content
21 May

Devlet Beni Affetti!

Gezmek insani bir ihtiyaç... Kaosunda ve karmaşasında dünya denen zorunlu tutsaklığın, ‘pause’ tuşuna basmaktır, bir mola zamanıdır. “Dur kaldıramıyorum seni” dediğinde zihne bir ikramiye, “gidelim buralardan” dediğinde bir firar, rutininde hayatın ona sunulan gizli bir arzu gibi heyecan uyandıran, bir tatlı huzur almaya gelenler için günah denen kirli elbiseyi giymeye ihtiyaç duymadan elde edilebilecek keyifli bir kaçamaktır.

Zorunlu Seyahatler…

İnsan hayatta en sevdiği beldeye dahi zaruretten gidiyorsa o bir külfettir. En güzel yılları Bursa ilinde geçmiş benim gibi bir seyahat meraklısı, valiz müptedisine bile bu zaruriyet hali, acı hatıraların temaşa etmesine neden olmaktadır.

Tamam, kabul “Bursa’ya Yeni Kapı’dan 90 dakika gibi kısa bir zamanda ulaşabiliyorsunuz. Mudanya sizi, masmavi denizi, eşsiz manzarası, gündüz feneri gibi etrafa parlak, yeşilin en güzel tonunda ışıklar saçan zeytinlikleri ile karşılıyor. Yazlıkçıların uğrak yeri olan ilçe…” diyerek devam etmem gerekmekte lakin bu hafta izin isteyeceğim. Bursa’yı karış karış bilen, her lezzetini, her güzelliğini tatmış, dünyada en sevdiği mekân Bursa olan bendeniz, size söz ayrıntılı Bursa dosyasıyla karşınıza geleceğim, ama izin veriniz. Bir müşkülüm var anlatmasam çatlayacağım cinsten, rahatlamama müsaade ediniz.

Devlet Baba Beni Affetti, Ama Ben Onu Affetmiyorum!

Bursa’ya öğrenci affına mazhar olmuş, bu şerefle kayda giden, senelerin verdiği yılgınlık, çalışma hayatına son verme zorunluluğu, gözüne çocuk gibi gelen sınıf arkadaşlarıyla okuma paradoksu eşliğinde gitmekteyim. Dediğim gibi Mudanya güzel ama en nadide el değmemiş bir adaya bile gitseniz yanınıza alacağınız üç şeyden biri huzur değilse şayet, o mekân diken olur batar, yüreğiniz kavrulur, yanar da yanar.

Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek!!!

Kampüse giriyorum. İki yıl önceki af için geldiğimde “örtülü giremezsiniz” diyen güvenlik görevlilerinin yerinde yeller esmekte. Sahi nerede onlar? Pazarlamacıları içeri almamak için apartman kapısında oturan kapıcılar gibi, biz miydik dertleri? Sadece bir cümlelik yanıtı için saatlerce kapısında beklediğim, sonrasında içeri adımımı atar atmaz, “Bu kıyafetle odama nasıl girersin, çık dışarı” diyerek zılgıtını yediğim, fakülte sekreteri nerede? Kötü bir kâbus gördük ve uyandık öyle mi? Hepsi hikâye. Dünya adaletsizlik ana kolonunun üzerine inşa edilmiş. Her beşer üzerine düşen nasibi beklemekte... Susma sustukça sıra sana gelecek, sloganında gizli adalet çok bilinmeyenli denkleminin yanıtı.

Şşşştttt Sesime Gelin

Başımız örtülüydü evet ama biz insandık. İnsan yerine konmadık, ama biz yine de insandık. İncindik, yıprandık, sukutu hayale uğradık. Mezuniyet, öğretmenlik, doktorluk gibi hayallerimizin üzerine kezzap döktünüz. 18 yaşında daha hayatı gül bahçesi sanan, ana baba zırhına muhtaç tazecik bedenlere her türlü işkenceyi reva gördünüz.

