Dersim Dersleri (IV)
CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’ün “Dersim/Tunceli Olaylarından” CHP ve Atatürk’ü sorumlu tuttuğunu açıklamasının ardından yeniden Dersim tartışması başlamış oldu. Ardından CHP’li 12 milletvekili adına açıklama yapan Haluk Koç ise dersim olaylarından “Atatürk’ü ve CHP’yi sorumlu tutan Hüseyin Aygün’ü” kınamışlardır. Başbakan Erdoğan ise AKP’nin Bitlis’te düzenlediği bir toplantıda “CHP ve Kılıçdaroğlu’nun tarihle dersim katliamı ile yüzleşmesi gerektiğini” savunmuştur. Nihayet Bülent Arınç Antalya’da yaptığı bir konuşmada “Dersim olayları için TBMM’de bir araştırma komisyonu kurulabileceğini ve dersim olaylarının bu komisyon aracılığı ile araştırılabileceğini” açıklamıştır.
Bu tartışmalar sürerken Zaman Gazetesi’nden Mümtazer Türköne’de “Dersim’in Çocuğu” başlıklı yazısında “50 bin insanın çoluk çocuk yaşlı kadın demeden katledildiğini” iddia etmiştir (18 Kasım 2011). Benzeri yazılara Türk basınında pek çok kişi yer vermiştir. Yazılarda bir biri ile çelişen iki ana unsur “Dersim’de bir isyan olmuş muydu?” ve “Katledilen insanların sayısı” hakkındadır. Her şeyden önce bilinmesi gereken önemli bir husus: katliam sayı azaldıkça elbette mazur görülemez ama sayının çoğalması da katliamın vehametini göstermesi bakımından önemlidir.
Jandarma Genel Komutanlığı Raporu: Dersim başlığı ile (tarihsiz olarak) Kaynak Yayınları arasında yayınlanmış olan bu kitapta 1885’te Vitali Genet’in yer verdiği bilgilere göre: Dersim Sancağında: 15.460 Müslüman (muhtemelen Sünni demek olmalı), 27.830 Kızılbaş (Alevi), 12.000 Kürt, 8.170 Ermeni, toplam 63.460 insan yaşamaktadır. Vitali Genet her nedense, Dersim Sancağı sakinlerinden Kürt ve Ermenileri ırk/etnik adları ile Müslüman ve Kızılbaş diye tasnif ettiklerini ise din ve mezhep adları ile yazmıştır. Bunun bir tesadüf veya yanılgı sonucu olması inandırıcı değildir.
Muhtemelen bu tasnif bilerek istenerek yapılmıştır. Naşit Hakkı Uluğ; “Derebeyi ve Dersim” adını verdiği kitabında, 1925’te Dersim nüfusunun 65.000 civarında olduğunu yazmasına karşılık, “Tunceli Medeniyete Açılıyor” adını verdiği kitabında 1935 Genel Nüfus sayımı itibari ile Dersim nüfusunun 107.732 olduğunu belirtmiştir. On yıl içinde bir ilin/sancağın nüfusu elbette ikiye katlanmış olmaz. Bu rakamlarda düzeltilmesi gereken tarafların olduğu açıktır. Yine 25 Aralık 1925’te TBMM’de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya: “Dersim Nüfusunun 65-70 binden ibaret olduğunu” açıklamıştır. Dönemin gazetelerinden Tan ve Son Telgraf (18 Haziran 1937) Tunceli nüfusu için 70 bin rakamını vermişlerdir. Üstelik 1937-1938 olayları esnasında Türk ordu birlikleri ile hareket eden Dersimli aşiretlerde vardır. Bu aşiretler ister istemez askeri hareketin muhatabı olmamışlardır. Rakamlar arasındaki uyumsuzluk Dersim/Tunceli’de ciddi bir nüfus sayımının 1935’lerde henüz yapılamamış olduğunu göstermektedir. Yine de abartılı veya abartısız dönemin yazılı kaynaklarında Dersim/Tunceli nüfus kayıtları hakkındaki bilgiler bunlardan ibarettir.
