Devlet İçin Şu Kürtler Olmasaydı!
Yazımın başlığı, maarif nazırı Emrullah Efendi tarafından söylenen, “Şu mektepler olmasaydı, maarifi ne güzel idare ederdim” sözünü çağrıştırıyor. Emrullah Efendi bu sözü şaka mahiyetinde söylüyor.
Ancak Cumhuriyet devleti için Kütlerin olmaması, istenir bir durum; Kürtler olmasaydı, Cumhuriyet ne güzel idare ederdi.
Kürt sorunu, 0smanlı’nın son dönemlerini saymazsak, esas olarak Cumhuriyet döneminin sorunudur. Her şeyi tek tipleştiren Cumhuriyet, Kürtleri yok sayınca, olanlar oldu. Ankara Hükümeti, Lozan’a kadar Kürtleri tanırken, onara özerklikten söz ederken, Kürdistan terimini kullanırken ve hatta TBMM’de Kürdistan mebusları olarak takdimler, konuşmalar yapılırken, Lozan’ın imzalanmasından sonra Ankara Hükümeti, yeni bir anayasa yaparak asıl planı doğrultusunda devleti yeniden organize etti!
Bugün Kürdistan denilmesini bile dava konusu yapanlara TBMM’nin tutanakları bir şamar gibi inmekte! Mustafa Kemal’in Erzurum dönüşü hayatını, Elazığ Valisi Galip Bey’in elinden kurtaranlardan Dersimli Diyap Ağa, TBMM’ye vekil olarak girdi. Konuya ilişkin daha bir yığın olay yaşandı.
Bütün bunlar unutturuluyor. Tıpkı Kürt kimliğinin unutturulmaya çalışılması gibi. Cumhuriyet, önce Kürtleri ıslah adı altında asimile etmeye çalıştı. Kürtler isyan etti. Cumhuriyet isyanları bastırdı. Defalarca iskân kanunu adı altında sürgünler yaşandı. Cumhuriyet, 1980 faşist darbesiyle birlikte Kürtleri tümden yok saydı. 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde 30’a yakın Kürt isyanı oldu. Son 30 yılda ise, bu ülkenin 50 bin insanı öldü.
Kısacası devlet için şu Kürtler olmasaydı, bu devlet çok rahat edecekti!
Peki, Kürtler açısından durum nedir?
Onlar da şöyle diyebilir: Böyle bir Cumhuriyet olmasaydı biz rahat ederdik!
Şimdi zurnanın zırt dediği yere geldik:
Kürtler bir halk.
Cumhuriyet ise, bir yönetim biçimi.
Bir halkı yok edebilir misiniz? Hayır!
Ama Cumhuriyeti dönüştürebilirsiniz!
Halkın etnik kimliği doğuştan gelen bir kimlik.
Cumhuriyet ise, bir siyasi kimlik olarak her zaman değişmeye, dönüşmeye müsaittir.
Eğer böyle olmazsa çağdışı kalır.
Demek ki sorun, Kürt kimliğinde değil, o kimliğin haklarını yok sayan Cumhuriyette!
Bu Cumhuriyetin içi demokrasi ile doldurularak dönüştürülmelidir.
Cumhuriyet demokratikleştikçe, yalnız Kürt sorunu değil, diğer temel sorunlar da çözülür.
Kürt sorununun çözümü, demokratikleşmenin anahtarıdır.
Bu sorunu insan hakları çerçevesinde çözemeyenlerin demokrasi vaazı vermeye hakları yoktur.
Ve biline ki Kürt sorunu çözülmediği sürece bu ülke demokratikleşemez!
Kürtler olmasaydı ne güzel hükümet ederdim diyenler, aslında Kürt sorununu yok sayanlardır.
Şimdi seçim sırasında siyaseten milliyetçilik yapanların, oportünistçe orada başka, burada başka konuşanların, Kürt siyasetini parlamento dışı bırakmaya çalışanların ve Kürt sorununun kıyısında köşesinde oy avcılığı yaparak dolananların ayağına büyük taşlar dolanacaktır!
Hele şu Kürt sorunu çözülmüştür sözünü duyunca, kör olup olmadığım konusunda epeyi bir şaşkınlık yaşadım. Kürt sorunu çözülmüş de bizim mi haberimiz yok? Demek Kürt sorunu çözüldü. Ortada bir tek PKK, bir de onun uzantısı BDP var diyorsanız, bayatlamış argümanı tekrar piyasaya sürüyorsunuz demektir.
Dün de bunlar vardı!
Ve bunlarsız Kürt sorununu çözeceğim diyenlerin siyasi sonlarının nasıl olacağının çok sayıda örneği duruyor.
