Deniz ve Cam… Belkıs ile Süleyman…
Deniz, su hayatın kaynağı; dünyanın üçte ikisi denizlerle çevrilidir, bedenimizin yüzde doksanı sudan oluşur... Dört tarafımız düşmanlarla, üç tarafımız denizlerle çevrilidir; üç kıta, yedi denize hükmetmiştir, at koşturmuştur ceddimiz...
Deniz; büyüğü okyanus... Deniz der geçeriz hepsine birden; deniz deriz, bakıp da karşıyı göremiyorsak; o denizdir ... Karşısı olmayan uçsuz bucaksız derya diyelim biz buna ki ilim irfan sahibi birilerini anlatırken de derya gibi adam demez miyiz?
Vapurla Beşiktaş'a geçerken karar verdim yazmaya; aslında Smeagol, Gollum ve Frodo'yu yazacaktım dün, olmadı; bugün önce "illa" kelimesini yazacaktım, sonra denize kaydı düşüncelerim...
Sahil o kadar kirliydi ki pislik içinde yüzüyordu... Deniz temizlik benim için; arınma, kendini bulma, kendini aşma, sonsuzlukta kaybolma, sonsuzlukla hemhal olma... Kavga etmem onunla kızmam severim ama uzaktan... Yaklaşmaya çalışıyorum usul usul... Korkuyorum ama ondan değil; kendimden, kendimi bilememekten; sınırsızlıkta bir sınırım var mı bilememekten... Karaya ait olmaktan, topraktan gelmekten, toprağın suda kaybolup gitmesinden... Su toprağa hayat verir ama toprak kirletir suyu; asıl olan suyun toprağa karışmasıdır, toprağın suya değil... Öylesi yozlaşma, erozyondur; aşınmadır, kayıptır...
Deniz... Neler yok ki... Ada var ilk başta; deniz deyince ada gelir aklıma, ıssız bir ada sadece benim olan bir ada... Ne işim varsa orada tek başıma: ) İçimde inanılmaz bir teklik var; yalnızlık duygusu, ıssız bir ada da olma... Ada da tam ada değil aslında; ıssız, adı üstünde insan yok orada benden gayrı; hayvan da yok... Yani kedi, köpek, at, eşek... Kuşlar, tavşanlar... Göze hoş gelen, insana çok da yakın olmayan; kendilerinden yararlandığımız hayvanlardan olmayan hayvanlar var... Bitkiler, ağaçlar, deniz, kumsal, tatlı su... Tanımlarım yine karasal... Adanın tek özelliği denizle çevrili olması galiba. Sonsuzlukta sonlu birşey...
Bir kaç defa yüzme deneyimim oldu. Dipten kıyıya doğru yüzdüm; o kadar güzel ve zordu ki... Dakikalarca, kilometrelerce yüzdüm; sonra bir baktım ki debelendiğim 5- 10 metre bile olmayan bir alan... Denize doğru yürüyüp; boyumu aşmayan bir seviyeden, karaya doğru ama dipten dipten yüzmek... Saatlerce tek başıma yürüdüm, deniz kenarında iki yaz önce... Denize girdim, debelendim; tek başımaydım, korkuyordum ama yüzdüm; ayağım yerden kesilmeden... Ayağım yerden kesilmeden; topraktan kopmadan.... Balık burcuyum; toprak insanıyım...
Deniz kıyısı; yaşamın kıyısı.... Yaşamın kıyısında olmak; herkesin ortak olduğu bir alan, kirlilik alanı; pislik içindeydi Beşiktaş sahili... Deniz temizdir, pisliği barındırmaz, gönderir ait olduğu yere; atar sahile, toprağa yani topraktan gelene; insana... Adildir, aynen iade eder; kendinden alınana müsaade eder görünür ama tez zamanda tsunami olur, deprem olur; alır, kendine ait olanı... Gemiler... Denizin kuşları, nazlı nazlı gezinirler; üzerinde gider gelirler... Toprağa sahip olabilirsin ama denize asla!... Hükmedemezsin ona, hakim olamazsın ama seversin, anlarsın; o da seni sever... Bolluk ve berekettir, rahmettir, hayat kaynağıdır. Sen onu kirletmezsen; o seni kirletmez... O seni korkutmaz, sen ondan korkarsın... Fırtınalar, çalkantılar olur; dalgalanır, durulur... Deniz hayattır; hayatta deniz... Tek bir deniz, tek bir hayat yoktur... Ama görebilirsen; her bir hali ayrı güzeldir... Aynadır deniz; sen onu kirletmezsen; tertemizdir pırıl pırıldır...
