Devletin Gönlü
Gönül denildiğinde, Neşet Ertaş’ın kendine özgün “ah neyleyim gönül senin elinden” türküsünü, bu türkü sözkonusu olunca da televizyonların henüz köylere girmediği radyolu günlerde bakkal İsmail amcanın büyük ahşap kutuyu andırır radyosundan özellikle sıcak nemli Çukurova temmuz günlerinin Neşet Ertaş’ın tüm köyde yankılanan gönül türkülü nispeten serin sabahlarını hatırlıyorum.
Sonrasında elbette sevgi ilişkilerini hatırlatır gönül. “Vermişler ama kızın gönlü başkasındaymış”, “gönüllü kaçmış”, “gönlü yokmuş” gibi dedikoduları devamında hatıra getiriyor.
Devletin gönlüne gelince kızın, erkeğin gönlü olduğu gibi elbette mecaz anlamda devletin de gönlü vardır. Bu ifadeden kastedilen devlet iradesinin bu seçeneğini belli bir yönde kullanması açısındandır.
Başlangıçtan itibaren Osmanlı çöküş dönemine kadar devletin gönlü, Batıya ulaşmak, ona sahip olmak iken zayıflama sonrası bir ara arafta kalmakla birlikte sonuçta yine Batı olmuş ama bu defa sahip olmak değil öykünürcesine onun gibi olmak şekline girmiştir.
Tuttuğunu un ufak edip karşı koyulmaz gönül koymuş bir delikanlı gibi Batıya yönelirken yüzyıllar sonra o yiğit delikanlı güç ve kuvvetten düştüğünü aksine gönül koyduğunun erişemeyeceği denli güçlü duruma geldiğini sonunda anlayıp görecek ama bunu uzun süre kabullenemeyecekti.
Lale devri, gönül koyulan sevgiliye sahip olma, onun gönlünü kazanma anlamında Batıya öykünme, ilk batılılaşma hareketiydi. Arada Batıyla mesafelerin henüz fazla olmadığı bu masum batılılaşma hareketi, Türk filmlerindeki kötü karakteri andırır Patrona isyanıyla durdurulmasaydı bugünkü konumumuzun Batıya karşı en az Japonya seviyesinde olacağını öngörüyorum.
Gönlünü güzel, üstün ve güçlü batılı sevgiliye kaptırmış Osmanlı yağız delikanlısı, elbet tek başına buyruk değildi. Onun bu makul, güzel ve bir anlamda zorunlu yaklaşımına kendinden bir duygu, bir güçsüz gönül hayır diyecekti. Ve bu Patrona namında ve görüntüsünde cisme bürünecek ve devamında yıkım ve akamete dönüşecekti.
Lale devriyle iyi bir batılılaşma başlangıcı devamında toplumu güçlü ve canlı yapan din damarının fay hattı benzeri kırılmasıyla Batıyla mesafenin bir elli yıl daha açılmasına sebep olacaktı. Ancak devletin aklı, gönlüyle birlikte kurtuluş için Batı gibi olmaktan başka çareler olmadığını anlamış ve buna artık gönül koymuştu.
III. Selim, bu uğurda kendini feda eden gözü ve gönlü Batıda ilk yağız delikanlıydı. Batıyı tanımak için ciddi ön çalışmalar yapılmış ve üst düzeyde resmi araştırmacılar gönderilmiştir.Bu çalışmalar sonucu ciddi araştırma ve bulgulara ulaşılmıştı. Devlet, daha köklü geniş ve makul Batı açılımı planlamıştı. Bunun ilk uygulaması ve aynı zamanda görseli ‘nizam-ıcedit’ti. Bu yeni ordu sisteminde muvaffakta olunmuştu. Bu orduyla başlayan batılılaşmanın, Batı açılımının devamı, ikinci üçüncü adımları, maalesef bu defada bir başka kötü karakter Kabakçı Mustafa görseliyle yine toplumun dini fay hatlarının bazılarının kıpırtılmasıyla Batıya gönlünü kaptırmış yağız delikanlı mesabesindeki III. Selim’in hayatına mal olarak akamete uğrayacaktı.
