Desinler
“Desinler Haço’ nun da hançeri var.” sözü geldi aklıma. Bizim oralara has bir söz olduğunu desem de, belki başka bilenlerde vardır kim bilir. Annemden bunu ilk olarak ne zaman duydum, ya da ne zaman ezberime yerleşmiş
onu da hatırlamıyorum. Bazı insanları izledikçe ne kadarda doğru söz diyorum. Konuşmak için içi kof konuları konuşanlar, gülmek için mizaha izah isteyip, sonrada yavan kahkahayla gülenler, en iyi düşünceye kendisinin sahip olduğunu sananlar ve bunu sonuna kadar müdafaa edenler… Birde kendisini olduğundan öte göstermeye çalışırken düştükleri gülünç durumlar.. Tam da bunun içinde saklı.
Belki de bu ne demek diyeceksiniz. Bende kısaca hikâyesine dokunayım istiyorum. O zamanlar oralarda erkeklerin beline sardıkları kuşakları varmış. Üstüne de bele oturan dizden biraz aşağıya kadar boyu olan siyah çuha giyerlermiş. Ayaklarına uzun boğaz deri çizme çekerlermiş. Dik yakalı beyaz gömleği kara kalpakla tamamlar, en sonunda da çuha üstüne kemer bağlarlarmış. İşte bütün bunları giydikten sonra da sapı işlemeli hançeri takarlarmış bellerine. Bu hançer öyle her çuha giyen değil, varlıklı, sözü dinlenen, söyledikleriyle ve yaptıkları güzel şeylerle insanlara örnek olan erkeklerin belinde olurmuş.
Gerilik dedikleri bu kıyafetler, muhabbet meclisi, düğün, sünnet gibi özel günlerde giyilirmiş. Başlarına taktıkları kuzu derisinden yapılan kara kalpakları da ayrı bir görkem katarmış el beylerine. Bellerinde ki kemere takılı beylik hançerleri erlik, yiğitlik nişanesiymiş. Ağır adımlarla tam tekmil girerlermiş erkeklerin ağırlandığı büyük konuk odasına. Üç tarafı halı kaplı divanda sırtlarını yün yastıklara yaslayarak başlarlarmış sohbete. Bilginin büyüklük, anlayışın ululuk sayıldığı o güzel yörede, söz ehli itibarlı bilge kişi başa oturtulurmuş. Etrafına dizilen ehli muhabbet, dilinden damlayan baldan nasiplenirmiş. Öyle ya bilgi bilerek söylenen söz değil mi? Bilgisiz insan da kör değil mi? Bilgisizin bilgiye karşı çıktığı o muhabbet anlarında bile yine bilgenin sözüyle hoş olurmuş gönüller.
Bizim Haço da yörenin orta halli, birazca da saf ahalisindenmiş. Çağrılsa da, çağrılmasa da her toplantıya gidermiş. Eh yaşı da küçük olduğundan ona oturmak için hep kapı ağzına yakın yer kalırmış. Uzunca seneler böylece sürüp gitmiş. Haço gençliğini ardında bırakıp orta yaşlı olmuş. Ama hala kapı dibinde oturmaktan kurtulamamış. Eskiden onunla beraber yan yana oturanlar bellerine hançeri taktıktan sonra divana geçmiş, söz söyler olmuş. O ise hala aynı yerdeymiş. İnsanoğlu bu kıskanmadan durabilir mi? Ara sıra söze de karışmış karışmasına ama herkesin “Külah” dediğine o “kellik” dermiş. Kim ne derse desin o bildiğini söylermiş. Meclislerdeki gönül insanları da onu kusuruyla sever hiçbir sözüne kızmazlarmış. “Zamanı gelmeyince goncalarda açmaz.” diyerek Haço’ nun da bir gün olgunluk zamanı gelir diye sabrederlermiş.
Gel zaman, git zaman. O sene yörenin beyi oğluna düğün dernek düzenlemiş. Kırk düvelden kırk bilge davet edilmiş. Büyük konuk odası ipek halılarla döşenmiş. Kırk tüy yastığa atlas kumaşlar giydirilip duvarlara yaslanmış. Kırk deve kesilerek, kırk kara koyun kurban edilmiş. Kırk ocak üstünde kırk kazan kaynamış. Kurulan kırk sofrada kırk aşçı gelenleri doyurmuş.
El meclisi itibarlı kişilerin sözleriyle şenlenirken, birden bütün gözler kulaklar kapıya yönelmiş.
“Heyy başköşeye oturan ihtiyarlar bana bakın, belimdekine bakın. Sonra da tam ortada yer açın bana.” diyerek odanın ortasında bir o yana, bir buyana yürümüş. “On koyunumu sattım gittim bende kendime sizinkilerden aldım.” “ Neden böyle bir şey yaptın oğul. Senin bütün geçimin o koyunlardandı.” diyen beye. “Niye olacak, desinler ki Haço’ nun da hançeri var.” diyerek meclisteki başköşeye oturur. Ve o gün bu gündür oralarda aklı kıt olan, nasıl olduğunu bilmeden her gördüğüne özenenlere, haddini aşanlara “Eh işte desinler ki Haço’ nun da hançeri var.” diye bir cümleyle çok şey söylerler.
ANKARA