Din Ahlakı, Hep Başkası İçin mi Geçerlidir?
Özellikle Ak Parti’nin kurumlar ve halkla iletişim düzeyinde gerçekleştirdiği başarılı performans, son dönemde toplum nezdinde bir hayli olumlu tepkilere sebep oldu. Özerk kurumlar olması hasebiyle direkt yönetici atayamadığı kurumlar haricindeki tüm kurum ve kuruluşlarda müspet yönde baş döndüren bir değişim, dönüşüm ve performans düzeyi yüksekliği yaşandı.
Kültürel birikimleri, lider kimlikleri, çalışkan yapıları ve üstün dinamizmleriyle maiyetleri altındaki kurum ve onu işleten personele bambaşka bir çehre ve vizyon kazandıran kurum ve kuruluş üst düzey yöneticileri, hükümetin adeta tutan eli, yürüyen ayağı oldular. Hükümetle uyumlu, hızına ayak uyduran, gelişmeleri yakından takip eden, şeffaf, ileriyi görebilen ve iş bitirici yönleriyle bakanlıkların yüklerini hafiflettikleri gibi, devlet adlı aygıtın halk katındaki soğuk, resmi, içe kapanık, kimsenin bir işten anlamadığı, her işin savsaklandığı, gün geçirmeye dayalı ve sürekli ayın onbeşini gözetleyen memur anlayışını devrim niteliğindeki radikal değişimlerle ters yüz ederek, sürekli koşuşturan, vatandaşa güler yüzle hitap eden, empati kuran ve sorunların çözümü için ortak çaba sarf eden bir yapıya büründürdüler.
Bütün bu olumlu gidişata rağmen Diyanet, imaj itibariyle daha on yıl öncesinin despotik ve gerilimli atmosferini yansıtan görünümünü korumaya şiddetle devam ediyor. Üst yönetimi Ak Parti hükümeti tarafından atanan kurumda yönetimin içe kapanık, vizyonu dar, ahbap çavuş ilişkisini koruyan, geleneksel şekilci saygı ve hürmeti zirveye taşıyan, içerik itibariyle beş asır öncesinde kaleme alınan eserleri talim eden ve dünyanın göstermiş olduğu gelişim ve dönüşüm okumaktan aciz görünümü, Diyanetle ilgili her kesimi bıktırma ve usanç noktasına getirmiştir. Yıllar yılı Üniversite öğretim üyeleri odalarında kitap okuma seansları dışında hiçbir sosyal, kültürel, edebi ve akademik uğraşı olmayan, Ak Partili Milletvekillerine ‘yakın’ hocaların oluşturduğu yönetim birimi, kurumun işleyişini adeta felç etmiş durumdalar. Bunca zamandır iş başında olmalarına rağmen ne esaslı bir yönetim anlayışı oluşturulabildi ne de var olan sorunlara çözüm getirme anlamında esaslı bir öneri ve çalışma ortaya kondu. Aciliyet arz eden tüm problemler baba-dededen kalma yöntemlerle geçiştirilerek gün kurtarılmaya çalışıldı. Bunca yıldır işbaşında bulunuyor olmaları, Ak Parti içerisindeki güçlü bağlantıları ve hassasiyet edebiyatını çok iyi başarmaları nedeniyledir. Ki hassasiyet istenmeyen konularda da bir icraatları görülmüş değil ya, o ayrı konu.
En önemli mevzu olan teşkilat yasası çıkarılamadığı gibi en köklü ve kronik problemlerin başında zikredilen personel yönetimi mevzuatı bir türlü çağdaş normlara yaraşır ölçülere sokulamadı ya da sokulmak istenmedi. Bütün önemli görev ve unvan değişikliği sınavlarında ‘mülakat’ sınavı sistemi şartı en başta konarak perde gerisinde Diyanet’e demir atmış birkaç aile zevatının görev geçişlerinde kolaylık sağlandı. Diyanet yönetimi şunu hiç hesap etmedi: Bütün bu ördükleri çoraplar bir gün kendi başlarına geçirilir diye. Allah’ın hayata müdahil olduğu, adaletsiz uygulamaları sebebiyle onları cezalandıracağı gerçeğini hep dindar sınıf oldukları zehabıyla ikinci plana ittiler. Onlara göre dini ahlak ve kurallar hep halk için geçerliydi. Belirli bir seçkinci zümre zaten masumdu, işlediklerinden öte sorumlu tutulamazdı.
