Dil Duyarlılığı
‘Dilini yitiren milletler yaşama hakkını da yitimiştir.’ Yani her şey dilimize gerekli değeri vermemizle başlar. Türkçe’yi sevmek, onu doğru kullanmak ve geliştirmek, Türk insanının, özellikle aydınının en öncelikli görevidir. Zira milletlerin gelişmişlik seviyeleri dil ile ölçülür. Yani medeni olmanın ön koşulu dildir.
XX.yüzyılın başlarında gelişimini tamamlamış bir dil olan dilimiz bir dünya dili olmaya aday iken, nereden geldiği belli olmayan bir hain rüzgarın etkisiyle bir bozma akıldışılığına uğruyor. Türkçe‘nin bin yıllık geçmişine, deneyimine hücum edildi. Bir milleti tarihine bağlayan en güçlü unsur olan dil devre dışı bırakılmış oluyor ve milletimiz tarihsizleştirilmek isteniyordu böylece. Dilden atılan her kelime, milletin ruhundan atılan bir parçaydı sanki.
Türkçemiz en yetkin çağındayken canına kastedildi. Ölmedi! Ölmedi, ancak sakattır şimdi. Neredeyse her duvarda İstiklal Marşı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi asılı; ancak bu anıt niteliğindeki eserler artık gençliğe seslenmiyor. Zira yitirilen dil zenginliğimiz nedeniyle bunları algılamak için özel bir çaba harcaması gerekiyor gençliğimizin. Yani Türk Gençliği bunları anlamadığı için, onun temsil ettiği değerleri de anlayamıyor ve tarih, şiir, milli duyarlılık, hamiyetperverlik, bağımsızlık…vb.. duygulardan yoksun yetişiyor.
Tarihi ile bağları koparılmış, anadilindeki en yetkin eserleri okuyamayan, okusa da anlayamayan bir milletten ne beklenebilir ki? Söyleyelim. Oynayacak bu millet; geleceğiyle, ülkesinin geleceğiyle oynayacak. Milletin ve memleketin ölüm kalım savaşı verdiği devirleri bir ninni gibi dinleyecek, ‘Türk’ün ateşle imtihanı‘ nı dinlemeye ise tenezzül dahi etmeyecektir. Dinlemediği ve zaten araştırmadığı için de kendi öz değerlerine yabancılaşacak ve içinde yaşadığı medeniyeti hor görür duruma gelecektir. Bunun sonunda da başkaları gibi olmaya çalışacak ve kendinden dahi uzaklaşacaktır.
İçinde yaşadıkları milletin büyük kişiliklerini tanımayan nesiller ise zamanla kendilerine sahte kahramanlar, boyalı kişilikler edineceklerdir. Bir dil zevki, duyarlılığı edinemeyen genç, okuduğu her alt alta yazılmış şeyi şiir zannedecek, kulak tırmalayan hoyrat ezgileri türkü veya şarkıdır diye dinleyecektir. Tehlike böylece büyüyecek ve sonunda bu millet yok olmanın eşiğine gelecektir. Ki zaten şöyle bir baktığımızda pek de bu gelişmelere uzak olmadığımız gözlenmektedir ve durum kaygı vericidir.
Durum böyle iken dilimizin geleceğini temin etme zorunluluğuna sahibiz. Türkçe’yi tarihiyle barıştırabilmeli, temiz, zengin dilimizi anlamaya, konuşmaya, okuyup, yazmaya yönlendirmeliyiz. Böylece de insanımız içinde yaşadığı uygarlığın zenginliklerini anlayacak ve nasıl bir tarihin sürdürücüsü olduğunu görecek ve şimdiye kadar imrenerek baktığı kartondan putlar gözünde bir bir yıkılacaktır.
Bir an önce ideolojik saplantılardan vazgeçilip, Türkçe evlerimizde, okullarımızda tarihi gelişimi de göz önünde bulundurularak sevgi ve sabırla öğretilmelidir. Türkçe’nin geleceği, sadece edebiyat öğretmenlerine terk edilemeyecek kadar önemlidir. Vatanını seven her öğretmenin en önemli görevi –dalı ne olursa olsun- öğrencilerine dil duyarlılığını aşılamak olmalıdır. Zira Türkçe’yi sevmek, Türkiye’yi sevmek demektir.
Emin olunmalıdır ki dil duyarlılığına yeterince önem verildiğinde şuan içinde bulunduğumuz pek çok sorun halledilmiş olacaktır. Türk Gençliği kendi özüne, kendi milli ülküsüne sarılacaktır.
Dil ve tarih bilinciyle: ‘…….yatağından çıkmış bir su örneği, çamurlara bulanan Türk Milleti ve Türk uygarlığı, tarihi yatağına girecek ve elbette engin denizlere erecektir.’ Sizi bilemem ancak ben bu görüşe tüm kalbimle inanıyorum ve bu uğurda bize ve tüm aydınlara büyük bir görev düştüğünün de bilincindeyim.
Dilimize sahip çıkalım, ülkemizi yok olmaktan kurtaralım…