Devlet vatandaşını kandırır mı?
Devletin, asli görevi vatandaşının en başta can ve mal güvenliğini sağlamak, daha sonra da onun eğitiminden, sağlığına, rahat ve huzuruna kadar her türlü önlemi almaktır.
Bunu bilmeyen yoktur herhalde.
Devlet, vatandaşı için vardır ve vatandaşı olmayan da devlet yoktur. Devletin oluşum amacı budur.
Ne yazık ki, bizim ülkemizde hâla Osmanlılığın kul-tebaa ilişkisi aynen geçerliliğini koruduğu için, vatandaş devleti için vardır felsefesi de alabildiğine hükmünü sürdürmektedir.
Sanıyoruz ki, devlet olmadığı zaman vatandaş da olmayacak. Böylesine bir açmazın pençesinden kendimizi bir türlü kurtaramadık.
Bakın, iktidar bir sosyal güvenlik yasası hazırladı. Bu yasada, eskiye göre birçok değişiklik yapıldı.
Kabul etmez lazım ki, kimisi son derece olumlu değişiklikler olurken, kimisi de yine IMF'nin ve AB'nin dayatması ile bizim ülke gerçekleri ile hiç de uyuşmayan değişiklikler olarak kamuoyuna yansıdı.
Gelişmiş ülkelerde ortalama 4-5 sigortalı çalışan bir emekliye bakıyor olarak kabul edilirken, bu durum bizim ülkemizde 1-2 çalışan olarak biliniyor.
Doğruyu söylemek gerekirse, böylesine bir abukluğun altından kalkmak da kolay değil. Gerçi bunun sorumlusu olarak şimdiki iktidarı göstermek de yanlış. Zamanında, Hazine'ye para bulmak adına 35-40 yaşlarında, "süper emeklilik" adı altında binlerce kişi erkenden emekli edilip, daha sonraki yıllarda yaz-boz tahtasına çevrilen emeklilik olayları, bugünlere gelinmesine de neden oldu.
Düşünebiliyor musunuz, bir kişinin 40 yaşında emekli olduğunu kabul ederseniz, Allah da ömür verip 80 yaşına kadar yaşadığında, 40 yıl emekli maaşı alacak!.. 20 yıl prim öde, 40 yıl maaş al.
Buna Karun hazinesi dahi dayanmaz.
Emeklilik sisteminin böylesine yozlaştırılmasında bu sistemle oynayan başta zamanın başbakanı Süleyman Demirel olmak üzere, o dönemlerin iktidarları suçlu tabii ki.
Bir de, her geçen gün çıkmaza giren sosyal güvenlik sistemine zamanında müdahale etmeyen ve ancak en son noktada, artık başka çare kalmayınca el atan günümüz iktidarının da hiç kabahati yok diyemeyiz.
Sosyal bir kangrene dönen bu sisteme zamanında neşter vurmayı becerebilselerdi, bugünlere gelmemiz de söz konusu olmazdı.
Hepimiz biliyoruz ki, ülkemizde kaçak işçi çalıştırılması çok yaygın bir uygulama. Bunun en başlıca nedenleri de, çalışma kanunlarından kaynaklanıyor.
Bir söz vardır, "devlete elini kaptırdın mı, kolunu kurtaramazsın" diye. Çok doğru. Bir kere herhangi bir nedenle devletin bir kurumuna kaydınızı yaptırdığınızda, kurtuluşunuz yok demektir.
Kümestesi kaz örneği, artık sizin peşinizi asla bırakmaz devlet. Ülkede, kayıtlı ekonominin iki katı büyüklüğünde kayıtsız ekonomiden bahsedilirken, onlarla uğraşmak zoruna gittiğinden, daha doğrusu uğraşamadığından, sürekli kümese giren kazları yolmakla uğraşır. Bu nedenle de yüzde 40'larda seyreden kurum vergilerinden, gelir vergisine, yüzde 20'lerde seyreden sigorta primlerine kadar, hep bu kümesteki kazlardan toplar.
Diğerleri ise yani kayıt dışı ekonomide yer alanlar ne vergi, ne prim ödemedikleri için hem devlet eliyle haksız bir rekabetin en önemli aktörü durumuna dönüştürülür, hem de kayıtlı ekonomi içerisinde yer alanların batmalarına, yok olmalarına neden olur.
Şimdi burada kabahat, devlete kaydını yaptıranın mıdır, yoksa devletin denetimsizliği midir?
Kararını siz verin!..
En son uygulama ise yeni sosyal güvenlik kanunu çerçevesinde, emeklilik yaşının ileriki yıllarda 65'e çıkarılması nedeniyle, herkesin çoluğunu çocuğunu sigortalı yapması...
Her zaman dediğimiz gibi böylesine bir uygulama ancak bizim ülkemizde olabilir.
Nisan ayının bilmem kaçına kadar sigorta yaptıranlar eski uygulamadan yararlanacak diye, medyada program üstüne programlar yapılırken, vatandaş da ne yapsın, eşikteki beşikteki çocuğunu da ama reklam ajanlarında, ama bir başka kuruluşta parasını bastırıp sigortalı yaptırdı.
"Ben yandım, çocuğum yanmasın" düşüncesinden hareket eden yüzbinlerce aile, hem devlete hem de çocuklarını sigortalı yapan kuruluşlara, milyarlarca lira para ödedi. Hatta, çocukların sigortalı olmasından dolayı devletin elde ettiği gelirin birkaç katını sigorta yapan kuruluşlar aldı.
Bu yaklaşık iki ay boyunca, tüm kamuoyunun gözü önünde gerçekleşti.
Çarşaf çarşaf listeler verildi eski adıyla SSK, yeni adıyla SGK müdürlüklerine.
Türkiye'de bu ilk 6 ay içerisinde bir milyon 700 bin kişi sigortalı kapsamına girmiş. Bunun da bir milyon 500 binini çocuklar oluşturuyormuş!..
Günaydın derler insana.
Sen, bunlar sigortalı yapılırken, sesini çıkartmayacaksın, tıkır tıkır paraları toplayacaksın, bütçendeki bir yamayı tıkamaya çalışacaksın, ondan sonra da, işin geçtikten sonra, bunu yapanları cezalandıracaksın!..
Böyle bir mantık olabilir mi?
Neden daha müracaat aşamasında bunları söylemiyor, gerekli açıklamaları yapmıyorsun?
Çünkü işine gelmiyor... Para daha tatlı geliyor.
Sonra da, açıklamada bulunup, bu tür çocuklarını sigortalı kapsamına aldıranları araştıracağını, uygun olmayanları sileceğini belirtiyorsun, devlet olarak!..
Peki, daha işin başında son derece haksız bir rekabete yönelik bir ortam yarattığını görmüyor musun? Parası olan çocuğunu sigortalı yaptırdı, olmayan yaptıramadı!.. Yaptıramayanın ne günahı var. Parasız olmak, hukuk önünde eşitsizliği mi yaratıyor?
Kaldı ki, çoluk çocuğunu devlete prim ödeyerek, erken emekli olsun diye sigorta yaptıranlara, ödedikleri paralarını geri verecek misiniz? Yoksa, üstüne üstlük, size göre yasal olmayan bir girişimde bulundukları için daha da cezalandıracak mısınız?
Sanırım cezalandıracaksınız. Paranın yüzü sıcaktır derler ya, bunlar da nasıl olsa bir anlamda kümese girmiş kazlar örneğindeki gibi, böylesine bir suç işledikleri için(!) bir o kadar daha devlete para ödesinler de, hem Hazine'ye gelir kaydedilsin, hem de cezalarını çeksinler!..
Tabii bir milyon 500 bin çocuk için reklam ajanslarına ödenen açıktan paralar da işin cabası... Onlar da gitti gider artık.
Devlet, "öderken bana mı sordunuz?" diyerek işin içinden sıyrılır. Kazığı yiyen de, yediğiyle kalır.
Diyoruz ya, böylesine bir uygulama ancak bizim ülkemizde yaşanır. Devlet eliyle vatandaş nasıl tokatlanılırın en somut örneği...
Başka söze hacet var mı?
...................................
HER CUMARTESİ-PAZAR KIYAMET KOPUYOR
Yıllardır yazıyoruz, sanırım daha yıllar yılı da yazacağız, cumartesi-pazar günleri Bandırma cadde ve sokaklarında kopan kıyameti.
Malum, yaz mevsimi düğün mevsimidir.
Sünneti var, nişanı var, düğünü var.
Eh bunu da vatandaşa duyurmak var!..
En kolay yolu da, oluşturursun 10-15 araçlık bir konvoy, dolaşırsın Bandırma cadde ve sokaklarını kornaları bağırttıra bağırttıra...
Yaşlısı varmış, hastası varmış, gece çalışıp, gündüz istirahat etmek zorunda olanı varmış, hiç kimsenin umurunda bile değil!..
Önemli olan, çocuğunun pipisini kestirecek olan anne-babanın ya da evlenecek olan gelin ile damadın o anki mutluluğu...
Haa, bir de yasak böylesine gürültü yapmak iyi mi? Ama ne yasağı dinleyen var, ne de uygulayan!..
Onlarca araçlık konvoy, polisin de, zabıtanın da, emniyetin de belediyenin de, hastanenin de önünden bağırttıra bağırttıra geçiyorlar da, ne oluyor diye dönüp bakan dahi yok!..
Doğal olarak, bundan cesaret alanlar kornalarına daha farklı bir keyifle basıyor, daha farklı bir zevkle gürültü çıkartmaya büyük özen gösteriyor.
İyi de, sen eğleneceksin diye, benim günümü rezil etmeye ne hakkın var?
Ama bunu düşünen yok...
Sonra da toplum olarak birbirimize saygımızın olmadığından söz ederiz. Hadi canım sizde!..