Mülakat ile gerçekleştirilen sınavlar, etkili ve yetkili mercilerin istedikleri at koşturmalarına imkan sağlayan bir araçtır. Mevcut yönetim, Diyanet’i ihtiyaç duyulan ölçüde fonksiyonel bir yapıya kavuşturma ideal ve birikiminden uzak olmasaydı, kişisel bir takım hesaplarla uğraşmaktan geri dururdu. Vatandaşlar arasında mülakat sınavı sistemiyle ayırım gözetmesi, şeffaf bir yapıdan geri durması, Türkiye’de olduğu gibi Diyaneti de bir grup ailenin tasallutu altına koyma çabaları ve edebi söz sanatını icradan öte hiçbir icraat göstermemesi gibi anayasal suç kapsamına giren en öncelikli suç başlıkları sebebiyle acilen istifa etmesini gerektirmektedir.
Son Kur’an Kursu Öğreticiliği, İmam-Hatiplik ve Müezzin-Kayyımlık yeterlik mülakat sınavındaki sonuçlar ve komisyonların adaylara bakış açısı bardağı taşıran son damla olmuştur. Hangi ilke ve esaslara gibi mülakatın yapılacağı tespit edilmediği gibi komisyon üyelerinin arzu ettiği tasarrufu gösterme hürriyeti son haddine kadar verildiği görülüyor. Adayların yakındıkları en ciddi konu, sınavda komisyon üyeleri önünde adeta bir kurban gibi görülerek merhamet ve şefkat dilemeye mecbur edildikleri görüşüdür. Bırakın barbar toplumlarda, en aşağılık kimliğe sahip toplumlarda dahi görülmemiş bu insanlık dışı muamelenin Diyanet gibi bir kurumda, bu çağda, bu hükümet döneminde görülüyor olması artık, kıyametin kopacağı anlamına gelmektedir.
Öncelikle şu soruları sormak ve bu konuda Başbakanlık Teftiş Kurulunda yardım talep etmek en temel hakkımız olsa gerek. Komisyonda yer alan üyelerin ehliyet ve kabiliyetleri kimler tarafından, nasıl tespit edilmiştir? Onların doğru, adil ve objektif karar vereceklerine dair güven nereden duyulmuştur? Binlerce aday tüm sorulara doğru cevap verdikleri, kıraati düzgün yaptıklarını söyledikleri halde neden başarısız sayılmışlardır? Belli kıstasa göre sınav yapıldıysa, adayların bunu bilmeye hakkı yok muydu, var ise neden kamuoyuna beyan edilmedi? Belli bir kıstasın olmaması yönetimin yetersizliğini gösterip acilen istifa etmesini gerektirmez mi? Belli bir kıraat imamı ve çeşidi tercih edilmiş midir ya da kimler, nasıl ve hangi nedenlerle başarısız addedildiler? Komisyon üyeleri bağımsız jürilerce ehliyet ve liyakat tespit sınavına girmişler midir? Mülakat sınavları neden kameralar önünde gerçekleştirilmemiş, ilke ve esaslar, yeterlilik ölçütleri ve kıraat örneği beyan edilmemiştir? Her üyenin kendi bildiği yönteme göre karar vermesi anlamına gelen, genel ilke ve esasların beyan edilmemesi sorunu sebebiyle adaylar nezdinde vuku bulan maddi ve manevi mağduriyet sorumluluğu kime aittir?
Bu ve benzeri daha birçok problem mevcut Diyanet yönetiminin işin ehli olmadığı, yeterli bir donanım ve kabiliyete sahip olmadığını göstermektedir. Başkaları için ağır ve fütursuzca kararlar verenlerin, iş kendi şahıslarını ilgilendirince neden yan çizdiklerinin hesabını vermek durumundadırlar. Din şuraları yapmakla Diyanet’in yönetilemeyeceği ya da yönetimin bu olmadığını birilerinin hatırlatması gerekiyor! Sahi yedi yıldır yönetimi işgal eden grup dişe dokunur ne yaptı?