Cam.... Cam, denizden gelir; denizin armağanı, hediyesi... Estetiği, güzelliği... Karşısında oturup; şiirler yazar, şarkılar söyler, mehtapta dans eder yada kumsalda sevişirsin.... Gemileri yüzdürür, ticaret yaparsın; balık, inci, mercan çıkarır; kullanırsın... Tüm bunlar; senin denizden aldıklarındır... Denizin sana verdiği nedir?
Kum.... Uçsuz bucaksız kum... İncecik, yumuşacık hele de yazsa sıcacık... Isıtır içini dışını... Alır yorgunluğunu; denizden çıktığında, hayattan çıktığında, üzerine uzandığında...
Kumun şekil almış halidir cam, kumun işlenmişi; insanın içindeki benliği keşfettiği, denizden gelen hediye...
Nehir kumundan cam olmaz; deniz kumundan olur.. Binlerce yıl geçmesi gerekir, kumun oluşması için... Binlerce derece ısı gerekir, camı oluşturmak için... Cam nasıl oluşur?... Denizin, karadan kopardıklarını öğütmesi ile; kendine çekip minik minik parçalara hücrelere ayırması ile... Hayatın öğüttüğü, parçaladığı mı; yoksa en minik, en öz haline getirdiği insan mı diyelim kuma? Ateş gerek, camın yapılması için; binlerce derece ateş... Ateş, nefis denen şey midir yoksa; hayvani insanın yakıcılığı, yıkıcılığı, harareti... Ve nefes gerekir; ruh.... Püf noktası denen şey.. "Ol" dedi ve oldu; tanrı ruhundan üfledi insan yaratılırken... Eski ustalar nefesinden üflerdi cama; şimdi ise mekanik herşey... Üflenen ruhla; nefesle şekillenir cam... Binlerce yıl dayananı da vardır, eline almadan kırılanı da ... Ustasına bağlı değil mi her şey; ustanın nefesine, ruhuna... Ruh değil mi maddeye son şeklini veren?...
Canımızın, camımızın ustası biz miyiz; yoksa aldıklarımız fabrikasyon ürünler mi... Bardak, televizyon, vitrin, biblolar; binlerce farklı şekle bürünür cam. Yapıcısı, ustası olmadığımız cam biblolarla doldururuz evlerimizi; birbirimize hediye ederiz başkalarının ürettiği cam eşyaları...
Gerçek cam ustası kaldı mı; kumu denizden alıp, ateşini körükleyip, ruhundan üfleyen?...
Teşhircidir bir yanımız... Evlerimizde vitrin; olmazsa olmazdır. Dayatır gelenek yeni evlenenlere vitrini, vitrin eşyalarını... Bardaklar, vazolar, biblolar... Neden merak ederler insanların vitrinlerini; evlerinin en güzel köşesini neden vitrine ayırır ve bir sürü cam koyarlar içine... Göstermek ve görmek istiyor insanın bir yönü ama hangi yönü? Vitrinden sonra gelir televizyon, beyazcam; ordan seyrederiz diğer insanları...
Deniz ve cam...
Denizin altında, denizin içinde, denizin üstünde...
Süleyman ve Belkıs...
Belkıs'ın tahtını suyun üzerine koydurdu Süleyman; üzeri cam kaplı... Ayaklarının keçi ayağı gibi olduğu söylenmişti ona... İnsana ve cine hükmederdi... "Bizdendir" demişlerdir cinler "Belkıs'ta bizdendir"; öyle midir, değil midir anlamak için suyun üzerine koydurdu Süleyman Belkıs'ın tahtını... Belkıs geldi; tahtın bazı yerleri değiştirilmişti, anlayamadı kendinin mi değil mi... "Senin" dedi Süleyman; "taht senin, çık üzerine"... Suya ayağı değmesin diye topladı eteğini hafiften ve gördü Belkıs'ın ayağını Süleyman...
Sonrası ne oldu bilmem; kaldı mı Belkıs Süleyman'ın yanında, yoksa gitti mi geri memleketine?... Hükümdarlığını, Hükümranlığını kabul etti Süleyman'ın... Neden suyun üstüne cam koydu Süleyman... Neden görmek istedi ayağını? ... Cam, Ayak, Ayakkabı...