Derinlerde Dalga Yoktur
Gerçeği, yavaş yavaş soğukkanlılığımı kaybetmeden haz medebilmeliydim.
Darbenin şiddetinin uyuşturucu etkisi geçtiğinde, ruh sağlığımın daha çok
bozulmaması için. İşte bu yüzden ağlamaya ihtiyacım vardı. Şöyle sular seller
gibi.. ama göz yaşlarımı kimse görsün istemiyordum. İşte bu yüzden kiliseye
gittim. Tam ağlamaya başladım ki, bir adam yanıma yaklaştı, "şapkanızı çıkarın"
dedi ciddi sert bir ses tonuyla. Siperlikli bir şapkaydı, özellikle giymiştim.
Çıkardım, göz yaşlarım çıplak kaldı. "Keşke gözlüğümü taksaydım" diye
düşünüyordum ki, başka bir adam yanıma yaklaştı, bir soru sordu. Anlamadım.
Anlamak kaygısıyla yüzüne baktığımda, göz yaşlarımı gördü. Tedirgin olup
uzaklaştı. Küfrettim arkasından. Duymadı tabi sesli olmadığı için ama Tanrı
duymuştu mutlaka. Kilise ve küfür! korktum. Cehennemde yanma korkusu
gibi dehşet verici bir korku biçimi değil de, eksikliğimi ve kabalığımı duyumsa-
manın doğurduğu utanç dolu bir korkma. "Kendimden korkuyorum Tanrım"
diye mırıldandım ayağa kalkarken. Dışarıya çıkarken,"hiçbir şeyi becere-
miyorum, hiçbir şeyi.." diye söylendim.
Güneş çok parlaktı. "saat kaç" diye sordum bir gence. Onbirmiş.
Oysa tam onikiden vurmuş gibi yakıcı ve kızgın güneş. Çocukluğumda böyle
değildi de sanki, gittikçe Dünya'ya yaklaşıyor muydu neydi? Ama güneşin
yakıcılığı acıtmıyor tenimi. İçimdek bir başka güneş varmış da sanki, onun
yakıcılığı daha fazlaymış da, dışarıdaki de neymiş! gibi bir durum.. Kendimi
yaşamın en ucuna takılmış gibi hissediyorum. İçinde bulunduğum durumu
başka bir biçimde ifade edemem ama burasının sivri bir yer olduğunu
söyleyebilirim ve buradan dışarıya bakıldığında, güneş ışığının siyah
göründüğünü.. evet, ciddi ciddi siyah. Var oluşçular içinde bulunduğum bu
duruma "hiçliğe düşme" diyorlar. Ha hiçliğe düşmüşsün ha hiçliğin tepesine
tünemişsin, aynı şey. Sadece bir bakış açısı meselesi. Demek ki varoluşçular,
hiçliği bir kuyu gibi tasarlamışlar bense sivri bir kazık olarak. Aynı şey.
Cehennem nedir ki sonuçta güneş ışığını siyah görmekten başka!.
Dostum beni ruhu olmayan şehirde aldattı. Uzuuunn ve vadeli bir
aldatışla aldattı. Yanlış ifade ettim. Aslında senelerce aldatmış da ben
hep uyumuşum da, artık durumu benim de bilmemi istemiş. Sıkılmıştı
kuşkusuz. Salaklığım onu sıkmıştı sıkmasına ya, söyleyemiyordu da.
İşte bu yüzden olayları, aldandığımı ondan ayrıldıktan sonra anlamamı
sağlayacak biçimde planlaması takdire şayandı doğrusu. Farz edin ki
valizime akrep koydu, her neyse.. sonuçta kadınlar, beklentilerine cevap
veremeyen kişileri sevmiyor, "Mış gibi" yapıyorlardı. DostMUŞ GİBİ,
seviyorMUŞ GİBİ, ilgileniyorMUŞ GİBİ, acıyorMUŞ GİBİ, vb…
Daha bir ay önce yürüyorduk birlikte, ruhsuz şehirdeki, kişiliği
olmayan okulun yolunda. Ben henüz aldanmış olduğumun farkında
değilsem de, sezgi gibi bir şey... Bir şeylerin kötü gittiği gibi veya gideceği,
her neyse.. okuldan verdikleri kağıdı okuyordum.
"...... başarısız olduğundan dolayı 85-86 döneminde kaydı silinmiştir."
