Dikmen’den Sabah Yürüyüşü…
Sene 2012. Mevsim ilkbahar girişi. Mart sonu.
Sabah gökyüzünde mavi bir aydınlık. İçimde nerdeyse yüzyıllık bir yerleşik sevinç var.
Ankara’nın yaylası Dikmen’den bindim dolmuşa.
Dikmen Vadisinin merdivenlerinde inip, vadi içinden geçip, tekrar merdiven çıkıp, Ayrancı hattından Kavaklıdere’ye işyerine geçmeyi tasarladım.
Hava güzel, yol hattım güzel, mevsim iyi, içimdeki yerleşik sevinç nereden peki?
O da, dün aldığım sevimli bir iletiden. Sevgili İnci Gürbüzatik yollamış: Diyor ki yazısında;
“2013 Ankara'nın Başkent Oluşunun 90.Yılı nedeniyle Heyamola Yayınları'nca 'ANKARANIN KIRK SEMTİ KIRK YAZAR VE KIRK KİTAP' projesi üzerinde Ankara için önemli olduğuna inandığımız bir çalışma başlatıldı. Sizin konu ile ilgileneceğini umuyorum. Katkınızı bekliyoruz. Projeyi Ankara'yı yazmak olarak değerlendiriyor, siz de olmalısınız diyorum…"
İşte bu ileti sevindirdi çokça. Neden mi, çünkü hep istediğim bir konuydu Ankara’yı yazmak..
Ankara’yı yazmak yaşamak demek, yazmak; üniversite yıllarından 50’li yaşlara kadar Ankara’da biçimlenmiş bir yaşamın izdüşümlerini paylaşmak demek..
Kafamda Ankara projesi, inmekteyim Vadi merdivenlerinden. Sabah güneşinin ışıltılı aydınlığı vurmuş vadinin yamaçlarına.
Bir grup liseli kız öğrenci yürüyor merdivenlere doğru konuşarak, birbirlerine ve arada bir çevreye bakıyorlar saklı gülüşlerle..
İşte Ankara bu. Yaz ve yaşa. Sen çok varol Oktay Akbal usta. İşte Sait Faik’lik bir durum.
Sadece bu görünümden yola çıkarak ne düşler, öyküler, senaryolar yazardı şimdi Sait Faik usta yaşasaydı ve görseydi bu çocukları.. Onların okullarını, gizli sevdalarını, gelecek düşlerini, evlerini, kardeşlerini.. ve sabah iki lokma kahvaltılarını, evden nasıl çıktıklarını..
Çocuklardan bir kaçı sigara içiyor çekinerek, etrafa bakınarak.. Geçtim sessizce yanlarından, başım öne eğik. Kim bilir ne “heyecanlıdır” dedim kendimce bu yaşlarda ve gizlice çekilen sigara dumanları..
Gençliğin değişik heyecan merdivenlerini atlayalı yıllar olsa da Karadenizin kıyıcığındaki lise yıllarımı anımsadım çaresiz bir buruklukla..
Bu düşler ve düşüncelerle bir de baktım “Şair Baki Sokağı”nın başına gelmişim. “Divan şiirinin önemli büyüklerinden biri olan Baki’nin adı” dedim kendi kendime, acaba Muhteşem Dizisinde hiç geçiyor mu? Belki de bir yerde geçer ama ben diziyi izleyemediğim için bilmiyorum.
Şair Baki sokağın bitiminden Refik Belendir Sokağına indim. Bir beyaz kuğu gibi sıralanmış ve Sedef, Dostlar gibi isimleri olan apartmanların önünden geçerek Aşağı Ayrancı sokaklarına indim.
Bu sokaklar her görüşte ayrı ve yeni bir heyecanın dalgalarını kımıldatıyordu.
Yaşanmışlık, pastanelerinde oturmuşluk ve bitimsiz sohbetlerin özel mekanlarıydılar..Geniş zamanlı ve ince şeyleri düşünüp konuşmanın limanları..
Kavaklıdere’de Gelibolu sokağa geldim.
Bu sokak yaklaşık 25 yılın geçtiği ve benim yazı dünyasına girip denemeler, öykü ve makaleler, araştırma kitapları yazdığım başlıca mekândır. Ayrı, kapsamlı ve daha geniş zamanlarda yazılacak çeşitli yazıların ana temalarından biri olmalıdır.
Ankara bitmez. Ne yazılarıyla, ne söyleşileriyle ne de araştırmalarıyla.. Hep günceldir, derindir, en güzel yönlerinden biri de, uzun-kısa gezilerden sonra Kızılaya, Konur Sokağa dönüşüdür.
Arada bir ayrılmak- uzaklaşmak gerekir Ankara’dan. Yeniden özlemek ve dönüşün tadını yaşamak için. Kentin uzaklardan ve yoğunluklar dışından nasıl göründüğünü, nasıl duyumsandığını anlamak için. Halkın gerçek yaşamını, yaşayan Anadolu’yu içinden görmek-hissetmek için çıkmak gerek yollara ve uzak diyarlara..
Bir bahar sabahının aydınlık maviliğinde yarım saatlik yürüyüş, kentimi ve kendimi yeniden duyumsattı bana. Ancak bu küçük öykücük sizlerle paylaşılmasa neye yarar? Kalplerden kalplere giden-görünmeyen-bilinmeyen yolları düşündükçe yazılar daha kolay yazılıyor, daha içten, daha bizden ve daha güzel oluyor.