İkna odalarında hür fikrimiz hiçe sayıldı, okul koridorlarında ezikliğimizle kol kola yürüdük, sorun görüldük, yasadışı örgüt üyesi muamelesi gördük, bakışlarla ezildik, derslerden güvenlik güçleri refakatinde atıldık, kampüs kapılarında jandarma tarafından sorgulandık. “Bu defalık çıksan olmaz mı?” diyen yakın sınıf arkadaşlarımızdan yedik en büyük tekmeyi. Herkes bireyseldi neticede, kendi çizgisinin müdafaasında bozuk para gibi harcadı dostluk sandığımız içi doldurulmamış ilişki sistemini. Gözaltı, sorgu, mahkeme, psikolojik ve fiziksel darp neymiş o gencecik yaşta tanıştık.

Siyasal nedenlerle örtündüğümüz iddia edildi, o da neyse! Biz siyasal nedenlerle örtünmediğimize ikna etmeye çalıştık, o da ne demekse! Ne dediğinizi bilmediniz, biz ne yapsak kar etmedi. Karşımızdakinin anladığı kadardık. Yani hiçtik neticede.

Af Çıkmış Neyime Kan Damlar Yüreğime…

Devlet baba beni affetmiş. Gel kızım son seneni de oku, okulunu bitir demiş. Ama ortada çok büyük bir problem var. Devlet baba beni affetti ama ben onu affetmiyorum. Kaybettiğim 12 yılın hesabını kimlere sorayım, merak ediyorum. 15 sene aldığın eğitimin diploma denen bir kâğıt parçasına sebep çöpe gitmesini, ebeveynin yüzüne pelesenk olan ‘o kadar masrafı boşuna mı yaptık’ bakışlarının altında ezilmeyi, hazımsızlık kaynaklı girilen buhranları, okul kapısında direnirken yenilen jopları, kaderi kabullenip başvurulan her işten alınan ret yanıtlarını, örtülü çalıştırıp ‘dinci işyeri’ yaftası yemek istemeyen bizim tayfa Müslümanları, hasıraltı emek üzeri kapalı kapılar arkası çalıştırılmayı hazmedemiyorum.

Kamusal alanda yamulan kimlikler…

Noktayı koydum diye derin bir nefes mi aldınız? Hayır. Devam ediyorum: Alelacele yapılan yanlış evlilikleri, “bu konuyu artık çok dillendirmeyelim” diyerek başörtüsü meselesinin başını örtmeyi, yokmuşuz gibi, hiç olmamışız gibi muamele görmeyi, kamusal alan kapsama alanında bizi çekemeyen her resmi otoriteyi, okullarda, hastanelerde, devlet dairelerinde örtümü görünce hicapla başını eğen her peruklu mümin kardeşimi, içeri alınmadıkça içerlemeyi, suiistimal edilmeyi, hiçe sayılmayı HAZMEDEMİYORUM. Var mı çaresi, ilacı, otu, şerbeti?

Özür dileme hakkınızı kullanmayacaksınız öyle mi? Vicdanınızı inisiyatifinizle Ergenekon hastanelerinde prenses doğumla ağrısız ve dahi sancısız aldırdınız. Zarar tazmini hak getire, pişkinliğin verdiği yüzsüzlüğünüzün yüz görümlüğü niyetine, bir de hadi sizi affettik dönün okulunuza mı diyeceksiniz. Siz beni affettiniz peki sizi kim affedecek?

Ağlamak zayıflık mı?

Ağlamak zayıflık değil, insan olmanın göstergesi en büyük erdem aslında. İnsanoğlu akıtamadığı gözyaşlarının acısını diğerine verdiği ızdırapla telafi gayretinde. Bundan kelli uyumak değil uyanmak istiyorum; dünya denen bu karabasandan uyanmak bir an önce. Ölüm uyanış olacak, inşallah ebedi saadete uyanış… Ne mutlu günü aydın, ışığına düçar, yüzlerindeki nurdan tanınacak adn cenneti sahiplerine.