"Başarısız olduğundan dolayı..." dedim alaylı gülümseyerek.
"Ver ben de okuyayım" dedi. Alayıma içerlediğini sezdim.
O bitirmişti, ben bitirememiş. Sonuçta onun başarısıyla dalga geçiyormuşum
gibi gelmişti ona. Sahi ben 85-86 da ne yapıyordum? Ruhu; kirden
kaftanını taşıyamaz olmuş şehirde pislik temizliyordum. Yeni bir evetaşınmıştık.
Kat kaloriferli diye sağa sola hava atıyorduk. O kış öyle bir soğuk yapmıştı ki,
balkondaki tankın içindeki yakıt donmuştu. Suları ısıtıp ısıtıp yakıt tankının
üzerine döküyorduk. Banamısın demiyordu. Donuyorduk. Kombi de arızalıydı.
Gaz kaçırıyordu. Bazen yerdeki halının yarısına kadar gaz emdiği oluyordu.
Küvete taşıyıp yıkıyordum koca halıyı. Kurum da yapıyordu kombi. Havada
yerlerde uçuşuyordu yağlı siyah kurumlar ve ben, çocuğa bir şey olacak diye
korkuyordum. Durmadan ev temizliyordum. Her taraf ıpıslaktı. Durmadan
kavga ediyorduk kocamla. Her şeyden dolayı kavga ediyorduk. Eve bir lanet
çökmüştü de sanki, ikimizi de kuduz köpeklere döndürmüştü. Çocuk
seyrediyordu ve sanırım en çok o acı çekiyordu. Neydi başarı? Sonsenelerde
bunu sıkça düşündüğüm ve cevabını bulamadığım için dalga geçmiştim okul
yönetiminin ifade tarzıyla aslında. Sanırım dostum benim salak olduğumu
düşünmekte haklıydı. Sonuçta her sene biraz daha birbirimizden uzaklaşı-
yorduk. "Çok değiştin" diye serzenişte bulunuyordum her görüşmemizde.
Sesini çıkarmıyordu. Bir önceki buluşmamızda "Değiştin" dedim gene.
"Sen de değiştin" dedi kızgınlıkla. Değişmiş miydim?!
Belki de dostluğu devam ettirecek bütün doneleri satranç
oyunundaki piyonlar gibi birer birer karşılıklı kaybetmiştik. Başaramamıştık.
Gözlerim doldu. Kendimi tuttum. Göz yaşlarımı
göstermeden sesli sümüklü ağlayabileceğim bir yer vardı, biliyordum. Eve girip
çantamı hazırladım, çıkarken aklıma geldi, dönüp masanın üstündeki kitabı
aldım. Otobüste yanımdaki adama saati sordum, "Birkırkbeş" dedi.
Kumsala dikilmiş tabeladaki "Koli basili bulunduğundan denize girmek
tehlikelidir" yazısı beni ürkütmedi de, deniz ürküttü. Denizin içinde öbek öbek
dışkı parçaları yüzüyor. Laf olsun diye söylemiyorum. Ciddi ciddi bildiğimiz
insan dışkısı. Nasıl yaptılar acaba? Başarı! Birer birer değil, toplumca sınıfta
kaldık aslında. A-aa, bu kadarı da fazla, bir prezervatif dalgalanıyor bayrak
gibi suda. Çüş yani! Köpeklerden beter olduk.
"Allah, pisliği ve horluğu aklını kullanmayan kulları üzerine kor."
Şükretmelisin diyor büyükler...peki...
Kumsala havlumu yaydım. şükür. Yan tarafta, diskoteğe benzer ne idüğü
belirsiz bir yerden bangır bangır müzik sesi geliyor. Bu saatte, şükür!
Cıstak cıstak müziklerden. Kapında köleyim, cıstak cıstak cıstak cıs.
Cıstak cıs, cıstak cıs, cıstak cıstak cıstak cıs.
Delikanlıların mı kanını kaynatıyor, genç kızların mı bu ritm?
Sonuçta nedir şeytan? Müzikteki cıstak ritminden başka!
Nereden düşmüşlerse, iki yabancı kız yan tarafımda. Delikanlılar
etraflarında dolanıyor, konuşmaya çalışıyorlar. "Viski...bira?" Kara bir
güneşin altında, koli basilli denizin yanında, izmarit döşeli kumsalda viski!!