Devlet için Kürtlerin olmaması, onun açısından bir tercih olabilir.
Ancak Kürtlerin varlığı, hiç kimse için bir tercih konusu olamaz!
Türkler kendi varlıklarını bir siyasi sistem için tercih konusu yaptırırlar mı?
Türk kimliğinizin yok sayıldığı, ana dilinizin kullanılamadığı, bölgelerinizdeki Türk yer adlarının değiştirildiği, çocuklarınıza Türkçe isimler koyamadığınız gibi daha birçok uygulamanın yapıldığı bir ülkede olsanız ne yapardınız ey Türkler?
Sorun ya çözülecek, ya çözülecek.
Bir yurttaş olarak bu sorunun yükünü taşımak istemiyorum!
Sorunun çözümü de demokratikleşmede yatıyor.
Devlet odur ki, her renkten yurttaşının haklarını, özgürlüğünü garanti eder ve toplumdaki bütün farklılıkları bir arada yaşatacak hukuki sistemi işletir.
Mekteplerin olmadığı maarifi ‘ebem’de idare eder!
Şimdi bu yorumu iyi oku beyim!
Mayıs 9th, 2011 at 22:20Bu ülkede kürt sorunu falan yoktur diyecek kadar gerçekleri görmekteyim...
Evet bu ülkede kürt sorunu yoktur! Peki ne vardır?
Bu ülkede ezberlenmiş bir kaç şablon kelimenin arkasına sığınan göbekli aydıncıkların yazdığı kirli yazıların kirlettiği bir ortamın doğurduğu SORUN VARDIR!
Bu ülkede idrak kapasitesinden yoksun, tarihten bihaber, MİLLET olma bilincini bir türlü içine hazmedemeyen, akıl fukaralarının; salyalı ağızlarından akan TÜRKLÜK düşmanı sözcüklerin yarattığı SORUN vardır!
Bu ülkede ATASINI hiçe sayan NANKÖRLÜĞÜN SORUNU VARDIR!
Bu ülkede Küçüklük kompleksi ile boğulan insancıkların ortaya çıkarttığı çığırtkanlığın SORUNU vardır!
Ve son olarak bu ülkede onca haine rağmen CUMHURİYETİNİ, TÜRKLÜĞÜNÜ, MİLLETİNİ, DİNİNİ, ATASINI, korumaya yemin etmiş TÜRK GENÇLERİNİN, var olma mücadelesinin SORUNU VARDIR!!!!
Kanımca; Tüm bu sorunları gözardı ederek, Kürt sorunu diye birşeyi sorun olarak göstermeniz, gaflet, dalalet ve hatta hıyanetten başka birşey değildir!
Yazınıza konu aldığınız sözüm ona Kürt sorunu elbet birgün çözülecektir! Ama zeytin dalı ile, ama dipçikle!
Peki ya hainlerin varlığının sorunu?
Hüseyin Bey,
İnsafın göstergeleri daima hakikate ulaştırır. Ali Rauf YÜRÜR kardeşimin hamasi ve sloganvari sözleri onyılları kan ve gözyaşı içinde geçirmemizden öteye bir işe yaramadı.
Sorun "zeytin dalıyla" çözülürse o dalı beraber büyütüp zeytinlerini de beraber devşiririz, yok eğer ille de "dipçik ile" denilecekse zaten mevcut durum dipçiklerden kaynaklı, yeter artık.
Mayıs 10th, 2011 at 11:58Öğretilmiş, ezberletilmiş jargonları ile , Brüksel merkezli talimatnameleriniz ile, ne Dipçiğin ne de zeytin dalının anlamını içinize sindirebileceğinizi düşünmüyorum...
Mayıs 10th, 2011 at 15:01Ağzınızdan hiç düşürmediğiniz, ''özgürlük-barış-insan hakları-demokrasi-kimlik'' vesaire gibi safsataların gerçek hamaseti oluşturduğunu artık bilin ve anlayın...
Kundaktaki bebeği katlederken, kimlik peşinde koşan mağara adamlarını savunanlar, en az onlar kadar suçlu ve günahkardırlar...
Şunu unutmayınki, bu toprakların farklı konuşma tarzları da var... ve artık sizin söylemleriniz, bu konuşma tarzının altında ezilecektir!
Kimseyi barış istediğinize dair kandırmaya çalışmayın! Biz beş kardeşiz! Beşimizde birbirimizi biliriz!
Sayın Ali Rauf Yürür,
Mayıs 10th, 2011 at 20:02Sizinle görüşümüz taban tabana zıt. Ancak önemli olan bu değil. İnsanların görüşleri elbette farkıl olacaktır. Bunun kötü bir yanı da yok. Kötü olan, dilin kullanılış biçimi ve tavırdır. Bu dille benim konuşacağım hiçbirşey olamaz!