Kötülüğü İyilikle Defetmek Lazım…

Bu ülkenin “Fatih Çarşamba’dan dışarı çıkmasınlar. Örtülüler çoğaldı, her yerde karşımıza çıkıyorlar.” diyerek bizleri bulaşıcı, necis bir hastalık gibi gören aydın(!)ları olduğu sürece bizden bir cacık olmaz. Bu kadar hıyarın bol olduğu bir ortamda yoğurda yer kalmaz evet, bizden bir cacık olmaz. Ama yine de ne yapıyoruz, öfkemizi yutup kötülüğü iyilikle savıyoruz. Dinimiz hamasete izin vermemekte. Zulm ehline Allah’tan hidayet diliyoruz. İkna odalarını, okullardan, işten atılmaları, göz altıları, robokop joplarını, 28 Şubat sürecini, tecrit belasını unutmadan affederek, tebliğ görevi ile telkine giderek, ama şunu da söyleyerek elbette: “Suskunluğum zayıflığımdan değildir. Kötülüğü iyilikle savmak en büyük erdemdir.” Sabır ne büyük kelime… Öfkeni yut, kendini tut, nasıl bir ahlakın tezahürü. Ne mutlu erdem sahiplerine…

***

YASAKLAR YASAKLANSIN

Şimdi kimse benden normal insan evladı davranışı beklemesin. Neden bu bünye sürekli firarda, ülke ülke gezmekte demesin. Örtüsüne dil uzatmayan, aşağılayıcı bakışlarıyla rahatını kaçırmayan, kamusal alanına sorgusuz şartsız şurtsuz sokan, okullarındaözgürce okunabilen, burka ile dahi işyerlerinde çalışılabilen ülkelere neden gidiyorum, anlamak isteyen varsa buyursun tiyo kapsamına giriversin.

Ünlü birinin tanınmama, rahat gezme hakkı ihtiyacına müteakip gittiği yurt dışı gezileri gibi bizde nerede özgürlük var arada çıkıp bir nefes almak istiyoruz, suç mu, saçmalık mı? Saçmalık hayatın totalinde mi, çarpık kentleşmiş zihinlerde mi, nerede aranmalı?

Açık Açık Söyleyin, Derdiniz Neydi Sizin?

Devlet baba, ordu baba kimse beni hasmı gören! Pembe gözlüklerimi çıkartıp ayaklarının altında paramparça eden her kimse, size iki çift kelam edeceğim. Haksızlığa itilip kakılmaya alışamadık bir türlü kusurumuzu bağışlayın.

UNUTMUYORUM… İzmir yolunda durdurduğu okul otobüsüne giren askerlerin postallarını hiç unutmuyorum. Onların gözlerine bakacak cesaretim yoktu o zamanlar. Örtülü avındaki erin, “İn aşağı” emir kipli kelamı halen kulaklarımda. Bir körüklü otobüs dolusu yüzlerce gözün bakışları altında, başını aç diyen komutana “hayır” diyebilmeyi, o zaman binemezsin bu otobüse diye tehdit edilmeyi, o kadar insan bakarken nasıl olur da açar bu kız başını demeden, “herkes açıyor sen de aç” diye telkin vermesini, giden otobüsün ardında saatlerce yürüdüğüm ıssız çalıların arasında suya batan ayaklarımın şapırtısını, önümde zıplayan kurbağaların viyaklamasını, sıklıkla patlattığım çığlıklarımı, saatler sonra okula vardığımda evveliyatında çok saygı duyduğum ve hukukumuzun oldukça iyi olduğu hocaların sicil denen ne idüğü belirsiz korku tünelinin şokuyla, jandarma erinin emir kipinin bir başka tezahürü ile “çık dışarı” demesini, “biz size savaş açtık, siz de bizle savaşsanıza” deyip, bizi savaş oyununda piyon gören zihniyeti de unutmuyorum.

