Din-Devlet İlişkisi -I-
Din Devlet İlişkisi - I
İnsanoğlu yeryüzüne yerleşik hayata geçtiği günden itibaren hayatını diğer insanlarla beraber idame mecburiyetini kabul etmiş ve bu ilişki beraber yaşamanın kurallarını zorunlu kılmıştır. Bu beraberlikte kurallar en çok dine dayandırılmış ve bu inanış iki yönlü (dünya-ahiret) sorumluluk getirmiştir.
Konumuz insanların devlet yönetimine sahip olmalarıyla birlikte kuralların belirlenmesinde kim/ne(yin) referans alınacağı kavgasıyla ilgili.
Özellikle Peygamberler sonrası dönemlerde dinden oldukça sapmalar görülmüş, güç paylaşımı hırsı iktidar ile halk arasında baş gösteren sıkıntılar aynı dinin müntesipleri arasında savaşlara sebebiyet vermiştir.
Neden?
Kavga sadece yönetimi ele geçirmeyle mi alakalı?
Yoksa dinin emirlerini yerinne getirme midir kavganın sebebi?
Aslında soruları çoğaltabiliriz ancak bir soru var ki cevabını bulmak çok zor olsa gerek:
Din hakikatten bize bir devlet modeli sunuyor mu?
Yani din bize adını, koşullarını koyarak “şu yönetim sizin yönetiminizdir” diyor mu?
Neticede din ile devlet neden her dönemde karşı karşıya gelmiştir soruları cevap ister.
DİN NEDİR?
Din kelimesi Arapça ‘da “dane” kelimesinden türetilmiş bir masdardır. “ed-Din” olarak türetilmiştir. “Dane” kelimesi Arapça’da üç türlü kullanılmıştır:
“Dane” mücerret halde herhangi bir harf-i cerle birleşmeksizin kullanılıyor.
“Dane li” olarak ve
“Dane bi” olarak kullanılıyor.
Dane kelimesi harf-i cersiz (-ed/-el) kullanıldığında “egemen/hakim olmak, saygı değer olmak” anlamlarına geliyor. Her dinde egemen olan, “hâkim olan, saygı değer olan” bir varlık, bir obje vardır.
Yine dane kelimesinin lam harfi ceriyle kullanıldığını görüyoruz. Dane “ed-dinu lillah” tabirinde kullanıldığında “itaat etmek, saygı duymak, boyun eğmek” gibi anlamlara geldiğini görürüz. Burada dikkat etmemiz gereken şey; hâkim olan, saygı duyulan varlığa; saygı duyan, itaat eden, boyun eğen bir başka varlık vardır. Her dinde mutlaka bu iki unsur bulunmaktadır.
“Dane bi” şeklinde kullanılınca intisab etmek, katılmak, benimsemek gibi anlamlara gelmektedir. Konuyu kenara çekince görülen tablo şudur: İtaat edilen, itaat eden ve üçüncü olarak din denilen kaide ve kurallar, yani itaatin konuları…
DEVLET NEDİR?
Belirli bir coğrafyada yaşayan bir toplumun kendi kendine oluşturduğu kurallarla meydana getirdiği, şekillendirdiği geniş siyasi topluluk, siyasi cemiyettir.
Dinin oluşması yani dünyada nevş-u nema bulması için de hemen hemen aynı özellikler gerekmektedir. Toprak[1], insan ve kurallar… Hal böyle olunca her ikisinin de alan olarak aynı özellikleri taşıması söz konusudur ve talepler noktasında; ya çatışma, ya barışık –ki bu” din devleti” olabileceği gibi “devletin dini” şeklinde görülebilmektedir- ya da son olarak bağımsız olma –ki bu da laiklik olarak adlandırılmaktadır- durumu söz konusudur.
DİN DEVLET İLİŞKİSİNİN TARİHÇESİ
Din devlet ilişkisini Hüseyin HATEMİ Hoca her ne kadar Âdem (as)‘a kadar[2] taşımayı yeğlese de en erken, en net ve en ilkel bir şekilde tarih öncesi dönemde bulmak mümkündür. O dönemde ‘teolojik meşruiyet’ olarak, Mısır’da Firavun ve Çin’de de imparatorlar/hükümdarlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Firavun baş ilahın yeryüzündeki temsilcisiydi. Kendisi ‘Horus Tanrısı’ da olan Firavun, aynı zamanda ‘Osirus Tanrısı’nın da oğluydu. Dolayısıyla ‘Yeryüzü tanrısı’ da olan hükümdara itaat, hem siyasi bir zorunluluk hem de dini bir görev olmaktaydı.” Çinlilerde ise ‘göğün oğlu’ olan imparatorun, dünyanın uyumlu düzenini korumak amacıyla ‘Gök’ tarafından görevlendirildiğine inanılmaktaydı.”[3] Bu durum uzun asırlar boyu varlığını sürdürdü. İslam dünyasında da “halifetullah” ve “zıllullah”ların neler yaptıklarını bilmem anlatmama gerek var mı?..