Ya dediğimi kabul edeceksin, ya da dipçik yiyeceksin demenin adı faşizmdir!
Kendini çok iyi tanımlamışsın.
Sayın yazar...
Mayıs 11th, 2011 at 12:35Sizinle birşey konuşmak isteyeceğimi de nereden çıkardınız...
Bakınız daha fazla polemiğe girmeden konuyu şöyle özetleyeyim, hepimizin kendine has bir yetiştirilme biçimi var.Ben böyle yetiştirildim...
Nasıl mı?
İnandığın şeye sahip çık!
Onurunu koru!
Vatanını sev!
Bayrağını milletini yücelt!
Kaypaklara, arsızlara izin verme...
Dik dur ve dik durmasını da Atandan ve tarihinden ders alarak becer...
Ben hep bunlarla büyüdüm... Gayette mutluyum! Evet ben bir Faşistim! Bundanda gurur duyuyorum!
Eğer Faşistliğin zıttı olan sizin inancınızsa, hani şu omurgasız, batının söylemleri ile şekillenen, demokrasi ile vatan hainliğini tek potada eritmeye çalışarak,başkalarının ağzına bal süren anlayışsa, ben bu inanışın karşısında durmaktan gurur duyan bir FAŞİSTİM! Artık Kürtleri oyuncak yaparak, bu ülkeyi böldürmeye hizmet etmeyin! Aklınızı başınıza alın! Cumhuriyet ve TÜRK MİLLETİ BU İHANETİ UNUTMAZ!
İnsan havlamaz, konuşur.
İyi insan, iyi kelimeler seçer; yâni insânî mefhûmlar...
Ezcümle, yazınız pek değerlidir Hüseyin Bey.
Allah, bu vicdânla sizi muhâkeme etsin, âmîn!
Mayıs 12th, 2011 at 12:07Merhaba,
Tarih hep mi tekerrürden ibaret olacak?
1950-1960 yıllarında yaşananlar ve günümüzdeki olaylar... Nasıl da birbirinin aynı. Erdal Şen'in "Bir Yiğit Vardı" kitabını okudum geçen hafta. Aslında şu an yaşanılan Kürt sorununun tohumlarını ekmek için hazırlanan tarla meğer ihtilalden önce kazılmış; ekme işlemi ise ihtilalden sonra Kürt aydınlarını Sivas kamplarında çürütmekle olmuş...
ve Elbette en büyük darbeyi Kürtlerle birlikte Nurcular yemiş ihtilalde... Şimdi, son günlerdeki olaylara bakıyorumda.. hep aynı şey, hep yanı şey...
Resmi tarih değişmeden bir şeyleri yoluna koymak zor gibi görünüyor. Her şeyi sil baştan yazmak lazım...
Saygılarımla,
Mayıs 12th, 2011 at 15:53Havlamak!
Mayıs 13th, 2011 at 12:20Evet İbrahimi yorumunda belirttiğin o cümle gayet iyi anlaşılır durumda...
Cumhuriyetin kuruluşundan beridir, Şeyh Sait itine şehit diyen ağızları kastediyorsun herhalde...
Ya da kimlik bunalımı yaşayan ucubelerin,otobüslere molotof kokteylleri atarken, çıkarttıkları hönkürmeleri düşündün herhalde..
Veya, içlerinden Cumhurbaşkanı bile çıkartmışken hala haklarımız gasp ediliyor diye çemkiren zavallıların bağırışlarını dile getirmek istedin herhalde...
Atatürk'e dil uzatan ŞEREFSİZLERİN, ağızlarından köpükler saçılırken çıkarttıkları sesi anlatmak istedin belki de...
Mağaralarda körpe KÜRT kızlarını koynuna alarak, göbeğini kaşıyarak, 33 askerin ve daha nicesinin şehit edilmesi talimatını veren o SOYSUZ KÖPEĞİN nasıl havladığını anlatmak istedin belki de...
Kürtçülük yaygaraları kopartan bir kesimin, Avrupada saltanat içinde yaşamasını tarif ettin belkide...
EVET İBRAHİMİ HAKLISIN!
İNSAN OLAN HAVLAMAZ... KONUŞUR!!!!
Ama tüm bunları düşünmeden HAVLAMA kelimesini sırf sinirle ve kibirle bana yöneltiyorsan, sana diyeceğim tek bir söz vardır,
''Af kurma İBRAHİMİ, Hevesini bir başka bahara sakla!''
İnsan havlamaz, konuşur.
İyi insan, iyi kelimeler seçer; yâni insânî mefhûmlar…
-mükerrerdir-
Mayıs 13th, 2011 at 16:52