Nüfus sayısı 65-107 bin arasında gidip gelmektedir. Türkiye’nin ortası sayılacak bir yerde Tunceli’de 1927 ve 1935 genel nüfus sayımlarında güvenilir bir nüfus sayımı kaydının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Nüfus sayımı yapamayan hükümet/devlet orada bir otorite kurabilmiş midir? Buna inanmak çok zordur. 1935’lerde Türkiye Devleti Tunceli’de henüz bir otorite sağlayamamıştır. 1937-1938 olaylarında ki can kayıpları Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarında “katliam” boyutlarındadır. Bu olaylar esnasında ve sonrasında çok sayıda insanın Tunceli’den başka illere göç ettirildiği de bilinmektedir. Elbette bu göç ettirilmelere rağmen Tunceli bütünüyle insansız bir bölge haline gelmedi.
Nüfusun bir kısmı Tunceli’de yaşamaya devam etti. O halde 1937-1938 Dersim/Tunceli olaylarında 50 bin kişinin katledildiği gibi bir görüşü Türköne hangi kaynağa dayanarak vermiştir? Gerçek sayı elbette dönemin şartlarında bilinemezdi. Ancak yazısında katledilenler için bir sayı verenlerin bu rakamı nereden bulduklarının kaydını da yazmaları gerekir. Anlaşıldığı kadarı ile Türköne kendisini böylesi bir kayıt mükellefiyeti ile sınırlı tutmamaktadır.
1937’de Tunceli’de gerçekten bir isyan olmuş mudur? 21 Mart 1937’de isyancı aşiretlerin karakol baskınları ile başlayan çatışmalar neredeyse yıl sonuna kadar devam etmiştir. Seyit Rıza Dersim Generali imzası ile İngiltere Dışişleri bakanına yazılan mektubun başlığı ise: “Dışişleri Bakanlığı Dersim-Kürdistan” yazısını taşımaktadır. Bu mektupta “üç aydır Türk orduları ile şiddetli bir savaş halinde olunduğu, Türk hükümetinin kendisi ile yapılan bir anlaşma sonucu bu baskılardan arındırılmış Dersim bölgesine girmeye kalkışmıştır.” Baytar Nuri’nin neredeyse bir günlük niteliğinde olan “Kürdistan tarihinde Dersim” adlı kitabında da çatışmalar ayrıntıları ile yer almıştır. Bir isyanın olduğu kuşku götürmez.
Ancak bu isyan/çatışma öncesinde Ankara Hükümeti neler yapmıştır? Çünkü 1921 baharında bastırılan Koçgiri/Koçkırı isyanının liderleri: Ali Şan-Haydar ve Ali Şer, seyit Rıza’nın yanına sığınmışlardır. Hükümetin bütün telkinlerine rağmen Seyt Rıza’da adı geçenleri orada tutmaya korumaya devam etmiştir. Seyit Rıza Koçgiri İsyanına 2.500 kişilik bir silahlı destek verdiği gibi Baytar Nurinin anılarına göre 1930 Ağrı İsyanında da Erzurum ve Erzincan mıntıkalarındaki askeri karakollara yaptığı baskınlarla isyancılara destek vermiştir. 1930’larda Diyarbakır Valisi Ali Cemali (Bardakçı) beyin Hükümet adına yaptığı “nasihat ziyaretleri” de sonuç vermemiştir. Seyit Rıza Ankara Hükümetinden “Kürtlerin Milli Haklarının teslimini” istemeye devam etmiştir. Dersim’de karakol-okul ve yol yapım işlerini engellemeye çalışmıştır. Çünkü Seyit Rıza ve yanındaki kurmayları sayılacak baytar Nuri-Ali Şan-Haydar ve Ali Şer vb kimselerin görüşlerine göre Hükümet kuvvetleri Dersim’e giremezdi. Girse de sonuç alamazdı. Onların görüşüne göre: Dersime sefer olur ama zafer olmazdı.