Müziğin sesi biraz daha yükseliyor, ben kitabın arka kapağındaki yazıya
yoğunlaşmaya çalışıyorum. "Çürümek de yaşamaktır" diyormuş Molloy kitabın
bir yerinde. Kızlara meyveli kokteyller geliyor.
"Gün gelir dayanamaz, size kucak açmayan şu Dünya'da uyuz köpeklere
kucak açar, onların sizi sevmelerine sizin de onları sevmenize yetecek kadar
kollarınızda taşır, sonra fırlatıp atarsınız."
İşte tam bu satırları okuduğumda, buraya gelene kadar boş boş
anlamadan okuduğumu fark ettim.
Yaşam; uyuz köpek rolünü bana mı uygun görmüytü
yoksa?
Kızlar kalkıp yürüdüler, diskonun içerisinde gözden kayboldular.
"İyi niyetle, ağzına kadar doluydum, iyi niyetle, bütün korkaklar gibi."
Derinliği mi var kitabın, yoksa hislerime tercüman olduğu için, ben mi derin
olduğunu düşünüyorum? Hemen başlarda bir yerlerde
"Çürümek de yaşamaktır" sözü.
"Yaşamım dediğim şu uzun ve karışık duyguyu çürümenin dinginliği içinde
anımsıyorum ve onu aynen Tanrı'nın bizi yargılayacağı gibi aynı tutarsızlıkla
yargılıyorum. Çürümek de yaşamaktır biliyorum, biliyorum eziyet etmeyin
bana ama insan bazen unutuyor."
Anlaşıldı, bu da gece okunacak kitaplardan diye düşünerek, kitabı
kapadım. Denize doğru yürürken
"Görüyorsun Beckett içinde kolay olmamış yaşam" diye mırıldandım.
Pisliklerden sakınarak ilerlemeye çalıştım. Ayaklarımı kumluk alanlara basmaya
dikkat ederek. Denizin içinde öbek öbek keskin kayalar vardı biliyordum.
Dalgalar Akdeniz, Akdeniz diyerek sert ve yüsekten çarpıyor. Bir şehir
magandası, yan taraftan bacaklarıma sürtünüp önümde zıplıyor, yüzüme
bakıyor dikkatli. Bakışlarımda korku mu, kızgınlık mı, yoksa ilgi mi okuyacak?
Yorumlayacak da yeni girişimini bu yoruma göre yapacak. Dikkatim dağılıyor,
şükür! Sert bir dalga dengemi bozuyor şükür! Yana düşüp elimi kayaya
kestiriyorum şükür! Şükür su da yutuyorum. Başka bir maganda kolumdan
tutuyor, pişkin pişkin sırıtarak
"Dikkat edin boğulacaksınız" diyor.
Ya sabır çekerek ilerliyorum. İşte su belimde, artık yüzebilirim. Sırt üstü,
bakalım kaç maganda takipte. İşte şu kolumdan tutan, foşur foşur geliyor.
Ooo sol tarafta da sayın bay tacizci.
Suyun serinlemesinden derinleştiğini anlıyorum, yüzüstü dönüp kulaçlarımı
savuruyorum. Bir kulaç... Bir kulaç daha... Sırt üstü dönüyorum sahile
bakmak için. Takip etmeyi bırakmışlar, bana en yakın kişiyle 20-25 m. mesafe
var aramda. Tekrar dönüp kulaç atıyorum. Su daha serinleşiyor.
Dalgalar azalıyor. Artık tatlı kabarıklar halindeler.
İşte denizin açıklarında yapayalnızım. Hep bu durumlarda hissettiğim o
güven duygusu işte. Denizin koynunda.. İnsanlar yok.. Keskin kayalar yok..
Dalgalar yok.. Derinlerdeyim. Su şap şap yanağıma vuruyor tatlı tatlı.
Düzensiz kabarcıklar, şap şup ses çıkarıyor.
" Yaa işte böyle yaşamın en ucuna taktılar beni."
"Şıpır..şap.."
"Varlığım bana ağır geliyor."
"Şap..şup..şap.."
"Senin içinde gülünmüyor biliyor musun? Su yutuyor insan. Ama ağlaya-
biliyorsun, göz yaşlarını kurulamak gibi bir sorunun da olmuyor."
"Şıpır..Şup.."
"Geçer değil mi?"
"Şurp,şap.."
"Şıpır..Şıpır.."
"Şıp, Şurp.."