PRATİK ÖRNEKLER
Toplumsal yaşam karmaşıklığa doğru seyrederken Tanrı tarafından atanan krallıklar ortaya çıktığı görülür. Ör. Yahudilik’te başlangıçta dinle devlet bir ve özdeş olduğu, kralların ilahi irade ile kral olduğu görülmektedir.[4] Çin’de hangi kral yönetimi ele geçirmiş ise onda Tanrı fermanı olduğu kabul edilmiştir.[5] Japonya için de aynı tespit geçerlidir. Doğu medeniyetlerinde yönetici kadro ile din adamları aynı kişiler idi.[6] Sasani döneminde İran’ın hakim dini olan Zerdüştlük bir devlet dini olarak kendini göstermiştir. Her ne kadar ‘Sezar ile Tanrı’nın hakları’ belirlense de hristiyanlık ta devletin resmi dini olduğu dönemler epeyce fazladır. St . Augusitinus’a göre hristiyanlık devleti islah edebilir, ve kilise ile iyi ilişkiler kurabilir. Martin Luther de reform hareketini başlatmakla birlikte dini devletin dışında düşünmemiştir. [7] Ayrıca Şintoizm, Hinduizm, Brahmanizm, Budizm ve Konfüçyüsizm dinleri de devletle çeşitli biçimde ilgilenmişlerdir. Üstelik Japonya bu gün geleneksel bir siyasal din olarak varlığını sürdürmektedir.[8] Günümüz Amerikası, belki Fransa hariç Avrupa’nın bütün ülkeleri şu veya bu şekilde dini referanslara müracaat ederek bir tarz-ı siyaset yürütmektedirler.
Din-Devlet İlişkisinin Zorunluluğu
İnsan toplumsal bir varlık olması hasebiyle ve tabiatı gereği dinle çok sıkı ilişki içinde olabilir. Aynı zamanda yine tabiatı gereği toplu halde yaşamak zorundadır.
İnsanın hem bireysel hem birlikte yaşadığı insanlar ve hem de tabiatla ilişkileri için bir takım talepleri vardır. Bu talepleri düzenleyen bir üst makam ihtiyacını hem devlet, hem din karşılamaya talip olduğu için, bu durum ister istemez din ile devleti (ya da devlet ile dini) karşı karşıya getirebilir ve getirir. Yani devlet insan(lar)ın ilişkilerini düzenlemede ne kadar etkili ve yetkili olduğunu iddia ediyor ise, din de o kadar etkili ve yetkili olduğunu iddia eder. Aslında her iki taraf da iddiasında haklıdır. Zira devlet varlığının gayesi olarak “insanların dünyada huzur ve esenlik içinde oluşunu” gösterir. Din de aynı gayeyi taşır ve ilaveten ölüm sonrası hayatın da esenlik içinde olmasını hedefler. Hal böyle olunca çatışma daha teoride başlamış bulunmaktadır.
Pek tabiidir ki din, hem kitabi (teorik-akidevi), hem davranışsal (pratik-ibadi); hem psikolojik, hem sosyolojik yönü itibariyle bir bütün olarak kendini ortaya koymaktadır. Mahatma GANDİ “Dinin siyasetle ilgisinin bulunmadığını iddia edenler dinin ne olduğunu bilmeyenlerdir”[9] derken aslında din- devlet ilişkisi açısından önemli bir tespittir.[10]
Din, toplumu başta zihniyet olmak üzere pek çok konuda etkisi altına alarak yönlendirir ve şekillendirir.
Ülke, halk ve egemenlik gibi unsurlardan oluşan devlet, halkın hak, görev, sorumluluk ve davranışlarının kontrolünü elinde tutan siyasi bir kurumdur. Bu kurum varlığının gereği insanlarının psikolojik ve sosyolojik yönleriyle ilgilenmekte ve hatta modern dönemde doğumdan ölümüne kadar her şeyle ilgilenmektedirler. Devlet ve din kendilerini güvende hissetmedikleri için bir biri ile samimi ilişkiye girmekten kaçınmışlardır. Biri diğerini alt etmeyi gerekli gördüğü için hep kavgalı olmuşlardır.[11]
devam edecek (laiklik; doğuş sebepleri ve sorunlar)
[1] Kimilerine göre devletin toprak sahibi olma mecburiyeti yoktur. Zira sürgünde devlet kurabilmek mümkündür. Filistin Devleti’nin Tunus’ta kurulması buna örnek gösterilmektedir. Ancak sürgünde devlet mi, hükümet mi kurulan, tartışma konusudur.
[2] Doğu Batı yıl 1, sayı 1 s. 30.
[3] Marife, yıl 1, sayı 2; s.99.
[4] Bilgi ve Düşünce; Yıl 1, sayı:8;s.84
[5] age. S.84
[6] Aynı yer, s.85
[7] age,s.85
[8] age,s.86
[9] C. Northcote Parkinson. Siyasal Düşüncenin Evrimi, cev. Mehmet Harmancı 2. bs. Remzi Kit. İst. S.179
[10] Ejder Okumuş, Doç. Dr. Marife Yıl 1, sayı 3; s.14
[11] Burada şunu dip not olarak söylemeden geçemeyeceğim: İnsanlık daha yeni yeni kendine gelmeye başlamış ve sorgulama, yön/çare bulma arayışına girmiştir. Din(ler) insan(lar) için vazgeçilmezdir. Dünya her hal-u karda siyasi organizasyon olarak devletsiz de olunamayacağına göre bu iki olmazsa olmazı, vazgeçilmezi bir arada, barışık, sınırları belli bir şekilde nasıl götürülebileceğini daha yeni anlamış bulunmaktayız. Evet devlet ve din bir biri ile nasıl beraber yürürler?.. İnsanlık bu sorunun cevabını önyargısız, iyi niyetle verebilmelidir.