilgili olarak Şafii mezhebindeki temel fıkıh kitaplarında “terk edilmemesi gereken, dini şeairden (dini sembollerden) olan müekked sünnet” ifadesi yer almaktadır.
Dolayısıyla kurban diğer sünnetlerden farklı olarak, sahip olduğu bu özel konumunun; şeair boyutlu, yani İslam’ın şiarı/sembolü mahiyetinde bir ibadet olmasından kaynaklandığı ifade edilmiştir.
Bilindiği gibi İslam’ın değerler sisteminde, şeair boyutlu mükellefiyetler -örneğin: Ezan- özel bir statüye sahiptir.
Bu kapsamda Şafii ictihad sistematiğinde, sırf şeair/sembol özelliği taşıdığından dolayı ezan, namazın cemaatle kılınması ve hatta cemaatle namaz kılarken kamet getirilmesi gibi dini mükellefiyetlerin (farklı ictihadlar bulunmakla beraber) müekked sünnet olduğu halde farzı kifaye gibi değerlendirildiği -telakki edildiği- görülmektedir.
SONUÇ
Görülüyor ki; Şafii mezhebindeki anlayışa göre de kurban kesmenin hükmü sünnet olarak isimlendirilmekle birlikte, normal şartlardaki müekked sünnetlerden daha üst konumdadır.
Yani Şafiilere göre kurban kesmek farz-vacip değildir; ancak kurban, şiar/sembol mahiyetli olduğu için diğer müekked sünnetlerden daha da üst konumdadır. Hatta bu bilgilerden yola çıkarak, Şafii mezhebine göre kurban kesmenin hükmünün, Hanefilerdeki vacipten daha üst seviyede bir dini mükellefiyet olduğu anlaşılmaktadır.
KURBANLIKLA İLGİLİ SIKÇA SORULAN SORULAR
Kurbanlık için; hayvanlardan bir seneyi doldurmuş ikinci seneden gün almış koyun ve keçi (yalnız keçinin iki yılını doldurmuş olup -aynen inekler gibi- üçüncü seneden gün almış olması gerekir), ikinci seneyi bitirmiş üçüncüden gün almış inek-sığır- ve beşinci yılını doldurmuş altıdan gün almış deve, kurban olur.
Ayrıca altı aylık koyun eğer bir seneyi dolduran gibi gösteriyorsa o da olur. Bu kaide koyuna has olup başka cins kurbanlık için geçerli değildir.
Deve ve inekte yedi şahıs ortak olup kesebileceklerii gibi, bunlar birer kişi tarafından sadece kendisine de kurban edilebilir.
Fakat koyun ve keçi sadece bir şahsa kurban edilir.
Kör, sakat, hasta ve zayıflıktan dolayı çokça cılızlaşan hayvandan kurban olmaz. Ayrıca hamile-yüklü-hayvan, hamilelikten dolayı zayıf düştüğünden kurban edilmez. Kulağı kesik ve kulaksız hayvan kurban olmaz.
Fakat yırtılmış ve delinmiş-etine zarar etmeyecek kadar- kulak kesiği zarar etmez. Kuyruğu kesilmiş olan hayvanın kurban olamayacağı, yalnız doğuştan kuyruksuz doğanın olabileceği de nakledilmiştir.[4]
************
[1] - Saffat 37/23
[2] - (Bk. Saffat 37/107)
[3] - Îanetu t- Talibîn c. 2 s. 331
[4] - 1-Hucvîrî Keşfu’l – Mahcub. 2- Ankaravi, Minhacu’l fukara s 113. 3- Gazali ihya c 1 s 208,277. 4- Şah Veliyullah Huccetullahi’l – Baliğa s. 479. 5- İbn Arabî el-Futuhatu’l-Mekiyye c 1 s 749. 6- İbn Arabi Fususu’l-Hikem s 46,84,95,101. 7- Molla Cami Nefahat’l Üns s 245. 8- İbn Mace ve Ahmed b. Henbel den. 9- Şevkani neylul evtar kahire c 5 s 116. 10 - Bidayetü’l -Müctehid İbn Rüşd c 2 s 321.11- Şafii, el-Üm c 2 s 221,224.12- İane’t-üttalıbin c 2 s 282. 13- Şafii, el-Üm c 2 s 221,224. 14- Nevevi Mecmu c 8 s 383,384. 15- Nevevi Mecmu c 3 s 383,384. 16- Muğnil Muhtac