content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

19 Kas

Dil Öğreniyorum

Diller nasıl gelişti? A harfinden başlıyorum düşünmeye… gerçi, fazla ileri gidemiyorum. İnsanların en çok kullandıkları harf a harfidir. Ağzın normal açık olması; ki tüm insanlık için aynıdır bu; farkında olmadan yaptığımız hareket-ağız biçimi a harfini söylemeye daha meyillidir, diğer harflere nazaran. Ağız biçimi, şekil olarak ş harfini söylemeye meyilli bir şekilde olsaydı muhtemelen bugün ah çekmek yerine şah çekecek olurduk.

Dil öğrenme merakı iki sene önce başladı.”Türk’ün aklı sonradan gelir” atasözünün anlamını yurtdışına gidip geri gelince daha iyi anlamıştım. Aslında, “gelince” değil, oradaki birkaç şey yüzünden kafamı hayali duvarlara vurur oluştum. Gitmeden hemen önce birazcık cümlelere baksan ne olur! Yok, zaten orada biri var bütün çevirileri yapacak, diye tek bir kelimeye bile bakmadım. İlk durağım Almanya olduğu için üç-beş Almanca kelime bakmam önerilmişti… fakat bakmamıştım.

Ben misafir eden öğretmen ablanın komşuları ile de tanıştım. Hans ve İvona. Sonraki günlerde Günter ve Nadia ile. Bir akşam bizi davet ettiler Hans ve İvona. Birkaç komşu daha gelmiş, oturuyor, sohbet ediyorlardı. Nezaketli insanlar. Ne içeceğimi sordular ilkin. Şarap, dedim. Hans, tam bir Alman. Emekli öğretmen. Yüzünden disiplin çağıl çağıl akıyor. Eşi İvona, zaman zaman takılırmış ona, bu tam bir Alman olması ile ilgili. İvona Polonya asıllı Alman. Ne kadar nazik bir hanımefendi, bir görseniz. Birdir ikidir, kimdir nedir şeklinde çeviri yardımıyla konuştuktan sonra.. haliyle, insan tıkanıyor. Neden? Çünkü dil bilmiyorsun. Sohbetin bir yerinde Hans, ablama soruyor; Almanca biliyor mu? Diye. Yok, diyor ablam. İngilizce de mi bilmiyor? diye soruyor; hayır, diyor ablam. “İngilizce de mi?” cümlesi aklımda yangılı bir şekilde yer ediyor.

Konuşmaya devam ediyorlar… şöyle bir bakıyorum onlara… aslında çok şey konuşabilirim onlarla, diyorum, çünkü eğitimciler onlar da, tıkanıyorum… Hans’ın bizim fıkralarımızda önemli bir yeri olduğunu da söylemek istiyorum… söyleyemiyorum. İvona’nın bir kolaj çalışmasını gördüm girişte, duvara asılı; beğendiğimi söylemek istiyorum… söyleyemiyorum. Bir Türk olarak, aklımın, gerçekten de sonradan geldiğini o anlarda fark ediyorum…

Sonraki günlerin birinde Günter ve Nadia ile tanışıyoruz bir akşam. Günter bir mimar. Çok ülke gezmiş, çok yer de görmüş. En son Fas’a gitmiş, hatta bir kırığı bile varmış; Faslı bir güzel. Yüzünden anlıyorum; hoş sohbet biri. Nadia da öyle. Nadia da eğitimci. Müdire. Nerden açıldıysa konu dinlerden açılıyor. Ha, tamam, hatırladım. O günün sabahı Köln’ü tek başıma gezmek için çıkmıştım dışarı. DOM katedraline yakın bir yerde bir büfeden bir sandviç almıştım. Adını unutmamıştım. Sonra huylanmıştım… Akşam gelince konu öyle açıldıydı. Domuz etli sandviçmiş. Bir kiliseye mi, yoksa bir camiye mi gidip tövbe istiğfar gerektiğini sormuştum.. Gülüşmüştük… Hıristiyanlığa geçmeyi düşündüğümü söyledim, İslami yaşayışların hoşuma gitmediğini söyledim fakat ilginçtir Günter fikren onaylamadı bunu. Meğerse ben İslam filan deyince ben, Sufilik, Mevlevilik aklına gelmiş. Bu kollarla biraz ilgisi, ve konuyu farklı şekillerde biraz bilmişliği varmış. Ve o anlarda anlamıştım ki işin mistik yanları ilgisini çekiyordu, siyasal veya cemaatik-şirket işlerinden pek haberi yoktu.

