Demokrat Olmak Zor Zanaat!
Ahmet Altan’ın “Tekerlekli Tabut” yazısını okuduğumda, içimdeki sızı yüreğime daha bir acı verdi. Yazı, derdimin dermanı olmasa da, düşüncemin tercümanı idi. Ben de, gerçeğin işine gelen kısımlarını görenlerin riyakârlığından muzdaribim. .
Lafla peynir gemisi yürümez ama demokrat olunur!
Türkiye’nin medyasında demokrattan geçilmez! Yazanlara, çizenlere, konuşanlara bakın; hepsi de demokrasiyi savunduğundan söz ederler. Ancak neredeyse hepsi de mahallerine toz kondurmazlar! Eskiden, mahallenin namus bekçiliğine soyunan mahalle kabadayıları vardı. Şimdi bu medya kabadayılarının, pardon kalemşorlarının da, onlardan bir farkı kalmadı. Bunlar aynı zamanda lafın demokratıdırlar, eylemin değil!
“Koçluk kuzu, kös önünde belli olur” denir.
Demokrat olabilmenin göstergesi pratiktir; yani hayatın içindeki duruştur.
Demokratlık zor zanaattır. Öyle bir çırpıda öğrenilmez. Emek verilmesi gerekir. Hem demokratlık yalnızca eğitimle ve öğrenilmeyle de sınırlı değildir
Demokrasinin ve demokratlığın tarihsel, toplumsal, siyasal tahlilleri üzerine yazılmış on binlerce sayfa bilgiler, başım üzerine; onların yeri ayrı. Ve ben, o minval üzere yazmayacağım.
Eğer demokratlık bir yanıyla gerçeğin tümünü görmeye çalışmaksa, bana öyle geliyor ki, bunu başarabilmek için edimsel (ya da dışsal) süreçten başka ve hatta ondan önce bir önsel (ya da içsel) olgu gerekiyor. Bunun adına, vicdan diyorum.
Yeterince tanımlayamıyorum, yeterince anlatamıyorum ama onu hissediyor ve biliyorum da.
Ona ‘iç tanrı’ diyorum.
Bu önsel ya da içsel olgu, insana mahsus ve her insanda da var. Önemli olan, onun üzerinin küllenip küllenilmediği, yitirilip yitirilmediğidir.
İnsanlar vicdansızlık yaparlar ve yitirilmiş denilen vicdan, gün gelir o insanın içinde canlanır ve onu gerçeğin görmek istemediği yanlarını da görmeye zorlar. Bu konu, edebiyatın zengin çalışma sahasını oluşturmakta ve edebiyat da buradan Raskolnikov gibi güçlü tipolojiler çıkarmaktadır.
Gerçeğin bütününü görmek mümkün müdür, bilmiyorum.
Ancak gerçeğin çok büyük bir bölümünü görmek mümkündür. Yeter ki, vicdanlı olunsun. Ahlaklı olmak demiyorum, vicdanlı olmak diyorum.
Ahlaklı olmak, bana konuyu anlatmak açısından yeterince anlamlı gözükmüyor, çünkü hangi ahlak sorusu, evrenselmiş gibi gözüken ahlak kavramını tuzla buz edivermeye yetiyor.
Schopenhauer’un dediği gibi: “Ahlak felsefelerimizin ve ahlak sistemlerimizin, erdemli, yüce ve ermiş insanlar yaratacağını sanmak; estetik üzerine yazdığımız kitapların, şairler, heykeltıraşlar, ressamlar ve müzisyenler yaratacağını sanmak kadar saçmadır...”
Ama vicdanlı olmak, öyle değil.
Demokrat olmak da öyle değil!
Gerçeğin işine gelen yanlarını görenler, demokrat olamazlar, ama ondan önce, vicdanlı da olamazlar.
Bilerek ahlaktan söz ettim.
Ahmet Altan, (Deniz Feneri Davası ile ilgili olarak), “En hoşuma giden de AKP yanlısı gazetelerden birinin benimle Doğu Perinçek’in resmini yan yana koyup, ‘Savcılar Taraf’la Aydınlık’a belge sızdırıyorlar’ diye haber yapması.
Ahmet Altan ile Doğu Perinçek’i, Taraf gazetesi ile Aydınlık’ı yan yana getiren biri kesinlikle vicdansız da, bu yapılana nasıl bir ahlak anlayışı diyeceğiz?
İslam ve Müslümanlık üzerine epeyi vaazcı olan bu gazete çevresinin yaptığına Müslüman ahlakı mı diyeceğiz?
Başka mahalleden olursa, gerçeğin peşine düşeceksin; kendi mahallenden olursa, gerçeğin üzerini örteceksin. Sonra da herkes meşrebince övünecek: Birileri İslam’ın yüce değerlerinden, bir diğeri milliyetçiliğin ulvi amaçlarından, öteki solun emek, eşitlik değerlerinden vs. söz edecek.
Bunların her biri kendilerince, ahlakın çok yönlü değişkenlik (yerel, geleneksel, dinsel, kültürel vs) içeren yapısından hareketle, yaptıkları işler için ahlaki gerekçeler üretebilirler.
Ancak vicdani gerekçe üretemezler.
Ahlaktan bilerek söz ettim. Deniz Feneri Davası’nda mütedeyyin Müslümanlara çok iş düşüyor. Adaletli bir karara ulaşılabilmesi için, onların gerçeğin peşinde olmaları, büyük önem arz ediyor.
Gerçeğin peşinde koşmak başta vicdanlı olmayı gerekli kılıyor.
Gerçeğin tümünü görmeye çalışmak, çifte standartlı olmamak, demokrat olmanın da olmazsa olmazlarındandır!
Şimdi Ahmet Altan’ın sözünü ettiği bu gazete ve AKP yanlısı basın ile örneğin referandumda “Yetmez Ama Evet” diyen biri olarak aynı tavrı almış olmamdan dolayı (gerçeğin bir yanı) ne hayıflanıyorum, ne de utanç duyuyorum. Ancak o kesimin, örneğin Deniz Feneri Davası konusunda gösterdiği tutumu (gerçeğin bir başka yanı) da, utanç verici buluyorum.
“Gerçeğin onların işine yarayan kısmını” göstermenin dürüstlük olmadığını, böyle gazeteciliğin yapılamayacağını belirten Ahmet Altan’ın, gazeteyi kapatma ihtimalinden bahseden son cümlesi, yazımın başında belirttiğim sızının da kaynağıdır:
Evet, bu topraklarda demokrat olmak zor zanaat.
Öylesine zor ki, Altan’ın dediği gibi, tabutunu taşıyacak dört kişi bulamayabilirsin.
Gerçeğin işine gelen yanlarını görenlerin alabildiğine çok olduğu bu ülkede demokratlık, biraz da yalnızlıktır.
Yalnızlık bir ölçüde katlanılabilir ve yaşanabilir. Gerçeğin peşinden yapılan koşu, böyle bir yaşanmışlık dayatabilir.
Birey için böyle olabilir de…
Ya gazete?
Ahmet Altan’ın feryadına ne diyeceğiz?