Hariçten bir yağız delikanlı konumunda II. Mahmut’un imdadına Alemdar Mustafa paşa yetişmekle birlikte o derinden oynayan fay sarsıntıları Alemdar’ı da II. Mahmut’un çaresizliğinde yiyecekti.
II.Mahmut’la gönül koyduğundan vazgeçmeyen devlet, artık belli bir tecrübe de kazanmıştı. II. Mahmut’un tecrübeli, akil ve makul çalışmaları ‘nizam-ıcedid’in başka bir versiyonu‘sekban-ı cedid’i kuracak ve devamında ‘vakay-ı hayriye’ diye isimlendirilecek yeniçeriliğin kaldırılmasını sonuç verecekti.
Devlet eliyle ilk resmi batılılaşma uygulamaları, bundan dolayı halk arasında ‘gavur padişah’ diye anılacak II. Mahmut zamanında gerçekleşecekti.
Abdülmecit döneminde artık devletin gönlü açık ve aşikar ortaya çıkmış;Tanzimat fermanıyla bu, Mustafa Reşit paşanın dilinden açıkça ifade edilmişti. Devamında Islahat fermanı kabul edilecekti.
Gerçekte iri ve güçlü olan Abdülaziz, devletin özlemini çok çekip teranesini çok söylediği batılı güzeli bizzat gidip gözleriyle görmek istedi. İlk ve son defa bir padişah devlet üst düzey kadrosuyla tüm Avrupa’yı ziyaret edecekti.
Devlet artık yeni bir fırsat yakalamış; batılılaşmada, onlar gibi olmada büyük adımlar atmıştı. İşte belli bir birikime ulaşıldığı tam bu püf noktasında Patrona ve Kabakçı’dan farklı bir kırılma yaşanacak ve halkla devleti birbirinden uzaklaştıran,başarmak üzere olduğumuz batılılaşmadan ilerleme ve güçlenmeden geri koyan, bu vahim kırılma alışkanlık halinde adeta günümüze kadar devam edecekti.
Bugünkülerin anası bir darbeyle, gönlünü temsil görselinde kraliçe Victoria’ya düşüren sultan Abdülaziz tahtan indirilecek, bu yetmeyecek, korkulan bu iri ve güçlü delikanlı intihar süsü verilecek bir suikasta kurban gidecekti.
Bizim için bu kırılma çok önemli, herkesin istediği batılılaşmaya talip istekli ve bizzat Batıyı gidip gören bu Padişah böyleyken niçin tahttan indirilecekti? Bu kırılma bizim bel kemiğimizin, devlet hayatımızın sırrıdır. Çözüldüğünde veya çözdüğümüzde dünya bize çokta küçük gelecektir.
II.Abdülhamit, bu yaklaşımı biraz katı yönetimiyle otuzüçyıl kontrolünde tutmaya çalışırken Cumhuriyet’in temellerini atacak asıl batılılaşma ve modernleşme çalışmalarını başarılı bir şekilde uygulayıp yürütecekti. Abdülazizdöneminde kırılmayı sağlayanlar,Patrona ve Kabakçı kırılmalarını ebediyen engelleme amaçlı mühendislik uygulamasıyla sultan Abdülhamit’i de tahtan indirecekler veya razı ve ikna edeceklerdi. Her kesimden sağanak sağanak eleştiriler yağdırılan Abdülhamit, aslında devletin gönlünü doğru görmüşve planlı bir şekilde yerine getirmişti.
Devamında devletin gönlü alternatifsiz elbette Cumhuriyet’e gidecekti.
Yaşadığımız günlerde devletin gönlü yine bir yol ayrımında.