Seyit Rıza’nın yargılanması ve idam edilmesine anılarında yer veren İhsan Sabri Çağlayangil’e göre: “Tunceli Valisi Korgeneral Abdullah Alpdoğan, Dersimin ileri gelenleri ile görüşür, onlardan askeri bir hareketin olmaması için 13 kişinin mutlaka teslim edilmesini ister. Görüşmeye katılanlar ise on kişiyi teslim edebileceklerini ama aralarında Seyit Rıza’nın da bulunduğu üç kişiyi ise teslim edemeyeceklerini açıklarlar. Gerekçeleri de oldukça düşündürücü ve öğreticidir: “Siz şimdi hükümetsiniz, askeriniz var. Bu gün buradasınız. Bunları size veririz alır gidersiniz. Biz yarın yine onların elinde kalırız. Bunlar bu ağalar bizim külümüzü attırırlar. Siz Dersim’e giremiyorsunuz, jandarmanızı sokamıyorsunuz.” Hükümet 1937’de Dersim’e jandarmasını gönderememektedir. Jandarmanın bile giremediği bir yerde olağan hükümet işlerinin yürüdüğü düşünülemez. Bu cümleler 1937 öncesindeki Tunceli’nin genel durumunu özetlemektedir.
Hükümet çevrelerinin sıkça muhtemelen CHP’yi zor durumda bırakmak için, dersim tartışmalarında taraf olmaları, CHP’yi geçmişi ile yüzleşmeye çağırdıkları bilinmektedir. Ancak bu konunun CHP’nin kendi geçmişi ile yüzleşmesi ile sınırlı olmadığı açıktır. CHP’nin hiçbir zaman böylesi bir yüzleşmeyi yapamayacağı söylenebilir. Ne var ki CHP’nin bunu yapması halinde konunun, ,iktidar ve muhalefet partisi arasındaki tarihi bir konu hakkındaki tartışmadan ibaret olmayacağı da kabul edilmelidir. Başbakan Erdoğan’ın ifadesiyle olay “bir soykırım veya katliam” ise uluslararası antlaşmalara göre böyle bir yüzleşmenin yol açacağı sonuçlara da Hükümet çevrelerinin hazır olması icap eder. Başta maktüller için tazminat olmak üzere belki bazıları için iade-i itibar türünden kararlarında alınması gerekecektir. Yoksa dostlar alış verişte görsün misali bir Meclis Araştırma Komisyonunun toplayacağı bilgiler sadece bir araştırma bilgisi olarak kalacaksa, o bilgilerin büyük çoğunluğu zaten bilinmektedir. Komisyon bilinenleri toplayıp ilan etmekle görevini her halde yapmış olmayacaktır.
Hükümet çevrelerinin Dersim olaylarını hala “Kürt Meselesi” içinde görmeye devam etmesi de olay hakkındaki bilgileri fazlaca önemsemediği, Dersim olayının bir Kürt Meselesi değil bir Zaza Meselesi olduğunu teslim etmediğini göstermektedir. Kürt Sorunu hakkında, İnkar ve Asimilasyon politikalarını terk etmekle övünen AKP’nin Zazaları inkara ve onları yok saymaya, Kırmanç/Kürt saymaya devam etmesinin de tarih ve sosyoloji bilgileriyle bir açıklamasının olmadığı açıktır.
S E Ç İ L M İ Ş K A Y N A K Ç A
1-Ahmet kerim Gültekin, Tunceli’de Sünni Olmak ve Yerel Kimlik Öğelerinin Tunceli/ Pertek’te Etnolojik Tetkiki, Berfin Yayınları, İstanbul 2010.
2-Ahmet Hezarfen, Osmanlı Belgelerinde Dersim Tarihi, Etik Yayınları, İstanbul 2003.
3-Ali Kaya, Başlangıcından Günümüze Dersim Tarihi, Can Yayınları, İstanbul 2004.
4-Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu, Bilgi Yayınevi, Ankara 1975.
5-M. Kalman, Belge ve Tanıklarıyla Dersim Direnişleri, Nujen Yayınları, İstanbul 1995.
6-M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1983.
7-Naşit Hakkı Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor, Kaynak Yayınları, İstanbul 2007.
8-Naşit Hakkı Uluğ, Derebeyi ve Dersim, Kaynak Yayınları, İstanbul 2009.
9-Rıza Zelyut, Dersim İsyanları ve Seyit Rıza Gerçeği, Kripto Yayınları, Ankara (Eylül) 2011.
10-Suat Akgül, Amerikan ve İngiliz Belgeleri Işığında Dersim, Yaba Yayınları, İstanbul 2004.
11-Suat Akgül, Yakın Tarihimizde Dersim İsyanları ve Gerçekler, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1992.
12-Viladimir Minorsky, Kürtler, Komal Yayınları, 1977.