Nadia bir okul müdürü; söylemiştim. Eğer ki müsait olurlarsa okuluna gelmek istediğimi söyledim, olur dedi. Fakat sonra birtakım tadilatlar sebebiyle kapalı olacağını öğrendik. Amacım, sistemlerini biraz anlamaya çalışmaktı.

Köln’de tek başıma gezmeye karar verdikten sonra bir sabah çıktım dışarı, gerekli rehberlikleri; yol güzergahlarını filan da aldıktan sonra.”Vay anasını!”ydı. Almanya’da tek başıma geziyordum.. Fakat daha ilk dakikalarda sorunlarla karşılaştım. Yakın bir istasyonunda DOM katedraline gitmek üzere beklerken…bindim metroya. İçerde bir otomattan bilet alınması gerekiyormuş. Yakınımda oturan iki genç kızdan yardım istedim.. fakat şu an, nasıl yardım istediğim hatırlamıyorum; işaret mi etmiştim? Ne yapmıştım da yardım alabilmiştim… hatırlamıyorum. Allah’tan ki kızlar akıllı çıktılardı da bilet alabilmiştim.

DOM’a 4-5 durak kala, metro bir istasyonda durdu. Bir anons geçildi; Almanca tabii. Herkes indi. Diğer vagonlardan da herkes indi. Görebiliyordum. Ben aval aval oturuyorum. O anlarda diyorum ki içimden, sanırım burası çarşı gibi bir yer; milletin işi gücü hep burada, bu yüzden hepsi indi… Aynı anons bir kere daha duyuldu.. Ben yine bekliyorum.. Bir daha aynı anons gelince…olayı anladım… Birileri kameradan beni izliyordu ve ben tam bir salak gibi gözüküyordum… İndim… Dolandım durakta biraz. Tabelalardaki güzergahlara baktım, bir şey anlamadım. Sanırım bir aktarma olmuştu. O kadar kalabalık birden ortadan kaybolduğu için takip etme şansım da kalmamıştı… Düşündüm. Duraktan ayrılıp etrafta Türk aramaya başladım. Bir market buldum. DOM’ ne tarafta? Dedim. Bana oraya git, şuna bin, şuradan in, buraya bin..gibi talimatlar verdi. Anlamadım tabii. Fakat yönünü göstermişti DOM’un. Yürüdüm o yöne doğru. Birkaç kilometre yürüdüm katedralin sivri uçlarını takip edip.

Zaman yettiğince birçok yeri gezdim. Müzeleri, Süpermarketleri, katedrali, yanını yöresini…

Dilsiz gibi bir şeysiniz yani. İnsanlara bakıyorsunuz, güzel kızlara bakıyorsunuz… Bazı açılardan bakıldığında, insan olarak çok daha değerli olduğunuzu hissediyorsunuz fakat işte o tuhaf dilsizlik çok tuhaf… Kendi kendime Türkçe konuşsam bile kendime yabancı gibi olacakmışım gibime geliyordu.

20 gün boyunca pek çok yeri gezdik dolandık. Esenboğa’ya geldim. Otobüs terminaline gidecek otobüslerini beklemeye koyulmuştum. Bir sigara çıkardım paketten. Aksilik bu ya, çakmağın gazı bitmiş. İki metre kadar ötemde biri duruyordu. Yanaştım. Sigara içiyordu. Sol elimde sigara vardı. Diyeceğim şeyi bir türlü diyemiyordum…Ateş isteyecektim.. konuşamıyordum… Adam güldü, ateş mi istiyorsun abi? dedi. He yav! lafı çıkabildi ağzımdan. Sanırım, biraz daha dursaydım yurtdışında, Türkçe’yi unutacaktım.

Turhal’a döner dönmez şöyle adı iyi bilindik bir kursa yazıldım Americanlı mamericanlı. Oradaki yabancı insanlar… Hans, İvona, Günter, Nadia ve diğerleri… ve fakat o Güney Almanya’da, eski bir Roma şehrinde bir kafede otururken ben, yan masada gülümseyen yüzüyle oturan o yeşil gözlü kız… konuşabilseydik acaba ne diyeceklerdi, neler anlatacaklardı?..Daha da önemlisi, acaba ben onlara neler anlatacaktım?..

Bugüne bugün A2 seviyesindeyim. Buraya geldiğim için ara vermek zorunda kalmıştım, fakat bir müddet sonra aynı kursun burada açılan şubesinde devam edeceğim.

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank