Devlet Referanslı Dolandırıcılık
İnsanın kadim eyleminden biri de dolandırıcılıktır. Dolandırıcılığın temel dayanağı yalandır. Yalan ise, hep vardı ve hep var olacak.
Yalan temeli üzerine inşa edilen dolandırıcılığın konusu ve yöntemleri koşullara göre değişir. Galata köprüsünü, Galata Kulesi’ni, şehir hatları vapurlarını, saat kulelerini satan veya kiraya veren Sülün Osman hikâyeleri tamamen karşısındaki kişiyi kandırma becerisine dayanır. Dolandıran ile dolandırılan arasında eşitsiz bir durum olsa da, ortada bir korku, dolaylı tehdit vs. yoktur. Birçok dolandırma olayı, dolandıran taraf ile dolandırılan tarafın özel alanında gerçekleşir.
Bir sorun nedeniyle devlet kapısına düşmüş kişilerin, kendini devletin bir görevlisi olarak veya o sorunla ilgili devlet birimini yakinen tanıyan etkili biri gibi tanıtarak sorunu çözeceğini söyleyen kişiler tarafından dolandırılması da, bu toplumda eskiden beri bir ölçüde var oldu. Toplum, devlet kapısına düşmenin bir sürünme olduğunu, devlet katında rüşvet ve iltimasla kimi sorunların çözüldüğünü, nice suçluların suçsuz çıkarıldığını bildiğinden, kişiler çoğu kez bu türden dolandırıcılığa kolayca düşer. Devletin adını kullanarak yapılan bu tür dolandırıcılığa devlet referanslı dolandırıcılık diyebiliriz.
Ancak devlet referanslı dolandırıcılık, asıl anlamını şu son yıllarda kazandı. Kürt sorununun doğurduğu PKK örgütünün devletle 30 yıldır çatışma gücüne sahip olması, toplumun sosyolojisinde köklü değişiklikler yarattı. Bu iç çatışma veya düşük yoğunluklu savaş, toplum katmanlarında var olan siyasal yarılmaları derinleştirdi ve yeni siyasal yarılmalar oluşturdu. Kürt sorunu (buna Türk sorunu da denilebilir), Türkiye’nin son otuz yıllık siyasetini şekillendirmede etkin bir değişkeni oldu.
Anti-demokratik bir yapıya sahip olan devlet, 12 Eylül faşist darbesiyle yeniden organize edildi. 90’lı yılların başından itibaren PKK’nin Kürt sorununu dostun-düşmanın gözlerinin içine sokmasıyla birlikte devlet daha bir baskıcı hale geldi. Devlet her türlü sivil protestoları, direnişleri dahi yasal sınırların ötesine geçerek şiddetle bastırdı.
Türkiye toplumu, jandarmanın ve polisin ne demek olduğunu iyi bilir. Nahiyedeki iki pırpırlı bir jandarma çavuşunun karşısında o nahiyeye bağlı köylüler titrer! İşkence yasalarda yasaktır ama bu toplum, işkencenin yaygın olarak uygulandığını bilir. Hatta hukuksuz devletlerde işkence edenlerin bir başka zamanda işkenceye çekilmeleri bile yaşanmıştır.
Devlet destekli dolandırmanın altında esas olarak, dolandırılan kişinin devletten korkusu yatar. Kişi bu devletin polisinden, savcısından, jandarmasından korkar. Bu korkunun tarihsel bir arka planı vardır. Bu devletin yurttaşına hiçbir zaman güvenmediğine ve sevecen davranmadığına, tersine hep bir baskı ve korku aygıtlarıyla (yasa, silah, şiddet, hapishane, biat temelli saygı, eğitim vb.) toplum üzerinde bir karabulut gibi dolandığına dedelerimizin dedelerinden bu yana her kuşak tanığız!
“Biz polisiz, MİT’iz veya savcıyız” diye arayarak “PKK hesaplarınızı ele geçirdi, sizi takibe aldık, Bu operasyon gizlidir, kimseye haber vermeden şu kadar parayı falan yere getir, filan hesaba yatır, yoksa paranı PKK ele geçirir ve size, PKK’ye yardımdan dava açılır” vs. biçiminde telefon yoluyla yapılan dolandırıcılık, değişik zamanlarda haber konusu olmasına rağmen yine de tutmaktadır. Telefon konuşmalarındaki öznelere baktığımızda, bunun basında çıkan onca habere rağmen bu dolandırılma numarasının hala neden tuttuğunu anlayabiliriz. Görüldüğü üzere dolandıran taraf devletin kurumlarının, görevlilerinin adlarını kullanarak kendini olumlu/koruyucu pozisyonda ifade ediyor. İkincisi, dolandırıcı devletin can düşmanı olan PKK’nin adını kullanarak dolandırılacak kişinin büyük bir tehlikenin içinde olduğu bildiriliyor. Polis, savcı, PKK; eh bunlar yan yana gelince ne olur? Aman ben bu üçgene sakın düşmeyeyim, denilenleri yaparak hem bu beladan kurtulayım hem de paramı kaptırmayayım biçiminde oluşan korku psikolojisi kişiyi teslim alıyor. Teslim alınan kişi, artık bir robot pozisyonunda yönlendiriliyor. Çünkü korku, düşünmeyi kilitler. Korku, mantığın önünü tıkar, şaşkınlık ve telaş oluşturur. Korku, insana çaresizlik bulutları salarken onu tam bir kaygı ortamına sokar. Zaten korkutan tarafın amacı da, bu ortamı oluşturmak ve korkan kişi bu ortamdan sıyrılmadan, ondan amaç edindiği çıkarı sağlamaktır.
Polis, yurttaşların telefonlarına bu tür dolandırıcılara inanmayın, telefonlarına cevap vermeyin, onların dediklerini sakın yapmayın ve derhal bizi arayın şeklinde sıkça mesaj göndermesine rağmen, bu dolandırıcıların tuzağına yine birçok insan düşmekte.
Bu tuzağa düşen kişiler yalnızca emekliler, ev hanımları, küçük esnaf, memur gibi gelir ve eğitim düzeyi düşük insanlar değil. Az sayıda olsa da profesör, doktor, üst düzey bürokrat gibi kişilerden de bu dolandırıcıların tuzağına düşenler oldu.
Bütün bu olanlar bize, bu dolandırıcılığın başarısının altında esas olarak devlet korkusunun yattığını gösteriyor. Elbette dolandırılan kişilerin başka nedenleri de olabilir; devletin kurumlarına güvenerek onların söylediklerini doğru kabul etme, banka hesaplarını PKK’nin boşaltmasına inanma vs.
Sanıyorum birçok insan da, dolandırıldığını utandığından dolayı gizliyor. Gizlemesi de normal, çünkü kendine yediremiyor, böyle bir hatayı yapmasını kabullenemiyor ve başkalarının alaya alacağını düşünüyor.
Mahremiyetin kalın siyah örtüsü altına yollanan bu hatanın hem aldatılma hem de kaptırılan para olarak acısını kişi içten içe yaşıyor. Hâlbuki bunun alaya alınacak bir tarafı yok, tersine, ciddiye alınması ve bu sürecin siyasal ve psişik olarak incelenmesini gerektiren bir durum var ortada. (HŞ/ÇT)