Siz Beni Affettiniz Peki Sizi Kim Affedecek?

Tüm bunları unutturacak bir ilacınız varsa şayet onu içmeyi de reddediyorum. Sizi babalıktan, kendimi evlatlıktan azlediyorum. 12 yıl çarpı 12 ay çarpı öğretmen maaşı yekûnunda bana yar etmediğiniz 200 küsur milyar paranın hesabını soruyorum. Az maaş, ful mesai, ortalarda da görünme iş tüzüğü mantalitesinde sömürülen 12 yılın hesabını soruyorum. Yıpranan bünyelerimizin, sömürülen emeklerimizin, yurt dışlarında sil baştan format edilen eğitim ve öğretimimizin, dışlanan, aşağılanan, toplum mühendisliği oyunlarıyla bozuk para gibi harcanan, heba edilen, taciz edilen, iftiraya uğrayan töhmet altı bol sancılı günlerimizi ve uykusuz bol kâbuslu gecelerimizi unutmuyorum.

Ne Edek Bacım, Biz de Emir Kuluyuz…

Yasak sürecinde en çok duyduğumuz, en fazla nefret ettiğimiz kelamdı bu. Askerinden, polisine, öğretim görevlisinden, öğrenci işlerine, herkesin ağzında aynı kelam… Sanırım emir kulluğundan çıkıp, asıl bizi yoktan varedene kulluk edemediğimizden bunca sıkıntı, bunca acı. Kim neye göre, hangi mantaliteyle yasaklara karar vermekte. Dün giremediğim, polisçe kovalandığım okula bu gün elimi kolumu sallayarak girebilmemin mantığı ne? Dün yanlıştı bu gün doğru mu? Yarın tekrar yanlış olacağına hangi zihin karar vermekte? Şimdi ben gireyim mi, çıkayım mı? Neden eski çamlar bardak olmakta sıklıkla ve can sıkmakta bu tekerrür durumu her haliyle.

Bana Örümcek Kafa Diyenin Beyinsizliğinden Haberi Yok!

Dindar kesimi suçlayan, bizi 1400 yıl geriye götürmek istiyorlar diyenlere: Öncelikle o 1400, 1500 oldu haber vereyim. Kimsenin geriye gitmeye niyeti yok onu da ilave edeyim. Gericilikle suçlayarak, dinimize, ırkımıza, sosyal statümüze kafayı takıp, bozuk plağınızla yerimizde saymamıza müsebbip olan sizsiniz onu da izah edeyim.

Baş örtmenin nesi gericilik? Süper beyinleriniz bayanların bacaklarına bakmaktan işleyemez oldu, ondan gerilemekteyiz. Eşleriniz, kızlarınız, çalışanlarınız kıyafet, makyaj, kuaför, iş öncesi fön masraflarıyla gelir gider tablonuzun anasını ağlatıyor ondan gerilemekteyiz. Kadına insan vasfı kazandıran İslami dininin aksine, sizin modern diye sınıflandırdığınız çarkın dişlisinde kadınlar can çekişmekte ondan gerilemekteyiz, geninize aykırı bu Avrupai sistem üzerinizde sakil durmakta, çelişki içinde zihniniz, kafa oralarda bir yerde kayış kopmak üzere ondan gerilemekteyiz.

Aşağıladığınız Biz, Aşağılık Olan Kim Peki?

Kadını cinsel meta olmaktan öteye geçiremediniz, süslensin püslensin iş yerimde salınsın bana daha çok kazandırsın diye diye alın teriniz haram zihninizle karaya çalındı. Traktör reklamında dahi çıplak hatunlar kullandınız. Kadını kullandınız. Örümcek ağlarıyla tuzağa düşürdüğünüz hemcinsimin edebini, örtüsünü, kalkanını elinden aldınız. Kadını kullandınız. Kullanamadığınızı da aşağıladınız. Yukarıdaki parçada anlatılmak istenen “Asıl aşağılık olan” kim peki?

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank